12 MART – YARI ASKERİ FAŞİST DARBE
Altmışlı yıllar gerek dünyada, gerek bölgemizde ve ülkemizde olağanüstü gelişmelere sahne oluyordu. Bir taraftan dünyada emperyalizme, faşizme ve feodalizme karşı gelişen demokrasi, özgürlük ve sosyalizmin büyük zaferleri buna bağlı gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerinin büyük ivmeler kazanarak sosyalizm güçlerinden yana tavır takınması olağanüstü gelişmelere sahne oluyordu. Çin Demokratik Halk Devrimi, Küba Devrimi, Doğu Avrupa ülkelerinde demokratik ve halk devrimleri toplumsal altüst oluşları beraberinde getiriyordu. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında yaşanan görüş ayrılıkları, yeni bir ayrışmayı beraberinde getirmekteydi. Bu kaçınılmaz bir şekilde ülkemizde de yansıma buluyordu. Öyle ki, Stalin ölümü sonrası partide var olan revizyonist çizgi giderek egemen hale gelerek partiyi Kruşçev revizyonizmi ele geçirdi. Bununla yetinmeyerek diğer demokratik ve sosyalist ülkelere müdahale ederek onları da revizyonist çizgiye çekmek istiyorlardı. Mao Zedung önderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin 57-60 deklarasyonu, 63 polemikleri sonrası uluslararası komünist harekette ayrışma yaşandı.
Revizyonizme karşı ideolojik mücadele çerçevesinde başlatılan kültür devrimine önderlik eden Mao Zedung yoldaş; “parti içerisinde burjuva karargâhları yıkın” talimatıyla komünistleri devrimi, sosyalizmi arınarak geliştirmeyi esas almıştır. Sosyalizmin sürekliliği için sürekliliği sağlanmış kültür devrimine ihtiyaç olduğuna açıklık getirerek Leninizm’in gelişmesine ölümsüz katkı sunmuştur Mao yoldaş. Böylesi mücadeleyle geçen fırtınalı yıllardan Türkiyeli devrimcilerin, komünistlerin etkilenmemesi mümkün değildi. 68 Kuşağı böylesi bir derin süreçten geçmekteydi. Öyle de oldu.
Devrimci hareket içerisinde çok yoğun tartışmalar başladı. Devrimci gençlik ve devrimci örgütler arasında kıyasıya ideolojik, siyasi, politik tartışmalar yürütülüyordu. Marksizm den, Leninizm den ve Maoizm den etkilenen güçler giderek saflaşıyor, ideolojik olarak netleşiyorlardı. Bu netleşme ve kopuş İbrahim Kaypakkaya yoldaş da daha belirgin ortaya çıkmaktaydı.
Böylesine bir süreçten geçilirken, emperyalist kriz ve kendi aralarında süren kar dalaşı sonucu ortaya çıkan siyasi ve ekonomik kriz devrimin şartlarını çok yönlü doğruluyordu. Subjektif gücün eksikliği çok ciddi sorun yaratıyordu. Reformist, düzen sınırları içerisinde kalan pasifist örgütler “ordu gençlik el ele”,”Biz bağımsız Türkiye için Samsun’dan yola çıkıyoruz”, “Ordu-millet el ele” vb söylemlerle orduya bel bağlayan görüşler, bildiriler çokça basılıyor dağıtılıyor ve yazılıyordu. Kısacası, Devrimci gençliğin ezici çoğunluğu ihtilalci özelliğe sahip olmasına karşın, hala Kemalizm gerçeğini görememiş, Kemalizm’le gerçek anlamda yüzleşememişti. Kemalizm’i anti-faşist, anti-emperyalist görmekte ve küçük burjuva özelliğe sahip olduğu söylenmekteydi. Bu siyasi tutum söylemler ne olursa olsun sosyal şoven bir etkinin hala devrimcilerin ve halklarımız üzerinde çok ciddi etki taşıyor olduğunu bize açık gösteriyordu. Türk devletiyle, ırkçı şoven Türk ideolojisiyle komünistlerin hesaplaşma zamanı gelmişti.
Öyle ki; bıçak sırtında olunmayacaktı, bıçağın en keskin ucuna çıkılacaktı. Artık, Türk devletiyle, onun ideolojik, siyasi varlığını koruyan, kollayan sözde laik, özde ise pantürkist, panislamist faşist Türk devletiyle hesaplaşma zamanıydı. Komünistlerin Türk devletiyle, şovenizmle, ırkçı tekçi faşist ideolojiyle bütün organik bağlarını koparmalıydı. İşte tamda bu fay kırılmasında İbrahim Kaypakkaya komünizmin keskin kılıcını tüm teorik birikiminden aldığı güçle asırlardır egemen Türk- Osmanlı şovenizmine indirdi. Komünistlerle ırkçı faşist Kemalist ideolojinin arasına bir daha asla bir arada olmayacak uçurumu açmış oldu. Tamda bu noktada TKP/M-L’yi kurdu. Kısacası günümüzde ırkçı faşist, tekçi şovenizmin Türkiye ve T. Kürdistanı topraklarında etkisi önemli derecede kırılmışsa eğer bu gerçek herkesçe bilinir ki, Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm tahlilinden ve Kemalist ideolojinin faşist karakterini açığa çıkarmasından kaynağını almaktadır.
Türkiye darbeler ülkesidir, tek partili dönemi saymazsak, gizli ve açık darbeleri saydığımızda nerdeyse on yıla ramak kala mutlaka askeri veya sivil bir darbeyle karşı karşıya kaldı halklarımız. Bu darbelerin en belirgin iz bırakanlarından biride 12 MART’tır. Yarı askeri faşist darbesi olarak hafızalarımızda kalıcı yer etti.
Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen; “12 Mart muhtırası”, yarı-askeri faşist bir darbe idi. Parlamento ahırını fes etmeyip kendi egemenliği altına aldı. Parlamenter faşizmi ordu erkiyle kuvvetlendirip yarı askeri parlamenter faşizmi devreye soktu. Komprador patronların, toprak ağalarının, tefeci-tüccarların ve emperyalist devletlerin menfaatlerinin daha iyi korunması için faşist ordu devreye sokuldu. Parlamentonun tüm işlevleri denetim altına alındı. Kısmi demokratik hak ve özgürlükler tümden gasp edildi. Postalların kanlı, kirli faşist izleri ülkenin dört bir yanına ulaştı Türkiye halklarına kan kusturuldu. Var olan tüm devrimci demokratik, ilerici kuruluşlar kapatıldı. Döneme damgasını vuran Dev-Genç ve MDD’ciler tek tek ve topluca tutuklandılar. Ağır işkencelere maruz kaldılar. Türkiye soluna sirayet etmiş Kemalist ideoloji “Türk ordusuna umutla bakma, ordudan ilerici reformlar bekleme”, hatta “ordu-gençlik el ele, demokratik devrime” sloganları atılıyordu. Öyle ki Dev-Genç’e egemen olan düşünce, bildiriler çıkararak “ordunun yapacağı ilerici reformları destekleriz” deniyordu. Bu, milliyetçi-şoven faşist nitelikli ordunun özünü anlayamamak veya Marksizm-Leninizim adına devlet tahlilini revize etmekti. Mihri Belli, Behice Boran, H.Kıvılcımlı, M.A.Aybar, D. Perincek, TKP vb yukarıda belirttiğim kurumlarda ideolojik etkinliklere sahiptiler. THKP-C ve THKO’nun buralardan etkilenmemesi mümkün değildi. Daha ileri gidilirse eğer; “orduda beklenen ilerici reformlara destek veririz” bildirgesine Mahirler ve Hüseyin İnan, D.Gezmiş’te onay vermiştirler. Çünkü Mahir’in veya H.İnan’in onay vermeyeceği bir Dev-Genç bildirisinin yayınlanması mümkün değildir. Özellikle Mahir’in onayı alınmadan bildirinin yayınlanması mümkün değildir.
“Ordunun muhtırasını bekleyelim belki ilerici subayların muhtırasıdır” mantığıyla ele alan çokça örnek verilebilir. Bir darbeci subayın; “bana bin Dev-Genç’li verin Ankara’yı alayım” teklifi Türkiye solunun ne durumda olduğunu bize açıkça anlatıyor. “Bekle-gör” mantığı Deniz’leri –Mahir’leri hazırlıksız yakalanma yanılgısına düşürmüştü. Bu yanılgının asıl sebebi Kemalizm’in ilerici anti-emperyalist görülmesiydi. Yani devlet erkini elinde tutan “Kemalistlerden bize zarar gelmez” iyimser, çıkarcı yaklaşım öne çıkıyordu. Aslında oportünistçe bir tahlildi. Kemalist ordu çok geçmeden faşist dişlerini gösterecek; Mahir, Deniz, H.İnan ve arkadaşları geç de olsa gerçeğe yakın tavır alarak devrimci savaşı esas alacaklardı. Bu tutum onların ideolojik şekillenişinin ürünü değil devrimci politik duruşunun sonucuydu. Zira Kemalizm tahliline dair bir tutum değişikliği yoktu. Hala Kemalizm politik bir ittifak güç olarak görülüyor, faşizmin temel paradigması olduğu kavranmıyordu. Bu anlamda ideolojik bir değişimden değil politik bir ileri adım atmaktan bahsediyoruz.
Türkiye devrimci hareketinde iki eğilim ortaya çıkıyordu: Birinci görüş devrimin savaşarak kazanılacağı, ikinci görüş ise; teslimiyetçi, parlamenterist, pasifist görüşleri ifade ediyordu. İkinci görüş tamamen düzen içinde, yasalara uygun yasal örgütlenmeyi, çalışmayı öneriyordu. THKP-C ve THKO ihtilalci çizgiyi temsil edeceklerdi.
1972’nin başlarında İ.Kaypakkaya, PDA diğer adıyla Aydınlık revizyonizmiyle tüm bağlarını kopararak uzun süredir kurmayı düşündüğü, programını uzun tartışmalar sonucu netleştirdiği TKP/ML’yi kurdu. D.Perinçek gibi revizyonizmin ideoloğu, Kemalizm hayranı sosyal şoven, ırkçı bir zatla her alanda ideolojik, siyasi, örgütsel tartışma yürüttü. Türkiye tarihinde Kemalist ideolojiye her yönlü başkaldırdı. Perinçek’le girdiği ideolojik hesaplaşma aynı zamanda tüm Türkiye Solu’yla da hesaplaşmayı içeriyordu. Kaypakkaya; Kemalizm, Milli Mesele, faşizmin tahlili, devlet ve devletin niteliği, yarı sömürge-yarı-feodal ülkelerde ve ülkemizde devrimin yolu, karakteri, niteliği konularında açık net belirlemelerde bulundu. Kemalist devleti karşısına-hedefine alıyor nasıl yıkılacağını belirliyordu. Türk şovenizminin her türlüsünün bağrına Marksizm-Leninizm-Maoizm hançerini vuruyordu. Yasamanın, yürütmenin, yargının devletin bütününü oluşturduğunu önemle vurguluyordu. Birini diğerinden ayıramayacağımızı, her defasında açıklıyordu. Öyle ki Kemalist devletin bütün kurumlarıyla ırkçı-şoven katliamcı özellik taşıdığını söylüyor, deşifre ediyordu. Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu önemle vurgulayıp çözüm öneriyordu. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmede dahil Marksist önermeler sunuyordu. Bu baz da Şeyh Sayid isyanının niteliğine, karakterine bakmadan destek veriyordu. Haklı bir istem olduğundan dolayı şartsız koşulsuz destekliyordu. Dersim’de alevi Kürtlerin Kemalist devletin zulmüne başkaldırısını savunuyor, sahiplenip 80 bin civarında Dersimlinin katlini deşifre ediyordu. Hesabının sorulma, sorumluluğunu tereddütsüz savunuyordu. Ermeni soykırımını; bir buçuk milyon Ermeni’nin katlini kınıyor, deşifre ediyordu. Aynı zamanda yapılan bu katliamın tarihi bir haksızlık olduğunu vurgulayıp kınıyordu. Türkiye solunun Kürt sorununda ve Ermeni sorununda şovenist, ırkçı bir tutum takındığını aşikar ediyordu. Şefik Hüsnü TKP’si dahil bilumum solun şoven Kemalizm’den etkilendiğini ortaya çıkarıyordu. Türkiye devrimci hareketinin devrimci ve komünist önderleri Mahir, Deniz ve İ. Kaypakkaya 12 Mart faşizmi tarafından kurşuna dizildiler, idam edildiler, işkence hanelerde katledildiler. Bugün dahi Mahir’lerin Deniz’lerin ve komünist bilge, Diyarbakır zindanlarını aydınlatan meşale Kaypakkaya yoldaşın yerleri doldurulamadı. Bu vesile ile 12mart faşizminin tüm mağdurlarını anıyoruz. Aradan bunca yıl geçti ama karanlık bir dönemin izleri bizlerle yaşıyor. Unutmadık. Unutmayacağız.