HER ŞEYİ KAZANMAK İÇİN BÜYÜK ÖZGÜRLÜĞÜ, BÜYÜK FİKİRLERİ, BÜYÜK TARTIŞMAYI VE BÜYÜK İDDİAYI KUŞANACAĞIZ
Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya 50 yıl önce sınıf düşmanları tarafından 90 gün boyunca işkencelerle yıldırılmaya, davasından vazgeçirilmeye çalışıldı, buna karşı “ser verip sır vermemeyi” bilinçli bir tutumla ortaya koyarak ölümsüzleşti. İbrahim yoldaş, 24 yaşında ölümsüzleştiğinde Türkiye toplum ve tarih yapısının temel kodlarını açığa çıkarmış, devrimin yolunu ortaya koymuş yüzlerce sayfalık teorik belge oluşturmuştur. O, aynı zamanda enternasyonal proletaryanın çıkarlarını gerçekleştirecek KP’nin yokluğuna ölümsüzleşmeden önce son vermeyi de başarmıştır. 24 Nisan 1972’de komünist öncü TKP/ML’nin temel kuramlarını ortaya koyarak örgütlemiş ve sınıf mücadelesinin engin denizlerine en bilinçli, donanımlı ve ileri bir yaklaşımla atılmıştır. Onun çizdiği kızıl güzergahta 50 yıl boyunca soluksuz, kesintisiz ve cüretli bir mücadele sürdürülmüştür.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın genç yaşta edindiği teorik zenginliği ve devrimin ihtiyaçlarına yanıt olmayı başaran komünist şekillenişi içinde bulunduğu şartlar belirlemiştir. Zira onun ortaya çıktığı tarihsel koşullara baktığımızda dünya çapında “biricik” olmadığını görüyoruz. Söz konusu dönem, dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinde var olan statükoyu sarsan büyük çalkantıların olduğu bir dönemdir. Bilinen tüm doğruların alt üst olduğu, tarih ve toplum biliminin artık bir sıçrama evresine girdiği ve proletaryanın bilimsel dünya görüşünde yeni ufukların belirdiği bir süreç yaşanmıştır. Zira Başkan Mao önderliğinde gerçekleşen Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) proletaryanın önderlik çizgisine, kendisini yok etmeye muktedir olan yoluna ve amaçlarına onun bağımsızlığını koruyacak şekilde yepyeni bir perspektif oluşturmuştur.
Başkan Mao; sosyalizmin inşa edilmesi, komünizme doğru geçişin uzun süreli bu aşamasındaki çelişkileri Sovyet ve Çin deneyimlerini inceleyerek yeni sonuçlar çıkarmıştır. Bu sonuçlara uygun olarak bir sınıf mücadelesi ekseni kurmuştur. Başkan Mao, “Herkesten yeteneğine göre, herkesin ihtiyacına göre” şiarının tüm toplumsal ilişkileri, fikirleri kuşatana kadar burjuva mantığının dar sınırlarının devam edeceği, bunun alt edilmesinin ise ancak sınıf mücadelesine soluksuz devam etmekle olanaklı olduğu kavrayışına dayanmıştır. Başkan Mao, sosyalizmde sınıfların varlığının devam ettiği ve doğal olarak sınıf mücadelesinin sürdürülmesinin bir gereklilik olduğunu vurgulamıştır. Mao yoldaş “Sosyalizmde özel mülkiyet hâlâ vardır, küçük grup hala vardır, aile hala vardır” diyerek durumu en özet şekliyle ifade etmiştir. Sosyalizmin, “burjuvalaşma hakkına” karşı proletaryanın bir mücadele süreci olduğunu belirtmiştir. Sadece eski, geleneksel burjuvazinin değil, parti içindeki üst düzey konumlarıyla zenginlikler ve imtiyazlar tahsis edebilen yeni burjuvazinin de zenginliklere, siyasi güce ve imtiyazlara erişimlerinin sosyalizmde zemini olduğunu belirtmiştir. Bu burjuvalaşmanın, parti içerisinde yoğunlaşması ve ortaya çıkmasının sosyalizm için bir tehdit olduğunu net bir yaklaşımla belirlemiştir. Bu anlamda parti içinde ortaya çıkan bu yeni burjuvazi ve revizyonist çizgiyle mücadeleyi proletaryanın başlıca hedefi haline getirmiştir. Başkan Mao, proletaryanın dünyayı fethetmeye dayalı bilimsel dünya görüşüne artık sosyalizmde sınıf mücadelesinin zorunlu, kaçınılmaz ve sürekli olduğunu eklemiştir.
Sosyalizmin anavatanı Sovyetlerde ve ona önderlik eden SBKP’de; Stalin’in ölümünden hemen sonra, önce Marksizmin ilkelerini aşındırılmış daha sonra ise sosyalist sistemi “barışçıl” biçimde kapitalizme sürükleme durumu ortaya çıkmıştır. Mao yoldaş, Kruşçev önderliğinde inşa edilen bu modern revizyonizme karşı Marksizmin kızıl bayrağını uluslararası ölçekte dalgalandırmmıştır. Burjuvazinin dışarıda değil içeride olduğunu ve bu durumun Komünist Parti içinde ve sosyalizmde sınıf mücadelesinin durmaksızın sürmesinin bir tezahürü olduğunu belirlemiştir.
Mao yoldaş yoğunlaşmasını sosyalizm ve sınıf mücadelesi üzerine odaklamıştır. Tüm partiyi ve Enternasyonal Komünist Hareketi, bu sorun üzerinde durmaya çağırmış, sosyalist inşa ve sınıf mücadelesi sorunlarını bütünlükle ve diyalektik tarihsel materyalist bakış açısıyla ele almaya yoğunlaştırmıştır. Başkan Mao, “Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıflar mücadelesi, farklı siyasi güçlerin arasındaki sınıflar mücadelesi ve proletarya ile burjuvazinin ideolojik cephedeki sınıflar arası savaşımı, uzun süreli ve zorlu olduğu gibi kimi dönemlerde son derece keskin bir hal alır. Proletarya da burjuvazi de dünyayı kendi perspektifi uyarınca değiştirmeye çalışan toplumsal sınıflardır. Bu bağlamda, nihai galibin kapitalizm mi; yoksa sosyalizm mi olacağı sorusunun cevabı hala verilmemiştir” diyerek enternasyonal proletaryanın komünizme kadar sürecek mücadelesine yepyeni bir itim, yaklaşım ve cüret kazandırmıştır.
Başkan Mao’nun bu yaklaşımı kuşkusuz diyalektik materyalist felsefeyi kavrama, derinleştirme ve sistematize etmesiyle doğrudan ilintilidir. O, sorunları inceleme yöntemi, ele alış ve tutum geliştirmeyi bir bütünlük içinde ele almıştır. “Felsefe, ancak sınıf mücadelesi varsa var olabilir. Pratikten kopuk olarak epistemoloji (bilgi teorisi) tartışmak zaman kaybıdır” ifadeleriyle Mao, çelişkileri tespit etmenin aynı zamanda onu çözüme kavuşturmayı içeren bir sınıf mücadelesi perspektifinden ele alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda parti içinde ya da dışında, sosyalizmde ya da devrim mücadelesi içinde, doğa içinde ya da kitleler içinde ortaya çıkan her sorunu bilimsel yaklaşımla ele almak ve çözüme kavuşturmak gerektiği üzerine Marksist yaklaşımı geliştirmiş ve derinleştirmiştir. Peki hangi şartlarda? Proletaryanın iktidarı kazandığı, sosyalizmi inşa sürecine girdiği ve bunun yarattığı çelişkilerin ortaya çıktığı şartlar içinde.
Mao yoldaş için felsefe, sınıf mücadelesinin varlığına bağlıdır. Sınıf mücadelesi içinde Marksist felsefe; durumu anlamak, kavramak ve toplumsal-tarihsel değişimi sağlayacak yönün tayin edilmesinde proletaryanın en önemli silahıdır. Mao yoldaş diyalektik tarihsel materyalist yönteme sunduğu büyük katkıyla Marksist felsefenin teorisini kuran yaklaşımıyla enternasyonal proletaryayı büyük bir silahla donatmayı başarmıştır. O, diyalektik materyalizmin tek bir yasası olan zıtların birliği ve mücadelesini ispatlarken aynı zamanda sınıf mücadelesini ve ona önderlik etmeyi, sosyalizmdeki geri dönüşlerin nedenlerini kavramaya dair bir yön çizmiştir. “Zıtların birliği kavramını ve zıtların birbirlerine dönüştüğünü anlatmak için sayısız örnek vermeli, onlarca, yüzlerce, örnek vermeliyiz. Ancak böylece ideolojimizdeki hataları düzeltebilir, kavrayış̧ düzeyimizi yükseltebiliriz” (Mao) şeklinde yaklaşımını formüle ederken parti içinde ve sosyalizmde süren mücadelelerin nesnelliğine ve buna karşı ideolojik hataların nasıl düzeltilip sınıf savaşımında muzaffer olunacağına işaret etmiştir. O, sınıfların varlığının korunduğu zeminde proletarya ile burjuvazinin karşıtına dönüştüğünü belirtmiştir. İki sınıf arasında komünizme kadar burjuva mantığının alt edilene kadar savaşımın süreceğine ve sosyalizm de devrimlerle proletaryanın nihai amacı olan kendini de yok etme noktasına gelecek sürecin zorunluluğunu vurgulamıştır.
Mao yoldaş, sınıflara bölünmüş toplumsal yapıda parti içinde sosyalizm şartlarını da içerecek şekilde sınıf mücadelesinin hangi seyri izleyeceğini şu eşsiz formülasyonla ortaya koymuştur: “Birleşiriz, bir süre çalıştıktan sonra fikirler ayrılır ve bu mücadeleye dönüşür, ayrılıklar ortaya çıkar, bir kere daha bölünmeler olur. Her geçen gün ve her geçen yıl birleşmeye devam edemeyiz. Birlikten söz ettiğimiz anda ayrılık da mevcuttur; ayrılık mutlaktır. Birlikten söz ettiğimiz anda ayrılık devam etmektedir; yapacak işimiz olmasının nedeni işte budur. Durmadan bölünmez birlikten söz etmek ve mücadeleyi ağzınıza almamak, Marksist Leninist bir tutum değildir. Birlik mücadeleden geçer ve sadece bu yolla sağlanabilir. Parti içinde, sınıflar konusunda ve halk içinde de bu geçerlidir. Birlik mücadeleye dönüşür ve yeniden birlik sağlanır.” Mao yoldaş kuşkusuz birçok revizyonistin iddia ettiği gibi bu yaklaşımla proletaryanın tarihsel yok oluşunu inkâr eden, komünizmi imkânsız kılan bir duruma işaret etmez. Bu yaklaşım, sınıfların varlığının doğurduğu gerçekliğe karşı proletaryayı mücadelede donanımlı kılmaya yarayan bilimsel bir tutuma işaret etmektedir. Tarihsel ve toplumsal ilerlemenin komünizme giden sürecinin nasıl bir karakter kazanacağına, proletaryanın bu durumda mücadelesini nasıl şekillendirmesi ve çelişkiler karşısında nasıl konumlanması gerektiğini ortaya koyan bir yaklaşımı teorileştirmektedir. Mao yoldaşın Marksist-Leninist çizgisi ve bilimsel ele alışındaki derinlik onun bu bilimi yeni bir evreye sıçratmasına zemin oluşturmuştur. Sınıf mücadelesini, tarih ve toplumsal gelişmeyi, komünizme doğru ilerleyiş sürecini, proletaryanın üstlendiği sorumluluğun yeni niteliklerini, önderlik meselesini, kitlelerin rolünü ve gelişim dinamiklerini bu bilimsel yaklaşımla adeta yeni ve yönlendirici bir düzeye taşımıştır.
Başkan Mao’nun önderliğinde devrim ve devrim sonrası sosyalizmi inşa etme süreci nesnel durumu anlama, kavrama, buna uygun olarak tam bir iddiayla konumlanma ve hiç kuşkusuz bilimsel yaklaşıma dayanarak cüret etme şeklindedir. O, “birleşmeye dayanmayan mücadeleyi solculuk, mücadeleye dayanmayan birliği ise sağcılık” olarak mahkûm etmiştir. Bu sınıf mücadelesine tam anlamıyla diyalektik materyalist bir yaklaşımdır. Tutumu aynı zamanda Marksizm-Leninizmin devrimci ruhudur.
Mao yoldaş sosyalizmde sınıf mücadelesinin sürdüğünü ve “burjuvazinin mi proletaryanın mı kazanacağının belli olmadığını” işaret ederken; zıtların birbirinin yerini alabileceğine dair yaklaşımıyla revizyonizme karşı kılıcını keskinleştirmiştir. Sovyetlerin modern revizyonizmin eliyle sinsice kapitalist yola sokulması ve Çin içindeki revizyonistlerin de aynı yolda ilerlemesi durumu Mao’yu hem uluslararası alanda hem de ÇKP içinde güçlü bir savaşıma itmiştir.
Bu bağlamda Çin’de Yeni Demokratik Devrim sürecini statü haline getirmeye ve adeta toplumsal gelişmeyi burada çakılı tutmaya çalışan revizyonist çizgiye karşı durmaksızın bir mücadele süreci içinde olmuştur. Başkan Mao ileri görüşlülüğünü sürekli korumuştur. Her zaman, şimdi ve gelecek arasındaki bağlantıyı, geleceğin şimdide bulunan unsurlarının varlığını kavramayı bilmiştir. Devrimci dinamikleri de karşı-devrimin tehlikesini de çelişkileri yakından inceleyerek açığa çıkaran, olası sonuçların ne olacağına dair güçlü yaklaşımlar sergileyen bir konumlanış içinde olmuştur.
Çin’de sosyalizmin inşa edilme süreci boyunca, ekonomik temel ile üst yapı arasındaki çelişkiyi doğru bir tanıma kavuşturmuştur. Ekonomik temelin yani üretim ilişkilerinin, üretim araçlarının ve üretici güçlerin dönüşmesinin yeterli olmayacağını bu temele dayalı bir gelişmeyi esas almanın sosyalizmde sınıf mücadelesini belirsiz kılacağını belirlemiştir. Bu bağlamda üst yapıda köklü, sürekli, mücadeleye ve devrimlere dayanan bir sürecin işletilmediği noktada revizyonizmin burjuva diktatörlüğünü örgütlemekte zorlanmayacağını ortaya koymuştur. Bu bağlamda revizyonizmi açığa çıkararak, sallanan kızıl bayrağın gerçekte beyaz bayrak olduğunun sınıf mücadelesiyle ortaya serilebileceğini göstermiştir. Tüm bu eksende Çin’de sosyalizmin inşasında yaşanan sorunları dayanak yapan revizyonizme karşı çeşitli biçimlerde mücade sürdürmüştür. 1966’ya gelindiğinde ise artık kitlelerin de aktif şekilde harekete geçtiği ve parti içinde yuvalanmış ve partiye önderlik eden burjuvalaşmış karargahlara açık saldırıya geçilmiştir.
Lenin yoldaşın, revizyonizmin “durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişimlerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, tüm kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarlarını gerçek ve varsayılan avantajları uğruna feda etmek” olarak tanımladığı politikası, devrim süreçleri ya da sosyalizmin inşa sürecinde de görülebilecek özelliklerdir. Ancak sosyalizmin inşasında revizyonizmi açığa çıkarmak daha zorlu bir durumdur. Revizyonizm, kızıl bayrakla iktidarını sürdürür, sosyalizasyon politikalarına angaje şekilde kitlelerin bilincini karartır. Sosyalizmde sınıf mücadelesinin, sınıf çelişkilerinin varlığının kabul edilmediği nokta ise “burjuvalaşma hakkına” yönelik nesnel zemine karşı proletaryanın ve halk kitlelerinin uyuşturulması durumu ortaya çıkar. Zira sosyalizmde gelirdeki farklılıklar, bireylerin üretimde meşgul oldukları uzmanlık pozisyonları, kişilerin yönetimde ve önderlikte aldıkları özel roller, kafa ve kol emeği arasındaki çelişki, kır ve kent arasındaki fark gibi gerçeklikler ve genel meta-para ilişkileri yeni burjuvazinin ortaya çıkma zeminidir. Bu zemin varlığını koruduğu müddetçe toplumsal yapıdaki burjuva nüveleri gelişme ve merkezileşme olasılığını hep korur. Burjuvazinin odak noktası ise revizyonist çizgi ile parti ve devlette yönetici mevkilerin gasp edildiği yerlerdir. Parti içinde ya da parti ile kitleler arasında, sosyalist devlet ile kitleler arasında kitlelerin yönetilen, edilgen duruma düşürüldüğü hiyerarşinin sönümlendirilmediği ayrıcalık olarak işlevlendiği durumda proletaryanın birincil çıkarları yerine “burjuvalaşma hakkının” örgütlenmeye başlandığı açıktır. Geniş kitleler; siyaset, felsefe, bilim, sanat, kültür vb. alanlarda özne değil nesne, yöneten değil yönetilen, aktif değil edilgen duruma düşürülmeye başlanır. Bu durum revizyonizmin kitleler üzerinde mutlak egemenliğini sağlamasını getirir.
Başkan Mao, sınıf mücadelesinin sosyalizm şartları altında devam ettirilmesi zorunluluğunun altını bu temele dayanarak çizmiştir. Üretimden savunmaya, eğitimden tüketime kadar her konuda doğru siyasetin tayin ediciliğini savunmuştur.
Burjuvaziye karşı mücadelede ve sosyalizmin inşasında Başkan Mao, kitlelerin devrimci rolünün belirleyiciliğini en temel mesele olarak ortaya koymuştur. Revizyonizmle mücadeleyi “daraltılmış bir tasfiye” değil kitlelerin mücadele içinde misyonunu ve rolünü açığa çıkara meselesi olarak ele alır. “Parti içindeki kapitalist yolculara karşı mücadele başlıca görevdir; ama nihai hedef değildir. Nihai hedef, insanların dünya görüşlerini dönüşüme uğratmak ve revizyonizmi ortadan kaldırmaktır” diyerek kitlelerde yaratılması gereken değişimin ne olduğunun altını çizer. Ekonomik gelişim, teknoloji, savunma, kültür ve eğitim sorunları vb. komünist topluma geçisin koşullarını sağlamaya ve bunun için sınıf mücadelesini ilerletmeye hizmet etmesi gereken araç̧ ve aşamalardır. Bu araçlardaki gelişimi bir amaç olarak belirlemez. Her birini kitleleri ilerletme, özneleştirme, aktif ve bilinçli unsur haline getirme meselesi olarak tanımlar. Tüm bu araçların hangi sınıf ve ideolojiye hizmet edeceği sorunu sosyalizmde esas sorunlardan biridir. Doğru siyaset ve kitleler olmaksızın hiçbir gelişmenin komünist amaçlara ulaşmayı sağlamayacağı ve hatta burjuvazinin gelişimine ve revizyonizmin egemenlik kurma mücadelesine hizmet edeceği Sovyetler ve Çin deneyimleriyle kanıtlanmıştır. Başkan Mao, kitlelerin bilincinde değişimi sağlamadan gerçek bir devrimci ilerlemenin olmayacağını net bir şekilde ortaya koymuştur.
İşte Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne zemin sunan ana halka budur. Parti içinde proleter çizgi ile burjuva çizginin, sosyalizmin inşası ile kapitalist restorasyoncu çizginin mücadelesinde Mao yoldaşın kitleleri bir devrimi işaret ederek harekete geçirmesinin özünde bu yaklaşım yatmaktadır. Başkan Mao, ÇKP içinde her zaman çok güçlü ve kuşkusuz kudretli bir konumdadır. BPKD’yi parti içi bir iktidar mücadelesine indirgemek Mao yoldaşın yaklaşımını anlamamak hatta basitleştirmektir. Kuşkusuz Mao yoldaş sorunu sadece parti içi bir meseleye indirgeyerek ele aldığında itibarı, gücü ve olanaklarıyla son nefesine kadar bir hakimiyet oluşturma durumu ortaya koyabilirdi. Ancak onun için asıl mesele kitlelerin dahil olduğu, harekete geçtiği ve dönüşümü sağladığı bir devrimci süreci sosyalizm içinde gerçekleştirmesidir. Şu yaklaşımı bunu çok açık şekilde ortaya koymaktadır: “İnsanların dünya görüşleri dönüşüme uğratılamazsa, şu anki Büyük Proleter Kültür Devrimi süreci 2000 kapitalist yolcuyu ortadan kaldırsa dahi bir dahakine 4000 tanesinin ortaya çıkması kaçınılmazdır.” Bu yaklaşımdan dolayıdır ki komünizme kadar onlarca kültür devriminin gerekli olduğuna işaret etmiştir.
Büyük Proleter Kültür Devrimi bir siyasi iktidar mücadelesidir. Ancak daha da önemlisi bir ideolojik ve kültürel devrimdir. BPKD’nin deklarasyonunun ilk maddesini buraya eklemek kültür devriminin ne olduğunu anlamak açısından zihin açıcı olacaktır: “Burjuvazi alaşağı edilmiştir, ama bu sınıfın temsilcileri, sömürücü sınıflardan arta kalan eski fikirleri kültürü, adetleri ve alışkanlıkları halkın aklını çelmek ve bir kez daha iktidara gelebilmek için kullanmaktadırlar. Proletarya buna cevap vermek zorundadır: burjuvazinin ideolojik düzlemde attığı her adıma karşı yeni fikirleri, yeni kültürü, yeni adet ve alışkanlıkları kuşanarak karşı-saldırıya geçmek halkın bakış açısını dönüştürmek zorundadır. Şu anda en birincil hedefimiz kapitalist güzergahı seçen iktidar sahiplerine karşı mücadele etmek ve onları alaşağı etmek; gerici burjuvazinin fikirlerinden beslenen akademik otoriteleri eleştirmek ve iddialarını geçersiz kılmak ve eğitimi, edebiyatı, sanatı ve tüm diğer alanları sosyalist iktisada dayalı alt yapıyla bağdaşmayacak şekilde dönüşüme uğratmayı isteyen burjuva ideolojisine karşı mücadele ederek sosyalist sistemi korumak, sistemin gelişimine yardımcı olmaktır.”
Yani BPKD burjuva anlayışa, ideolojisine, dünya görüşüne, siyasetine karşı açılmış kapsamlı bir devrimci savaşımdır. Gericileşmiş burjuva unsurları partiden ve toplumsal yapıdan temizlerken, aynı zamanda bunun etkisinde kalmış geniş kitleleri proleter ideoloji, siyaset, dünya görüşü ve kültürüyle donatmayı içermektedir. Denilebilir ki BPKD, esas olarak ideolojik temelde, toplumsal bir devrimdir. “Burjuvalaşma hakkını” yok etme kampanyaları, Kültür Devrimi’nin Dört Büyükleri’nden; “Büyük puntolu afişler, büyük özgürlük, büyük fikirler, büyük tartışma” vs. gibi argümanlar sorunun ideolojik temele dayanan yaklaşımlarıdır. Mao’nun geniş kesimlerin sadece %5’inin karşı-devrimci kapitalist yolcu olduğuna ama bu kesimin kamuoyu oluşturma ve siyasi çizgiyi belirleme gücüne vurgu yaparak geri kalan kesimlerdeki etkisini kırma, bu kesimleri devrimci sürece katma ve değişime tabi tutma vurguları da kitle çizgisindeki berraklığı kavramak açısından önemlidir. BPKD’yi salt siyasi iktidar mücadelesi olarak tanımlamanın, belirleyici olan ideolojik mücadeleyi ve kitlelerin dünya görüşünde sağlanması gereken köklü değişim hedefini yok saymak anlamına geleceği açıktır. Başkan Mao, “karşı çıkmak, özellikle burjuva ‘otoritelerine’ karşı çıkmak, yıkmak demektir. Bu yıkım olmadan sosyalizmin inşa edilemeyeceği gibi birinci olarak mücadele, ikinci olarak eleştiri, üçüncü olarak da dönüşüm gerçekleştirilemez. Bürolarda oturup rapor dinlemenin bir yararı yoktur. Tek yol kitlelere dayanmak, kitlelere güvenmek, sonuna kadar mücadele etmektir” vurgusu, kitleler harekete geçmeksizin dönüşümün ve devrimci temelde ilerlemenin olanaklı olmadığını bize göstermektedir.
BPDK’nin ana sloganlarına odaklandığımızda sınıf mücadelesine ve kitlelerin dünya görüşünün şekillenişine dair özü yakalamak olanaklı olacaktır: “Mücadeleye Cüret Et, Kazanmaya Cüret Et”, “Bütün Zorlukları Aş”, “Günü Yakala, Anı Yakala”, “İsyan Etmek Meşrudur”, “Kitlelerden Kitlelere”, “Liberalizm ile Mücadele Et”, “Akıntı Yanlış Yönde ise Akıntıya Karşı Yüzmekten Korkma”, “Tarihin İtici Gücü Sadece ve Sadece Halk Kitleleridir”. Kültür Devrimi ve daha doğrusu ona yön veren Marksist-Leninist-Maoist tutum yüzlerce doğruyu içermektedir. Ancak tüm hepsinin toplandığı formülasyon, “gericiliğe isyan etmek meşrudur” şeklindedir. Büyük Proleter Kültür Devrimi, sosyalizmin kitlelerle inşa edilmesi, komünist dünya görüşünün yani proletaryanın sönümlendirilmesi mücadelesinin “burjuva mantığından” arındırılmasının o andaki çelişkilerle tezahür eden yanıyla savaşımıdır. BPKD, gerici emperyalist kuşatmaya, onun fikir ve kültürüne, revizyonist dünya görüşüne ve kapitalist yolun inşa edilmesine karşı “meşru” bir isyandır.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ortaya çıktığı koşullar, oldukça genç yaşta edindiği teorik zenginlik ve devrimin ihtiyaçlarına yanıt olmayı başaran komünist şekillenişi belirleyen bir faktördür. Zira onun ortaya çıktığı tarihsel koşullara baktığımızda dünya çapında “biricik” olmadığını görüyoruz. Birinci olarak İbrahim yoldaş kendisini ve kurduğu TKP/ML’yi, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin bir ürünü olarak tanımlarken BPKD’nin tam da bu tepeden tırnağa cüretkâr yanına işaret etmektedir. İkincisi, böylesi bir çıkışı yaparken “biricik” değildi. Çünkü dünya çapında Başkan Mao önderliğindeki komünist kamp ile revizyonist kamp arasında keskin bir mücadele söz konusuydu. Başkan Mao’yu takip eden devrimciler revizyonist akımlarla mücadele ederek Marksist-Leninist temelde kopuşlar gerçekleştiriyordu. İbrahim yoldaş bu yüzden bu kopuşta “biricik” ve istisna değildir. Bu süreç sadece İbrahim yoldaşı ve TKP/ML’yi açığa çıkarmamıştır. Bu süreç Peru’da Başkan Gonzalo’yu şekillendirmiştir. Filipinler’de Sison’a yön vermiştir. Yine tüm dünyayı kasıp kavuran Hindistan’da Naksalbari Hareketi’nin önderi Çaru Mazumdar’i açığa çıkarmıştır.
Rosa Lüksemburg, “Her çağın kendi insani materyalini oluşturduğunu hatırlamamız gerekiyor; eğer herhangi bir dönemde teorik taraftarlara gerçekten ihtiyaç varsa, dönem bu ihtiyacın karşılanması için gerekli güçleri yaratacaktır” diyor. İşte Kaypakkaya, Gonzalo, Sison, Çaru Mazumdar revizyonizmden keskin kopuşun, kitlelerin bilincini ve hareketini ileri taşıyacak ihtiyacın açığa çıktığı ve belirginleştiği bir dönemin güçlü komünist-devrimci önderleri olarak ortaya çıkmıştır. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru bir sınıfın parçası, doğru bir ideolojik konumlanışın arayışı ve mücadele azmi ile dolu olan bir şekillenişin sonucu olarak bu önderler ortaya çıkmıştır.
İbrahim yoldaş, Gonzalo, Sison, Çaru Mazumdar, Başkan Mao önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin işçi sınıfının bağımsız yönelim ve tutumuna dair açtığı yeni ufuk ve perspektifle şekil almıştır. “Keşfedilmemiş bölgelere cesur uçuşlar” için devrimci ruhu kanatlandıran ilhamı bu kaynaktan almış ve korkusuz uçuşlarla toplumsal ve siyasal sorunlara, devrim meselesine dair öncü düşünceler, teorik temeller oluşturmuştur.
Tarihsel şahsiyetler, tarihin akış seyrine bir tarihsel kesitte yanıt olabildiği zaman bu vasfı kazanırlar. Biz biliyoruz ki tarih ezen ve ezilenlerin mücadelesinin ürünüdür. Tarihsel şahsiyetler de bu mücadelenin simgeleşmiş kişileridir. Tarihi onlar yazmaz, tarihi yazan kitlelerdir. Onların mücadelesi çoğu zaman belli şahsiyetler nezdinde sembolleşir. Kitlelerin mücadelesine, ihtiyaçlarına ve tarihsel eğilimlerine karşılık gelecek şekilde konumlanmış ve önderleşmiş kişiler, tarihselleşir.
1970’lerde bahsettiğimiz dört tarihsel şahsiyet, farklı coğrafyalarda tam da böyle bir sürecin, ihtiyacın ve gelişmenin ürünüdür. Onlar sınıf mücadelesinin yükseldiği bir dönemin içinde büyüyüp serpilmiştir. Sadece sınıf mücadelesi içinde olmak o tarihsel kesitin ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Sınıf mücadelesi, örgütlenme ve örgüt ihtiyacını daha fazla açığa çıkarmıştır. Örgüt ihtiyacı ileriye doğru örgütlenmeyi dayatmıştır. Bu durum ise gerçeğe uygun ve ileri bir teorinin rehberliğini…
İşte bu komünist önderler gerçeğin bilgisine ulaşmanın izini korkusuzca sürmüştür. Devrimci pratiğin sonuçlarından çıkarılması gereken esas görev gerçeğe hâkim olmaktır. Devrimci teoriye koşar adım ulaşmanın tılsımı da budur. Bu tarihsel şahsiyetler ve ülkelerinin devriminin rehberi olan önderler, devrimci teori ve devrimci pratiğin diyalektik ilişkisini kavrayışta oldukça meziyetlidir. Devrimci pratik gelişip büyüdükçe “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” önermesine sıkıca sarılmışlardır. Onların sürekli ileriye doğru örgütlenmesi ve dönemin en ileri örgütlülükleri içinde yerini alması tarihsel ihtiyacın bilincine varmalarıyla şekillenmiştir. Bu noktada yüksek devrimci enerji, maceraperest ruh hali ve devrimci romantizmi değil cüretli şekilde proletaryanın bağımsız eylemi ile halkın kurtuluş mücadelesinin yolunu örgütlemeyi getirmiştir.
Bu büyük ve tarihsel şekilleniş, Büyük Proleter Kültür Devriminin ezilen toplumsal kesimlerde yarattığı ihtilalci ruhla şekillenmiştir. Halkın kurtuluş mücadelesi arayışı BPKD’nin cüretiyle devam etmiştir. Tabu sayılan, olanaksız görülen, aceleye getirilen, muğlak olan, gerçeklikle çelişen her duruma yönelen bir devrimci hamle vardır dört önderde de. Doğru bilinen yanlışlar, gelişmeyi köstekleyen ideolojik teorik tutumlar bilimle donanmış eleştiri süzgecine takılmış, güçlü hamlelerle adeta farklı coğrafyalarda ama ortak bir şekillenişle dört komünist-devrimci önder tarafından yıkılmıştır!
Kaypakkaya yoldaş, Sison, Gonzalo ve Mazumdar, Mao yoldaşın disiplinli, adanmış, yüksek kavrayışlı öğrencileridir. Bu ideolojik kuşanmışlık, onların düşünce sistematiğinin, ihtilalci-komünist hamlelerinin en temel sırrıdır. İhtiyaçlar onları iyi bir öğrencilikten hızla atak, pratik ve cüretli bir öğretmen olmaya terfi ettirmiştir.
BPKD’nin ürünü olan bu dört önderi müstesna kılan bir özellik de iddialı olmalarıdır. Devrim ve iktidar mücadelesine sıkıca bağlı olmalarıdır. Toplumsal gelişmelerin seyrini bu iddialı duruşla kaynaştırmaya odaklanmışlardır. Partilerini örgütlerken de şekillendirirken de büyük ve yeni toplumsal gelişmelerin seyrini sezerek hazırlamaya girişmişlerdir. Kılık değiştiren çelişkileri, iç kavgaları ve değişimleri kavrayarak ilerlemişlerdir.
Uluslararası düzeyde komünist hareketle revizyonizm arasındaki mücadelede bu dört önder, modern revizyonizme net ve keskin tutum almayı başarmıştır. Bu konumlanış aynı zamanda kendi ülkelerindeki revizyonist akımlarla belirgin çizgiler çekmelerini de sağlamıştır. Kruşçev revizyonizminin “barış içinde bir arada yaşama” teorisi ile şekil alan revizyonist, reformist ve tasfiyeci “Komünist Partiler” karşısında MLM’nin bayrağını en güçlü şekilde dalgalandırmışlardır. Başkan Mao, “Ütopik sosyalistler daima burjuvaziyi iyiliksever olmaya ikna etmeye çalışırlar” diyor. Modern revizyonizmde, Marksist-Leninist ilkeleri ütopik sosyalistlerin izinden giderek benzer şekilde terk etmişlerdir. Revizyonistler sınıf mücadelesinin, onun hedef ve amaçlarının, proletarya önderliğinde ezilen sınıfların ve ulusların kurtuluşlarının tüm içeriğini boşaltmaktan geri kalmamışlardır. Egemen sınıflarla halkın çıkarları arasındaki uzlaşmazlığı karartan, mücadelenin bu karakterini iğdiş eden “barışçıl yollarla” sosyalizm ve devrim mücadelesini esas haline getirmişlerdir. Revizyonizm bütün yoğunlaşmasını, yeteneklerini, birikim ve deneyimlerini, mücadele rotalarını, strateji ve taktiklerini dünya görüşlerine ve sınıfsal niteliklerine uygun şekilde, egemen sınıfları ve onların bir kısım temsilcilerini gerici düzenin ve emperyalist tahakkümün adaletsizliğine inandırmaya çalışmışlardır. Bu şekilde bir düzeltme sağlanacağına ve bunun halk için yeterli olacağına, barışın ve toplumsal huzurun bu şekilde geleceğine inanan hayaller kurmuşlardır. Dolayısıyla gerici ve revizyonist görüşlerine, ilkel burjuva sosyalist anlayışlarına Marksizmi ve Leninizmi alet etmişlerdir. Bu revizyonist yaklaşım, halkın mücadelesinin dostu gibi görünerek, halk kitlelerinin hareketini bir sorun görüp onun gelişen hareketinin karşısında sadece “dehşete” düşmüşlerdir.
İşte Başkan Mao’nun bu dört öğrencisi kendi ülkelerindeki bu akımlara, yaklaşımlara, reformist ve revizyonist ahmaklığa karşı kızıl sancağı dalgalandırmışlardır. Kaypakkaya, Mazumdar, Gonzalo ve Sison, ideolojiyle politikanın, teoriyle pratiğin, strateji ile taktiğin, ussal olan ile algısal olanın, ilkesel olan ile örgütsel esnekliğin, partiye önderlik ile devrime önderliğin ilişkisi ve ayrımına hakimiyet kurarak, kitlelere sonsuz bir güven ile kendi ülkelerinde halkın kurtuluş programını ve savaşımını inşa etmişlerdir.
Onlar halkın hareketinden, onun yarattığı devrimci dönüşümden ürkmek, çekinmek bir yana onu daha güçlü kılacak, zafere taşıyacak komünist önderliği tesis etme çabasına girmişlerdir. Devrimin yolu ve çizgisi noktasında, silahlara dayanmayan bir devrimin olanaklı olmayacağının en üst düzeyde bilincine ulaşmışlardır. Kendi ülkelerinde halkın kurtuluşu için savaşımını örgütlemekten bir an dahi geri durmamışlardır. Her biri kendi ülkelerinin emperyalizme bağımlı, yarı-feodal karakterin dayattığı toplumsal devrimin olanaklarına yoğunlaşmışlardır. Buna önderlik etmeye muktedir KP’leri inşa sorumluluğunu omuzlamışlardır. Silahlara dayanmaksızın devrime önderlik edecek partinin komünist niteliği kazanamayacağını en ileri düzeyde kavrayışa sahip olarak hareket etmişlerdir. Bu temelde MLM ilkelere dayanan bir komünist öncüyü örgütlerken halkın bir bütün savaşmasına dayanan, parça parça iktidarı alarak gericiliği yok etmeyi hedefleyen Halk Savaşı stratejisini kendi ülkelerine yaratıcı şekilde uygulamayı başarmışlardır.
Devrimci savaşın içinde çelikleşen bir parti anlayışı, devrim için MLM ilkelere sıkı sıkı bağlanmış bir parti önderliğinde Halk Savaşı stratejisine tüm enerjileri, birikimleri ve yeteneklerini sevk etmişlerdir. Bu yönüyle tepeden tırnağa BPKD’nin ruhunu, yarattığı yeni ufku ve perspektifi kuşanmış ve kendi ülke devrimleri için enternasyonal proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırmışlardır.
Revizyonistlerin, reform ve uzlaşma çizgisiyle yüzeysel ya da soldan bir kopuş değil tam ve kesin bir sınıfsal kopuş içinde olmuşlardır. Lenin ve Mao’nun bu açıdan iyi birer öğrencisidirler. Toplumsal devrimin karakterini “Yeni Demokratik Devrim” programı ile formüle etmişlerdir. Bunu silahlı, illegal ve proleter hareketin önderliğinde gerçekleşecek bir devrim olarak ortaya koymuşlardır. Proletaryanın bağımsız eylemi, bağımsız programında kararlı ve ısrarlı ancak tüm devrimci sınıfları birleştirmeye muktedir yapısını berrak bilinçle ve bilimle savunmuş ve ülke özgünlüklerine uyarlamışlardır.
Bu büyük ve tarihsel şahsiyetler, komünizm ve devrim davasının yılmaz önderleri, son nefeslerine kadar halkın çıkarlarının savaşçıları büyük bir devrimci miras bırakarak, revizyonizme karşı proletaryanın kızıl bayrağını yere düşürmeden ölümsüzleşmişlerdir. Her biri emperyalist gericiliğin, faşist devletlerinin saldırılarına maruz kalmış bu saldırılara karşı yaşamlarını direniş, mücadele, devrim, sosyalizm ve komünizm davasına adamışlardır.
Bekle,
Döneceğiz, bir gün zafer şarkılarıyla
ve kahkahalarla.
Ve unutma;
Hiçbir şey zor değildir şu dünyada,
Dorukları fethetme cesaretin varsa. (Başkan Mao)
Bugün onların temellerini attıkları mücadele, çizdikleri kızıl güzergâh, örgütledikleri komünist partiler tüm zorluklara, gerici saldırılara, mücadele içinde oluşan büküntülere, sosyalizm ve sınıf mücadelesi bitti naralarına, tasfiyeciliğe ve reformist kuşatmaya rağmen Halk Savaşı güzergahında halkın kurtuluş pusulası olmaya devam ediyor. Onların bıraktıkları mirasın sahiplenicileri, bugün dorukları fethetme cesaretiyle sınıf mücadelesine yön vermeye, sınıf savaşımını yükseltmeye çalışıyor. Temelleri sağlam şekilde yenilgilerden dersler çıkararak süreci karşılama ve devrimin bayrağını dalgalandırma savaşımı sürdürüyor. Emperyalist ve faşist kudurganlık bugün tüm dünya halklarına ve ezilen uluslara acımasızca saldırıyor. Emperyalist gericilik dünyayı hızla bir savaşın eşiğine getirecek şekilde bir krizin içinde ve pazarlarda kapışma yaşıyor. Ezilen dünya halkları devrimin olanaklarını aradığı gibi aynı zamanda kurtuluşun programına sahip öncülerini arıyor. Halkların çelişkisi gün gün artmasına rağmen komünist ve devrimci harekette bir durgunluk söz konusudur. Yetersizlik ise bir gerçektir. Bu yetersizlik ve durgunluğu, sosyalist maskeli bürokratik kapitalist sistemlerin çökmesiyle Marksizm-Leninizm-Maoizmin geçersizliği ve artık yenilenmesi gerektiğine yorumlayanlar var. Biz buna hayır diyoruz. Beslendiğimiz, üzerinde yükseldiğimiz MLM teorinin gelişememesi ya da geçerliliğini yitirmesi söz konusu değildir. Tam tersi, MLM’nin yarattığı büyük sınıf mücadelesi deneyim ve tecrübesinden çıkardığımız düşünsel silahları yeterince kullanmayı öğrenmemiş olmamızdan, bunları kavramadaki yetersizliğimizdendir. Devrimci pratiğimiz ve tarihimiz, 1976’da Mao yoldaşın ölümsüzleşmesiyle dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığımız yenilgiye rağmen komünist çizgimizi özenle koruduğumuzu gösteriyor. Peru’da devrimin eşiğinden döndük. Filipinler’de devrimci savaşı onlarca kurtarılmış alanlarla ilerlettik. Hindistan’da kızıl koridorlar açtık. Nepal’de Halk Savaşının zaferin eşiğine geldiğine tanık olduk. Türkiye’de gerilla mevzilerini asla terk etmedik. Bu uğurda dağlarda, şehirlerde, okullarda, fabrikalarda, zindanlarda on binlerce komünist kızıl kanlarını akıttı. Onbinlerce komünist zindanlarda komünizm davasını yılgınlığa kapılmadan sürdürdü. En seçkin, yetkin kadrolarımızı Halk Savaşı içinde kaybettik. MLM’nin kızıl sancağını asla yere düşürmedik. Ondan şüphe etmedik. Ancak sınıf mücadelesinde, devrim davasında hala büyük yetersizliklerimiz, eksikliklerimiz söz konusudur. Biliyoruz ve haykırıyoruz ki: MLM’nin ve dört önderin temel kuramlarının ihtiyaçlarımız için yeterli olmadığı koca bir yalandır. Aksine ihtiyaçlarımız, ideolojik konumlanışımız, siyasal iktidar için şekillenişimiz MLM’nin ve dört önderin kuramlarının kullanılması için yeterli değildir. Bunu ihtiyaç haline getirmek ise ancak kitlelerin gücüne, yıkıcı ve inşa edici dinamiklerine yaslanarak mümkün kılınacaktır. Bu inancımızı derinleştirme kararlılığımız ise tamdır.