15 Temmuz 2016’da Türk hakim sınıflarının bir kliği tarafından gerçekleştirilen darbe girişimini, karşı-darbe ile egemen sınıfların daha gürbüz ve güçlü olanı bertaraf etti. Bu girişim ve devamında çıkan sonuç şunu gösterdi ki; artık kendisine geniş gelen gömleği her hal ve karda daraltmak istedi. Nihayetinde faşizmin daha fazla koyulaştığı, baskı ve sindirme politikasını daha fazla arttırdığı koşullar oluşmuş oldu. Karşı-darbe Tayyip Erdoğan önderliğinde en azılı Kürt düşmanı, şoven ve gerici Kemalist, İslamcı ve “milliyetçi” bir ittifakla yaşama geçmektedir. Karşı-darbede pay kapmak isteyen egemen sınıf kliklerinden CHP ise gelişmelerle birlikte istediği payı alamadan bu sürecin dışına itilmiş gibi görünmektedir. İşte Yenikapı’da milyonlara en bağnaz, gerici, faşist ve şoven “Milli Birlik” propaganda ittifakından “Adalet” için yürümeye evrilen süreç bu saiklere dayanmaktadır.
14 Haziran’da MİT tırları davasında CHP milletvekili Enes Berberoğlu’nun tutuklanması sonrası CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Adalet” yürüyüşü başlatacağını ilan etti ve 15 Temmuz’da Ankara’dan İstanbul’a yürüyüşe geçti.
“Herkes” İçin Adalet Mümkün Mü?
Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” vurgusunun kendisi de sorunludur. Tıpkı “Altı Ok”un “Halkçılık” ilkesinde sınıfsız, imtiyazsız bir toplum adı altında Büyük Toprak ağaları ve Komprador burjuvazinin çıkarlarını daha kolay gerçekleştirmek için kullanması gibi, aynı zihniyet kim için ve nasıl bir adalet sorusunu askıda bırakarak Halka “adalet” arayışı propagandası yapmaktadır. Oysa biliyoruz ki adalet sınıflı bir toplumda bir sınıfın diğer sınıfa karşı kendi çıkarlarının korunmasıdır. Şimdide CHP okun sivri ucu kendisine dokunduğu noktada “Adalet” çığırtkanlığı yapmaktadır. Egemen sınıflar arasındaki gerginlik ve çatışmada bir “adalet” sağlanmaya çalışıldığı çok açıktır. Bu “adalet” arayışında ezilenler lehine bir gelişme beklemek faşizmin 94 yıllık bu neviden mücadelelerinden hiç ders çıkarmamak demektir. Kılıçdaroğlu’nun verdiği tepkinin samimiyetsizliği ve aradığı adaletin niteliğinin ne olduğu meselesi oldukça açıktır. Zira 15 Temmuz sonrası karşı gerici darbenin önemli bir sac ayağı olmayı kabul eden; HDP’li vekillere yönelik dokunulmazlığın kaldırılmasında desteğini esirgemeyen ve eş başkanları milletvekilleri ve belediye başkanları tutuklanırken laf ola beri gele açıklamalar dahi yapma ihtiyacı duymayan; Suriye’ye ve Rojava’ya yönelik savaş politikasında aktif tutum alan; Kürt şehirleri yok edilirken sessiz dahi kalma “erdemini” gösteremeyip “terörle mücadelede” her türlü destek verileceğini ilan eden; KHK’larla onbinlerce insan gerekçesiz işten atılırken, işçi grevleri yasaklanırken, binlerce insan tutuklanırken, işkenceye tabi tutulurken “devletin beka” sorununa odaklanan; Referandumda “evet” çıkması için açık hileler yapılırken kitlelere sokağa çıkmayın diye telkinde bulunan ve olanı kabul etme çağrısı yapan bu gerici ve faşist zihniyet şimdi “adalet” yürüyüşü ile karşı duruşuna bir doz eklemeye çalışmaktadır.
Kuşkusuz dil ağrıyan dişe gider! CHP’nin de dişi bir süredir ağrıyordu, ancak egemen sınıfların halka yönelik savaş, baskı, sindirme ve faşist saldırıları zeval görmesin diye bu ağrıya katlanmayı tercih ediyordu. CHP milletvekilinin, devletin Suriye politikası bağlamındaki MİT tırları davasında oynadığı rolün cezalandırılmasına yönelik reaksiyonu CHP’yi nispeten daha sert bir tavır almaya zorlamıştır. Egemen sınıfların arasındaki kapışmanın bir yansıması da olan bu hamleler, aynı zamanda karşılıklı denge arayışını da içeriyor. Devletin dümenindeki AKP ve ittifaklarının Enes Berberoğlu’na yönelik bu tutuklaması kuşkusuz “dış politikanın” mahremine uzanmış elin kesileceği, kim olursa olsun cezalandırılacağı mesajıdır. Bu Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonla başlayıp Enis Berberoğlu’na kadar uzanmıştır. Bu tutuklamaların zamanlaması ise özellikle toplumsal muhalefete mesaj veren bir özelliğe de sahiptir. Yine güç dengelerinin de gözetilerek bu zamanlamanın belirlendiğini tespit etmek gerekiyor. Ancak bu tutuklamada esas meselenin dış politika ve özellikle Suriye hassasiyeti olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bu hassasiyetin yarattığı “meşruiyetle” egemen sınıf kliklerinden birinin diğerini boğazlamaya girişmesi es geçilemeyecek kadar önemlidir. Bu duruş ve yaklaşım halk muhalefetine yönelik yürüyen saldırı kampanyasının da daha sertleşeceğine işaret etmektedir. Ancak CHP’ye yönelik bu saldırının püskürtülmesi durumunda zincirin kırılacağı ve halka uygulanan baskının azalacağını düşünenlerin “hayal dünyasında” yaşayan Alice’den(harikalar diyarındaki çizgi roman kahramanı) farkı yoktur.
Devletin Suçları İle Mi, AKP İle Mi Mücadele?
CHP’nin esas odaklandığı mücadele hattı AKP karşıtlığıdır. Sorunun sadece AKP’de olduğu yönlü politikası söz konusudur. Oysa AKP’nin hayata geçirdiği politikalar esasta egemen sınıf kliklerinin ağırlıklı kısmının ürünü ve projesidir. Devlet bürokrasisinden, kolluk (asker, polis vs) güçlerine, medyasına ve büyük toprak ağaları-Komprador burjuvazinin örgütlülüklerine kadar şekillenen bir yanı vardır. Yani devleti oluşturan bir çok katman ve güçlerin etkisi vardır. Ki özellikle devlet bürokrasisi, ordu ve polis içinde etkili olan MHP, Vatan Partisi gibi partilerin şekillenen politikada ciddi etkileri söz konusudur. Sorun burada şudur: egemen sınıf kliklerinin temsilcileri yer yer kapışırken temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını da doğal olarak zedelemekte ve yanlış yapmaktadırlar. Bu her egemen sınıf kliği için geçerlidir. Bunun olduğu yerde ise ilişkiler, mücadele biçimleri ve sertliğin dozu artmakta ve gerginlik ve yönetme krizi büyümektedir. Şu an CHP aleyhine çubuğun kırıldığı bir dönem söz konusudur. Buna uygun olarak da CHP ve Kılıçdaroğlu bir reaksiyon göstermiştir. Bunu da en pasifist, halkı ajite etmeden, onu egemen sınıfların istemediği bir noktaya” saptırmadan” yapmaya gayret etmektedir. Çünkü böylesi durumlarda gelişmelerden memnun olmayan, öfke ve kini kabarmış ezilen geniş kesimler birikmiş enerjisini bu vesileyle gösterme potansiyeline sahiptir. CHP ve Kılıçdaroğlu bir yandan uç vermiş bir saldırıyı dengelemeye çalışırken, diğer yandan bu saldırı ekseninde oluşacak tepkiyi “muhalefet” adı altında kontrol altında tutma ve olabildiğince pasifize etme derdindedir. Yani süreci kontrolünde yönetmeye çalışmaktadır.
“Adalet” döviziyle yapılan yürüyüşü kutsayan, ezilenlere buradan umut aşılamaya çalışan demokrat-ilerici kesimlerin ve reformist tayfanın sonuçta karşılaşağı şey sadece hüzün ve “hayal kırıklığı” olacaktır. CHP’nin sınıfsal ve siyasal niteliğine dair netleşememe hali, yine kapışmanın özelliğine dair belirsizlik ve bilhassa AKP eksenine oturtulmuş muhalefet anlayışı sürekli şekilde yanlış yerden umut beklemeye ve çürümüş bir karşı duruş örgütleme anlayışına sürükleyecektir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşüne yönelik bir ilericilik ve toplumsal muhalefet karakteri atfetmek büyük bir gaflet olacaktır.
Ancak devrimci ve demokratların kuşkusuz bu gelişmelere karşı gözünü kapaması da mümkün değildir. Halka yönelik baskı ve sindirmenin bir biçimi de egemen faşist kliklerden birisine yönelmiştir. Devrimci ve demokrat kesimler için bu durum sokağa daha fazla çıkma, geniş kitleleri yaşanan sorunlar karşısında daha etkin kılma olanakları sunmaktadır. Zira geniş kitleler sistemin ikinci büyük siyasi partisine yönelik bu saldırıda daha fazla politize olmakta, kulaklarını daha fazla açmakta, daha fazla tedirginlik yaşamakta ve mücadele edilmesi gerektiğine daha fazla ikna olmaktadır. Bu nesnel sonuçlardır. Bu sonuçlar üzerinden devrimci demokrat kesimlerin etkin hareket etmesi zemini vardır. Burada kuşkusuz CHP bir ittifak, ortak hareket edilecek bir güç ve Kılıçdaroğlu eylemine aktif destek sunulacak bir konumda değildir. Sokak ve eylem bu süreçte daha fazla zorlanmalıdır. HDP milletvekillerinin tutuklanması, Devletin T.Kürdistanı ve Rojava saldırganlığına karşı daha faal olunması, KHK saldırılarına karşı var olan direnişlere daha etkin katılım, OHAL uygulamalarıyla halkın baskıyla boğulmasına karşı etkin mücadele ve görünür olmak gerekmektedir. Sokağın ve eylemin daha etkin olacağı, faşizme karşı her türlü araçla mücadele etmenin yankısını bulacağı bir iklim söz konusudur. Bu mücadele aynı zamanda devletin uygulamalarına karşı tepki gösteren her kesime ulaşacak netlikte olmalıdır. CHP eleştirisini de içine yedirmiş bir muhalefet anlayışı bu gerici ve faşist partinin toplumsal muhalefete önderlik ve öncülük etmeye çalışan emellerini de hedefe koymak anlamına gelecektir. Bu görülmeksizin yapılacak değerlendirme, oluşan politik fırsatı kullanma anlayışı CHP’nin kuyruğuna takılmakla sonuçlanacaktır. ‘’Tayyip gitsin de ne olursa olsun anlayışı’’nın hapishanesine ezilenleri tıkayacaktır.
Egemen Sınıfların Kapışması Sınıf Mücadelesini Geliştirme Fırsatına Dönüştürülmeli!
Tıpkı CumhurBAŞKANlığı referandumunda ortaya çıkan durum gibi. Görüldü ki CHP başkanlık referandumunda evet çıkacağını çok iyi biliyordu. Tüm referandum sürecini oluşacak muhalefete önderlik etmek, 2019’daki CumhurBAŞKANlığı seçimlerine referandumu bir basamak olarak kullanmak şeklinde ele almıştır. Referandum sonrası Tayyip Erdoğan’a alternatif başkan adayı kim olacak tartışması bunun bir göstergesidir. Ki süreç yaklaştıkça bunun daha fazla gündeme getirilerek muhalefet olan kitlelerin gündemine taşıyacağı, bu seçeneğe angaje etmeye çalışacağı görülmektedir. Deniz Baykal’dan, Muharrem İnce’ye bir dizi CHP’linin referandumda gösterdiği etkinlik esasta 2019 adaylığına yatırım olarak ortaya çıkmıştır. Referandumda oluşan HAYIR cephesinin esas karakteri Erdoğan düşmanlığıdır. Bu iklim halen güçlü bir rüzgar olarak sürmektedir. Yarın başkanlık seçimlerinde de geniş kitleler bu iklimin esiri haline getirilecektir. Şimdiden buna karşı bir konumlanış, doğru siyasal hat örülmek zorundadır. Aksi halde Erdoğan olmasında kim olursa olsun diyen bir politik iklim ilerici, demokrat ve devrimci güçleri sarmalayacak, sistemiçiliğin etkin bir üretimi ile süreç kendin ikame edecektir.
Kılıçdaroğlu’nun ADALET yürüyüşü sistemiçiliğin üretilmesinde sokak ayağının pasifist, gerici bir kullanımıdır. Buna karşı uyanık ancak bunun yarattığı politize olma ve duyarlılık halinden faydalanan bir yönelim oluşturulmalıdır. Mesele karşısında duyarsızlık ne kadar büyük bir günahsa, bu vesileyle CHP’nin kuyruğuna takılarak ezilenlerin buradan umut beklemesini sağlamak ondan daha büyük bir günahtır. Soruna yaklaşımımız net olmalıdır. Bu iklimin yarattığı kitlelerin sokağa çıkma eğilimini devrimci-demokratik güçlerle birlikte öz gücümüzle gerçekleştirmek, ancak sorunu Tayyip Erdoğan ve AKP karşıtlığına hapsetmeden doğrudan faşist diktatörlük eksenine oturtmak. Çünkü gelişmelerin seyri ve kutuplaşma hali kitleleri AKP karşısında ki en büyük sistem partisine iten bir durum yaratmaktadır. Süreçte buna karşı da bir duruş ve kitleleri doğru siyasal eğilimle şekillendirme ve bilinçlendirme mücadelesi önemlidir.