Yaşama anlam kazandıran şehit yoldaşlara…
Gerilla yaşamı, sivil yaşamın aksine büyük bir derinliğe sahiptir. Sivil yaşamdaki olay ve olguları günübirlik ele alış tarzına gerilla yaşamında yer yoktur. Bunun sebebi, yaşamın örgütlenme biçiminde ve çelişkilerin ele alınışında gizlidir. Savaşın nesnel gerçekliği içerisinde şekillenen yaşam ve ölüm diyalektiği maddi yaşama yön verir. Böyle bir durumda gerçekleşen duygu, düşünce ve bilinç farklılık gösterir. Savaşın ayrıntılarda kazanılacağı bilgisi pratiğin koşulu olur. Bu nedenle yaşamın ayrıntılarına girerek yüzeysellikten sıyrılır ve bu derinliği yakalamaya başlarsınız. Okyanusun yüzeyinde kulaç atmaya çalışmak yerine suya dalıp dipte birikenlerle bağ kurmak gibidir bu. Yoldaşlarla kurulan ilişkiden, eylem çalışmalarına kadar savaş gerçekliğinden bağımsız olmayan tersine onun ikliminde şekillenen her şeyde bu böyledir.
Bunun içinde yoldaşlarla kurulan ilişkinin ayrı bir yeri vardır. Duyguların en çok devreye girdiği zamanlardır bu zamanlar. Paylaşımın, üretimin ve böylece bir savaşa ortak olmanın derinliği yoldaşlığı farklı bir kulvara taşır ve savaş ikliminin sertliği içerisinde duygular daha çok anlam kazanır. Söz konusu olan, ‘aynı yola baş koymuşluk’ olunca şehitlik olgusu da ayrı bir değeri ifade eder. Düşünsel boyutla yani devrimci istek ve çabayla çevrelenen duygular değeri oluşturur. Duyduğunuz acı ve öfke, yaşanan pratikten çıkarttığınız derslere karışır. Şehitliği anlamlandıran da bu olur. Büyük bir acı da olsa hissettiğiniz, yaşama daha bağlı hale gelirsiniz. Şehitlik olgusu, bunun için bir değeri ama yüce bir değeri ifade eder.
Şehitliğin yüceleştiği noktada onların yaşamsal pratikleri devreye girer. Savaşa yön veriyor olmanın anlamıdır onların pratikleri. Bunun için bir fotoğraftakinden çok daha derindir bakışları. Yaşamın tam merkezine koşan ve nasıl yaşanılacağını anlatan bakışları gelip gözlerimize çakılı kaldığı an yüceleşir onlar. Ölüme can verirler böylece.
Eylem, Emel, Özlem, Dilek ve Sevda yoldaşların gözleriyle buluştuğunda gözleriniz yapacak tek bir şey kalmıştır. O andan sonra gemileri ateşe verip dalmak gerekir okyanusun derinliklerine. Bakışlarının asılı kaldığı ufuk çizgisine doğru koşmanın anlamı neyse onu yapmak gerekir. Yani koşmak gerekir, yaşamın en çok anlam kazandığı gerillaya. Şahadetin olduğu yerde kanayan bir yara var demektir ve kanayan bir yaranın acısı da büyük demektir. Eylem, Emel, Özlem, Dilek ve Sevda yoldaşların gözleriyle buluştuğunda gözleriniz gerillaya koşup yarayı sarmak gerekir. Çünkü ancak yaralar sarıldıkça daha büyük yaralar açılır hasmınızda. Yara almışsak, kurşunlar gelip saplanmış ve parçalamış demektir öfke pınarlarımızı. Bu pınardan akan su değildir, düşman mevzilerine akan öfkemizdir söz konusu olan.
Yurdal, Ünal ve Sefkan yoldaşlar, düşman mevzilerine akan öfkemiz oldular. Yaşam, içinde bir dönüşüm barındırıyorsa anlamlıdır. Dönüştürmüyor, devrimcileştirmiyorsa sıradanlaşıyor, yüzeyselleşiyor demektir. Ölümün en çok hissedildiği noktada yaşama anlam vermenin yani daha çok devrimcileşmenin yoluna girdiler. İlk kez kleşin tetiğine dokunulduğunda, dürbün ilk kez gözlere götürüldüğünde duyulan heyecanla birlikte aştılar dağları, tepeleri ve zorlukları. Girdikleri yolda, zorluklar ve engeller güçlüydü. Ama mücadele ve savaş azimleri daha da güçlüydü. Bu gücü, taşıdıkları isimlerden aldılar ve güç, Muharrem yoldaştan Yurdal yoldaşa akanlardı. Çoğalarak sürüyordu akıntı.
Şimdi, onları nasıl anlatmalı? Bilincimize asılı kalan anıları, gözlerimizle buluşan gözleri, gerillaya akan yaşamları, hayat verdikleri mütevazı gerilla yaşamları ve yaşama anlam kazandıran ölümleri…
Sistemin dışına taşan düşlerinde, düşlerinin pratiğe dönüştüğü eylemlerinde, gençlik komitelerinden gerilla birliklerine uzanan yaşamında bize neyi öğretti Ünal yoldaş? Bir isyanın ortasında, bir mevzide, söylediği bir devrimci marşta, en gür sesiyle attığı bir sloganda neyi anlattı bize Sefkan yoldaş? Omzunda silahı, elinde dürbünüyle bir karakola bakarken; bir işi yaparken ne dedi bize Yurdal yoldaş?
Gerillanın öğretmenleri şehit yoldaşlar
Gerilla yaşamının her bir ayrıntısında öğrenme büyük bir yer kaplar. Bilinen, duyulan, gözlemlenen, deneyimlenen her şey savaş süzgecinden geçirilir. Doğrular ve yanlışlar ayrılır birbirinden. Tüm çelişkiler savaş gerçekliğinde bilendiğinden keskinleşir ve böyle çözümlenir. Doğruyla yanlışın arasında bir şey bulunamaz bunun için. Bu ayrım yapılıp, doğrular pratikleştirildiği oranda öğrenme sağlanır.
Ama çelişkinin en keskin anında, yaşamla ölümün burun buruna olduğu bir pusuda silahın tetiğine hareket kazandırarak ölüme can veren şehit yoldaşlar en büyük öğretmenimizdir. Çünkü onların pratiği; durağan bir andan çok daha fazlasıdır. Zaten bunun için hissettiklerimiz bir yoldaşa duyduğumuz özlemden ve yaralarımızın acısından çok daha fazlasıdır. Bilginin sırrını içinde taşıyan pratiklerden öğrenmenin heyecanıdır söz konusu olan.
Komsomolun 2011 yılı kampında ‘Belki şimdi aldığımız sorumlulukların bizim için çok ağır olduğunu düşünüyoruz. Aslında ağır olan ayağımızda taşıdığımız zincirlerdir, onlardan kurtulmalıyız.’ demişti bize Ünal yoldaş. Bilmek pratik bir meseleyse ayağımızda taşıdığımız zincirlerden kurtulmasını öğrenmeliyiz ondan. Bıkmadan ve yorulmadan sorunlara ve bunlara yol açan çelişkilere kafa yormayı öğrenmeliyiz. Kısıtlı olanaklarla şekillenen devrimci yaşamında sızlanmak gibi bir küçük burjuva hastalığa nasıl kapılmadığını öğrenmeliyiz.
Ünal yoldaşı gençlik faaliyeti içerisinde tanıyanlar onu hep sırtında çantasıyla, ya bir yerlerden gelirken ya da bir yerlere giderken hatırlar. Böyle bir faaliyet koşturmanın, yolculuğun bol olduğu bir faaliyettir. İşin içinde bir de düşman gerçekliği olunca onun sözleriyle “seyyar olmak gerekir”. Ünal yoldaştan bir çantanın içine devrimci düşleri doldurup sırtlanmanın ne anlama geldiğini öğrenmeliyiz.
Komsomolcular için Parti olgusu her zaman canlı tutulması gereken bir yerde durur. Her şeyden önce Partinin ideolojik, siyasal çizgisi; dönem politikaları vs. sürekli olarak güncellenme gerekliliği taşır. Bu biraz da gençliğe özgül olan bir şeydir. Ama bütün bunların ötesinde Parti kültürünün, şekillenişinin gençlik örgütüne taşınması gibi bir gereklilik de vardır. Ne var ki bu ‘taşıma’ işi esasta yaşam içindeki boyutuyla yerine getirilebilir. Gerçek anlamda görevlere kilitlenmiş bir şekillenme ve bu çerçevedeki bir kültür kitaplarda yazılanlardan çok daha fazlasıdır. Bu noktada Partili yoldaşların yaşamsal pratikleri devreye girer. Böyle bir şekillenişin yaratılmasında Ünal yoldaş, pratik duruşuyla yer almıştır. Bunun için Komsomol içerisinde birçok yoldaş Parti’den şeyler bulmuştur Ünal yoldaşta ve birçoğu, Partiyi biraz da Ünal yoldaşta tanımıştır. Yorulmadan anlattıklarında biraz daha yakınlaşmıştır Partiye.
Komsomol faaliyeti de her faaliyet alanı gibi içerisinde birçok zorlukları barındırır. Tıkanma noktaları, dönemeçler ve gelişim sancıları yaşanır. Hepsi de onlarca sorun yüklüdür. Devrimciliğin başladığı nokta da buralar olur. Kaçmak, uzaklaşmak yerine herkesin kendi durduğu noktadan sorunların üzerine yürümesi gerekir. İşte böylesi koşullar içerisinde şekillenen bir faaliyetin, Komsomol faaliyetinin mimarlarındandır Ünal yoldaş.
Gerilla alanıyla caddeler derin vadilere, sokaklar dar patikalara, şehirler köylere, görevler yerini yeni görevlere bırakmıştır Ünal yoldaşta. Karşı karşıya olunan görevlerin kendi içinde taşıdığı zorlukları aşarak daha güçlü yüklenmek gerekir pratiğe. Olumlu ve olumsuz, geri ve ileri yanlar, birbirlerini içinde barındıran haliyle ileriye sıçramanın dinamiği olur.
‘Silahların eleştirel gücü’ denklemi; savaş ve savaşçı, düşman ve düşman gerçekliği, Ordu ve halk gibi daha birçok ‘bilinmeyen’ le kuruludur. ‘Bilinmeyen’ leri bulmanın, denklemi çözmenin yolu Partiden; Partinin ideolojisinden, siyasal çizgisinden geçer. Bu nedenle gerilla savaşının her adımında Parti vardır. Ünal yoldaş, böyle bir şekillenişin yaşamsallaşmasında görevleriyle bize bunları öğreten bir yoldaştır. Eğer böyle olmasaydı ne bizimle yürüttüğü uzun tartışmalara anlam verebilirdik ne de ortaya konan emeğe.
Yaşam, değer yaratabildiğin oranda anlam kazanır ve Ünal yoldaş da öyle yapmıştır; değer yarattıkça yaşama anlam kazandırmış ve böylece ölüm çaresiz kalmıştır yaşamın anlamı karşısında. Şimdi geriye dönüp baktığımızda aklımızda kalanlar da bir çırpıda unutulabilecek türden anılardan çok daha fazlasıdır. Bazen bir sözde, türküde bazen bir pratikte; bazen kampta, noktada, bazen de bir köyde ne için yaşadığını tanımlamaktır onların anılarını hatırlamak. Ünal yoldaş, bize yaşama nedeninin güzel bir ölme nedeni olduğunu da öğreten bir yoldaştır.
Ayak izleri silinmeyen yoldaşlara…
Her ayrılıkta yarım bırakılmış bir şeyler vardır. Şehit yoldaşlarınkindeyse daha çok şey vardır. Sohbetler en koyu halinde bırakılmıştır; propaganda konuşması eksik, eylem keşfi yarım kalmıştır. Nasıl anlatmalı, ayrılığın bilincimizde yarattıklarını? Ayrılık, hiçbir sözcüğün ifade edemeyeceği noktada anlam buluyorsa; onu ortadan kaldırmak da yarım bırakılanları tamamlamakla olur. Duyguya yön vermek, şekillendirmek, devrimcileştirmek; düşleri yaşama taşımak gerekir. Devrim bilinci damarlarda akmaya başlamışsa bir kere geri dönüş de yok demektir. Ya kesip atarsınız vücudunuzun bir parçasını ve sakat kalırsınız ya da ona layık bir yaşam sürersiniz. Devrimciliğe layık yaşayan bir yoldaştan ne öğrendik biz?
Biz Yurdal yoldaştan işlere sarılmasını öğrendik. Ne bir dönem Partiyle kurulamayan ilişkileri ne hapishane koşulları ne de gerillaya özgü zorluklar onun pratiğinin önüne geçmişti. Hiçbir koşul bahane olup geçmedi görevlerin, ilkelerin önüne. Bu bir yaşam kuralıydı. Yurdal yoldaş, henüz Hakan olarak Komsomol faaliyeti içerisindeyken de bu böyleydi. Geçliğin legal toplantılarında, illegal randevularında, militan eylemlerinde, Hakan yoldaş pratiğiyle en önlerdeydi. Karadeniz’de çay toplarken emek sürecine girmenin önemini anlatan da yine Hakan yoldaştı.
Komsomolcular, biraz da genç olmanın verdiği heyecanla gerillaya ait olan her şeye büyük bir ilgi duyar. Yayınlanan videolar, yazılar tekrar tekrar izlenir, okunur. Ama en önemlisi fırsat bulunan her anda gerillaya gitme isteğine dair bir şeyler açık edilir. Legal koşullarda bu fırsat oldukça az olsa da illegal bir ortam mutlaka yakalanırdı. Aklın, yüreğin gerillaya aktığı bir zamandayken o illegal ortam yakalanır. Bu zamanlarda sözcükler tek bir kapıya, gerillaya çıkar. Çünkü gerilla öyle bir coşku yaratır insanda. Hakan yoldaş artık gerillaya katılacağının bilgisinde, o coşkunun zirvesindeydi. O zamandan sonra kim durdurabilir onu? Yurdal yoldaş kendinle yüzleşmenin ve bunu aşmanın önemli adımlarını attı gerillada. Komutan olmanın getirmiş olduğu görevlere sarılarak daha çok yaptı bunları. Onun pratiği sayesinde adımlarımızı daha sağlam bastık yere, daha büyük bir inançla taşıdık silahımızı. Yurdal yoldaş, devrimci samimiyeti ve görevlere olan yaklaşımıyla yaptı bunu. Yalnızca birilerine has kişisel özellikler değildi bunlar, devrimciliğin kişilikteki karşılıklarıydı. Yurdal yoldaş bu kişiliği yaşamsallaştıran bir yoldaştır.
Gerillanın günlük yaşamı içerisinde birçok şey sohbetlere, esprilere konu olurken eylem ve propaganda çalışmaları, bir yürüyüş kolu, uzun bir kamp süreci ya da bir görev grubu gözden geçirilir. Her yoldaş kendi özgün kişiliği çerçevesinde faaliyet boyunca birçok şey biriktirir ve özel bir yoğunlaşmayla yapılmasa da bunlar, yoldaşlar arası sohbetlerde sıkça gündem olur. Yurdal yoldaşla Sefkan yoldaşın yolları görevlerde sıkça çakıştığı için ortak birikim de çoktur. 2015 bahar aylarında öncü olan Sefkan yoldaşın yolu kaybederek yeni bir yoldaşla gruptan uzaklaşması akıllarda kalan bir gündür. Sefkan yoldaş, yanlışlıkla ormanı sık, dik bir yamacın içerisinde kalmıştı. Yurdal yoldaş, gruptan çok uzak olmadıkları için seslenerek yerlerini öğrenip buluşabileceğimizi düşünmüştü. Ne var ki Sefkan yoldaş da Yurdal yoldaş da birbirlerinin söylediklerini ya yanlış anlıyorlardı ya da hiç anlamıyorlardı. Kulaktan kulağa söylenen bir şeyin tamamen değişmesi gibi bambaşka anlaşılabiliyordu her şey. Sefkan yoldaş gecenin karanlığında bu dik ve ormanı sık yamaçta hareket edememenin çaresizliğiyle, Yurdal yoldaş bir türlü anlaşamamanın sıkıntısıyla havanın aydınlanmasını beklemekten başka bir yolun olmadığını anlamıştı. Çantalar çıkarıldı, yatma yerleri hazırlandı, yolun yorgunluğu uykunun ellerine bırakıldı. Sefkan yoldaşlar rojbaşla birlikte geldi. Dün geceden kalan çaresizlik ve sıkıntılı hal yerini yüzlerdeki gülümsemeye bırakmıştı. Günlük yaşamda yer edinen sohbetlerin bir kısmını böylesi şeyler oluşturur.
Gerillada eylem grupları, faaliyet grupları yani herkes görevler için sık sık ayrılır; askeri düzen içerisinde, kalanlar gidenleri alkışlarla uğurlar. Her grup diğerlerinden gelecek iyi haberleri bekler. Bazen farklı alanlardaki yoldaşlardan gelen küçük bir haber bile büyük bir mutluluk verir. Anılar hep tazedir hafızalarda onun için. Yoldaş özlemidir yaşanan. Şimdi vedalaştığımız güne geri gidiyoruz. Kalabalık olan grup içerisinden yeni bir alan faaliyeti için ayrılacağız. Akıllarda herkesi bekleyen görevler var. Yoldaşlarla o senenin son sohbetleri yapılıyor. Hep eksik kalacağını bilsek de yine de bir şeyleri daha söylemek, bu sohbet faslını biraz daha uzatmak istiyoruz. Ama çıkış saati geliyor ve ‘sessiz alkışlarla’ noktadan çıkıyoruz. Yurdal yoldaşın ‘iyi bir gerilla olun’ cümlesini unutmadan.
Sonra omuzlarda taşınan naaşınıza, ellerdeki fotoğraflarınıza bakıyoruz. Özlemin en ağırını, ayrılığın en acısını yaşıyoruz. Her ölüm gibi ansızın gelen ölümle sizi uğurluyoruz. ‘Süphan Dağı’nı’ söyleyen Yurdal yoldaşın sesi kulaklarımızda. Ama Partiye, Orduya ve şehit yoldaşlara olan bütün bağlılığımızla, devrime olan bütün inancımızla, yarım bırakılanları tamamlama sözüyle yapıyoruz hepsini.
Bilinç nasıl devrimcileşir, irade nasıl çelikleşir Sefkan yoldaş?
Bazıları vardır, büyük bir ‘gürültü’den ibarettir yaşamları. Gürültünün yarattığı kaosta kimse bir şeyin ayrımını yapamaz. Söz, eylem hepsi birbirine girer. Sefkan yoldaş ‘gürültü’ yapmadan yürüyenlerdendi. Şekillendiği maddi yaşam onu böyle devrimcileştirmişti. Devrimci bir aile yaşamından, devrimci mahallelerden bir devrimci örgüte taşınmıştı yaşamı. Özgüç adını da yine bir devrimciden almıştı. Mahallelerde dağıtılan bildirilerde, yapılan yazılamalarda, kurulan barikatlardaydı Özgüç yoldaş. Bunun için şehir eylemlerinin en önünde yer alanlardan biri olurdu.
Ankara; faşizmin, bürokrasinin başkenti olarak anılır ama bunun yanında bir de yoksul, emekçi mahalleleri vardır. Küçük penceresinden manzaranın seyredildiği iç içe girmiş gecekondular ya da gecekondudan devşirme binalar… Yani şehrin merkezinde hıncahınç dolu otobüs duraklarında bekleyenlerin mahalleleri… Özgüç yoldaşın otobüs kuyruğunu görünce sinirlenmeleri, ‘aslında işgal edeceksin’ deyip planlar yapmaları günlük şeylerdendi. Soran gözlerle etrafını seyredişleri birazdan birisiyle kavga edecekmiş havası verirdi herkese. Bazen gerçekten kendini kontrol edemez o beklenen kavga sahneleri gerçek olurdu. Sonra sakinleşerek olayı anlatır ve gerçekten de haklı olduğu yanlar olurdu.
Özgüç yoldaş böyle bir şehirde devrimci olmuştu ve yine esasta bu mahallelerde faaliyet yürütmüştü. Her anında düşmana yönelen öfkesiyle güçlendirmişti savaşma isteğini. Hacettepe Üniversitesi’nde geçirdiği öğrencilik yılları, okuldan atılış süreci, mahallelerde yürütülen devrimci faaliyetler Özgüç yoldaşın bıkmadan anlattığı zamanlardı. Ama hepsinde ortak olan çevresiyle kurduğu ilişkilenmesiydi. Bir kez görenin bile mutlaka aklında bir şeyler bırakırdı Özgüç yoldaş. Bunun içindir ki; genel seçimlerde ilk kez ‘Boykot’ yapılmadığı süreçte, hevallerle yapılan ortak çalışmaların aranan ismi olmuştu. Bunda özgünleşen yanlarıyla birlikte kurduğu ilişkilenmenin payı büyüktü. Afişler ortak asılır, toplantılar ortak düzenlenir, yoksul Kürt mahallelerine birlikte gidilir. Öyle ki; Özgüç yoldaş, gerillaya katıldıktan sonra da yine ortak çalışma içerisinde olan arkadaşların sık sık sorduğu kişiydi. O, bu süreçlerin her bir ayrıntısını anlata anlata bitiremezdi, bazen aynı şeyleri tekrar tekrar anlatırdı farkında olmadan. Özgüç yoldaşın en çok anlattıklarının başında da okula bir ‘af’la geri dönmesi vardır. O dönem arkadaşlarının ‘efsane geri döndü’ biçiminde açtıkları pankart ve afiş yaparken gözaltına alınmaları gülerek ve biraz da gururlanarak anlattığı bir olaydır. Özellikle de kadın afişleri. Çünkü ne zaman kadın afişine çıksa gözaltına alınır ya da mutlaka başından ilginç bir olay geçerdi. Bunun birkaç kez üst üste tekrarlanması onda bazı sorgulamaları da beraberinde getirirdi. Bunu bir ‘mesaj’ olarak görür, gülerek nasıl gözaltına alındığını anlatırdı.
Devrimci yaşamın belki de her alanında ortak bir ‘sorun’ olur türkü söylemek. Hele de ilk başlatan olmak ve tek söylemek. Ama Özgüç yoldaş, neredeyse bütün devrimci marşları ezbere bilir ve her seferinde ‘ısrar’ beklemeden tersine heyecanla başlatan olurdu. Özgüç yoldaş bu özelliğini gerillada da sürdürdü.
Süreç geçtikçe gerilla olma düşüncesi de daha belirgin hale gelmişti. Artık Ankara Tuzluçayır’ da bildiriler dağıtılırken, toplantılar örgütlenirken, inşaat işçileriyle sohbet edilirken, bir barikata tuğla taşırken akılda olan şeydir gerilla olmak! Gerillaya katılmadan önce yazdığı mektupta ‘ben artık TİKKO gerillasıyım’ diyordu. Onu yazarken duyduğu heyecanı ve biraz da gururu tahmin etmek zor değil.
Yüreği devrim için atan birinin düşünde gerilla olmak ne anlama gelir? Gerilla üniforması mıdır, kleş midir, eylemden eyleme koşan insan mıdır gerilla? Üniforma giymek, kleşi eline almak gerilla olmak için yetmezdi ama zaten eylemden eyleme koşan insan da değildi gerilla. Bazen bir köydeki propaganda konuşmasını yapandır gerilla, bazen saatlerce uyumadan yürüyen, bazen atlarla malzeme çeken, bazen de bir karakol keşfinde ufukları fethedendir gerilla. Ama mutlaka hepsinde düşmanı yenmenin bilincinde olan insandır gerilla.
Gerilla kime denir, gerilla nasıl olunur yoldaş? Sefkan yoldaş ölümü kucaklarkenki duruşuyla verdi cevabını. Her şeyden önce zafer kazandığını sandığı anda düşmanı yenenlere gerilla denir. Yani her şeyden önce insan, bilincinde gerilla olurdu. Parti on yıllardır ne yaptıysa onu yaptı Sefkan yoldaş. Bir şekillenişin, bir kültürün, bir ideolojinin yansımasıydı yaşanan. Partinin adımlarını takip eden birisi ne yaparsa onu yaptı. Fazlası değildi, özel bir kahramanlık da değildi onunki. Sorabilsek şimdi ona nasıl anlatabilirdi süslü cümlelerle?
2015 askeri eğitimlerinde ‘askerin cümleleri sade ve net olacak’ diyordu komutan yoldaş. Devrimci özün biçimsel karşılıklarıysa cümleler, devrimci öz neydi? Bir gerillanın yaşam ilkeleriydi devrimci öz. Yaşam, sade ve net olmalıydı ve bir gerillanın şahadeti de yaşamı gibi sade ama net olmalıydı.
Yoldaşların ardından…
Yoldaşların şahadetinin ardından Bölge Komutanlığı ‘insana ait olan bütün duygular’ diyordu. Evet, insana ait olan bütün duygularla karşıladık şahadetinizi. Acıyla ve özlemle pişen devrimci bilincimizle andık her birinizi. Anlatamadığımız ve hatta tarif bile edemediğimiz bir öfke sarmalının içinde hatırladık anılarınızı. Aynı patikalarda nasıl yürüdüğümüzü, kamplarda neler yaptığınızı, köylülere ne anlattığınızı hatırladık. Yorulmadan ve sıkılmadan düşünü kurduğunuz yaşamlara daldık.
Zıtların birliğinde, yani yaptıklarınızda ve henüz yapamadıklarınızda aradık çözümün yollarını ve orda bulduk ölümsüzlük iksirini. Birer yudum alıp her birimiz, kuşandık silahımızı. Yüreğimizde sizden ve sizden öncekilerden kalanlarla bilincimizi tazeledik. Savaşa ve savaşın gereklerine ayarladık saatimizi. Uçurumlar ve engeller korkutmadı bizi. Her adımda biraz daha güç gelen ayaklarımızın altından kayıp gitti patikalar. Göz, gez ve arpacığın muhteşem uyumunda hedefi vurduk. Çünkü sizin şahadetinizle biz, bir kez daha ölümü yenmesini bildik.
Ölenlerin adını unutmuyoruz:
ÜNAL, SEFKAN, YURDAL…
Gerillanın kaleminden…