H.Merkezi:Son günlerde hem Partizan çevresine hem de TDH’ne mal olan bir polemik yürütülmektedir. Bu polemik aslen faşizmin tavan yaptığı günümüzde devrimci komünistler ve revizyonistler arasında devam eden ideolojik mücadlenin de bir parçası durumundadır. Böyle bir süreçte taşıdığı önemden kaynaklı avrupahaber1.org sitesinde yayınlanan Sidar Meral imzalı polemik yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Yusuf Köse’nin, www.atik-online.net sitesinde “Küçük Burjuva “Sol”culuğun Açmazları” başlığıyla bir yazısı yayınlandı. Trajik bir tablo ile karşı karşıyayız. ATİK haber sitesi hala değişmemiş programına, anlayışına yönelik Yusuf Köse imzalı yazılarla adeta bir savaş açmıştır. ATİK önderliği ve egemen anlayışı kendi söyleyemediklerini “bağımsız yazarlar” yoluyla, programatik olarak değiştirmediği siyasal-teorik tutumuna saldırı başlatarak ifade ediyor. Bu durum tipik oportünizmin bir korkaklığıdır. ATİK önderliği ve türevleri bu neviden darbeci oportünizmi bir kültür haline getirmiştir. Demokrasiyi demokratik çizgi adına rafa kaldıran, temel programatik yaklaşımları “taktik” adına paspasa çeviren, bu noktada en temel örgüt olma kriterlerini yani demokratik-merkeziyetçiliği yok sayan bir çizgi oluşturmuştur. Yusuf Köse vb. gibi “bağımsız” yazarlar kuşkusuz ATİK yada benzeri sayfalarda yazılar yayınlayabilir. Böylesi “sosyal demokrat” kişileri müttefiklik ilişkisi içinde kendini ifade olanakları bu sayfalarda sunulabilir. Bu noktada genel yayın çizgisi ve prensipleri belirlenebilir. Ancak hiçbir resmi yayında yazarın düşünceleri böyle denerek kendi çizgisine savaş açtırmaz. Bunu yapacaksa bile tartışılmış, netleştirilmiş bir yayın çizgisi ile bunu yapmak gerekir. ATİK önderliğinin buna gerek duymaksızın, editöryel müdahale hakkını kullanmaması ATİK yayın çizgisi anlayışı ile uyumlu değildir. Yeni bir çizgi oluştu ve kamuoyu ile paylaşılmadan mahvillerde netleşti ise onu bilmiyoruz. Ancak demokratik-devrimci ahlak, varsa bu değişim bunu kendi kitlesiyle ve kamuoyu ile paylaşmayı gerektirir. Bu bağlamda ATİK önderliği var olan siyasi çizgisiyle uyumlu olan yazıları yayınlamayı tercih etmeden Yusuf Köse gibi çizgiye savaş açan kesimlere sayfalarını açması ATİK önderliğinin demokrasicilik oyununda istediği ve çıkarını bağladığı ama ifade etmeye cüret edemediği yaklaşımlara özgürlük örgütün demokratik merkeziyetçiliğine idam fermanı çıkardığının kanıtıdır. Bu anlayışı ve yaklaşımı kendi kaderiyle baş başa bırakırken, ATİK’i bu anlayışın önderliğinden kurtarmanın daha büyük aciliyet olduğunu belirtelim.
Tüm Günahları “Bohem Solculuk”a Yüklemenin Dayanılmaz Hafifliği!
Yusuf Köseye gelecek olursak. Yusuf Köse bizce dürüst, cüretli, sözü ve özü bir olan bir yazı kaleme almıştır. Bu açıklığından dolayı tebrik ediyoruz onu! Bu derece sarih bir duruş, anlayış ve yaklaşımı, kendisiyle aslında aynı sınıfsal tutuma sahip ancak siyasal olarak ŞİMDİLİK nüans farkları olan ancak üç aşağı beş yukarı aynı çizgide demirlemeye mahkum “Akıl Hocalığı” yaptığı Hizip anlayışına da tavsiye ediyoruz. Yusuf Köse umarız bu arkadaşlara dürüst ve açık olma noktasında ciddi bir eğitim verip, ikna edebilir!
Yazı bir “sol”culuk tanımıyla arzu endam ediyor. “Sol ama aslında sağ, aslında militan ve cesaretli, dogmatik ve sübjektif, somut koşulların somut tahlilinden bihaber, militan olmayanı ‘bohem’ vs. vb.” gibi bir dizi yaftayı yapıştırıyor. Ama bu tespitlerden birisi “Bohem Solculuk”. Yusuf Köse bize bu tanımlamayı uygun bulmuş. Belli ki bu tanımı “komünist” kimliği ile yapıyor! Ancak bize yönelik eleştirilerinin “bohemlikle” bağını kurmakta zorlandık! Bohem “çingenelere” yönelik bir tanımdan onların yaşam tarzını ifade eden bir kavram haline evrilmiştir esasında. Dağınık, günü kurtaran, saygınlık ölçütüne uymayan yaklaşım ve yaşam tarzı olan anlamındadır. Yusuf Köse ise “hayal dünyasında yaşayan korkaklık olarak” tanımlamaktadır. Yani bir küçük burjuva tanımı yapıyor ama kavramlaştırmasına dair veri bulmak çok zor. Belli ki “bohem solculuk” tanımı çok hoşuna gitmiş, yaldızlı bir kavram olarak gözlerini kamaştırmış. Ve kullanıvermiş. Belki toplumdan çekilmiş ve çoğunluğun anlayamadığı bir devrimcilik kast ediyor Yusuf Köse. Ama madem çoğunluğun anlayamadığı bir solculuk tanımı peşinde, gerçeklerle biraz yüzleşebilse genel olarak devrimci ve hatta reformist kesime “bohemlik” tespiti yapabilir. Yusuf Köse’nin fikir dünyasına girmek zor. Ama altını doldurma adına toplumun anlayamadığı siyaset biçimi tartışması yapılabilir Bohemlikte. Bu tartışma anlamlı olabilir. Yusuf Köse’ce değil ama. Çünkü o bizim dışımızda kitlelere kendini anlatmayı beceren bir devrimci siyasetin varlığını kabul etmiş gibi görünüyor. Ancak bunu ispatlama gereği Yusuf Köse için söz konusu değil. Facebookta aldığı beğenilere göre kendini daha iyi anlattığı ve ikna ettiği fikri varsa eğer, komünist-devrimcilik mecrasında ona üstün başarılar diliyoruz!
Yusuf Köse’nin solculuk eleştirisi teorik laf ebeliğinin ötesinde, reformist ve sağcı çizgisine meşruluk arayışı olarak karşımıza çıkıyor. “Bohem “sol”culuğu, burjuvaziye karşı teoride yiğit gibi gözükmesine karşın, militan değillerdir. Militanlığı ve yiğitliği, kendisi gibi ezilenlere karşı göstermekte daha cömerttirler.” Bu ifade aslında bir sanat biçiminin icrası. Yusuf Köse yalan söyleme ve abartma sanatını ustaca icra ediyor. Ezilenlere yönelik şiddetten kastı herkesin bileceği gibi parti içindeki sorunlarda Özgür Gelecek Bürosu’nun gerçek sahiplerine geçmesidir. Bu olayda bürodaki kişilere yönelik fiziksel bir şiddet olmadığı ispatlı ve kanıtlı iken Yusuf Köse hiç utanma zahmetine katlanmadan yalan söylüyor. 1 Mayıs’ta yaşanan olayda da hakeza aynı durum söz konusu. Eğer bu olayı eleştirme gereği duyuyorsa yalana muhtaç olmamak gerekir. Büronun bu neviden ayrışmalarda alınmasının doğruluğunu-yanlışlığını sonuna kadar tartışabiliriz. Bu bir çizgi tartışması olabilir. Ancak Yusuf Köse henüz bir komünistken ve saflarda en etkili konumdayken çıkan hizipler karşısında parti mallarının alınmasında ne tutum aldığını anımsamalıdır. Eğer dürüstse ve bu sorunları halk içinde bir çelişki olarak görüyorsa özne olduğu sürecin kişisel bir muhasebesine girmeli ve karşımıza bu şekilde çıkmalıdır. Depolanmış ve önüne yığılmış yalanlar çamurundan bir tutum alıp üzerimize atmakla doğru bir temele oturmuş, gelişmeye el verecek bir polemik yapmış olmaz.
Yazının devamında, Veli Saçılık’ın direnişine yönelik göndermeyi bir hayranlık olarak tanımlamış. Tabi burada “hayranlık” duyma meselesi bir eleştiri içeriyor. Ama devamında söylediği neden yanında yer almıyorsunuz eleştirisi değil bu. O kısmı attığı çamuru sıvamak için kullandığı bir mala sadece. Veli Saçılığa hayranlık duymamızı kitleselleşemeyen bir direniş biçimine yönelik küçümseme olarak ele alıyor. Yani öncü tipi mücadeleye bir iğneleme var. Yani bizi buradan da solculukla suçluyor. Ama Yusuf Köse şunu bilmeli CHP’nin adalet yürüyüşüne hayranlık duyulan solculuk yerine Veli Saçılık’ın direnişine hayranlık devrimci olan herkes için yeğdir. Bu solculuk Mao’nun deyimiyle devrim lehine terbiye edilir. Ama senin yeğ tuttuğun CHP adalet yürüyüşü hayranlığının sağcı karakteri yine Mao’nun deyimiyle iflah olmazlık yolundadır.
Yusuf Köse’nin Utangaçça Siyasi Polise Yaptığı İğrenç Bir Çağrı!
“Madem, düşmana bu kadar kininiz var, o zaman, düşman baskısı altındaki sosyalist bir gazeteyi tehdit etme yerine, bu tehditçiler Veli Saçılık’ın yanına gidip ve orada direnelerle dayanışma gösterse daha devrimci bir eylem olmaz mı? Çünkü, sizin baskı ve tehdit ettiğiniz gazeteye göz açtırmayan bir devlet var. Bu nedenle, sizlerin baskın ve tehditlerle “ele geçirme” eylemine ihtiyaç yok. O görevi devlet çok iyi yapıyor. Burada ilginç olan, polisin bu olaylara kesinlikle müdahale etmediği. Erdoğan’ın “Yeni TC”sinin “demokrat” bir polis teşkilatı varmış!” bu tespitin bir kısmı doğru. Veli Saçılık eyleminin yanında olmamak onu büyütmemek devrimci ve komünistler için ciddi bir eksik ve zaaftır. Buna diyecek bir şeyimiz yok. Ama doğru bir şeyi sefil bir anlayışın payandası yapmak sadece mide bulandırıcı. Yusuf Köse klasik demagoji yoluna gidiyor. Devlet baskı yapıyormuş birde komünistler saldırıyormuş. Komünistler kendi haklarını korumaya çalışıyor. Açık ve dürüst olmayan bir durum var ortada. Ayrılık yok diye bağırıp, partinin canına okuyan bir yayın çizgisi var. Dürüst ve namuslu şekilde bir ayrışma yolunu seçmeyenler, kolektifin tüm haklarını teslim etmek zorundadır. Buna dair Yusuf Köse’nin söz hakkı ise eleştiri olabilir. Çamur atmak değil.
Ama Yusuf Köse daha feci bir şey yapıyor. ATİK sayfasında jurnalcilik yapıyor. AKP polisini adeta göreve çağırıyor. Niye bu gazete basanları almıyorsunuz diye?! Ama sayın Köse rahat olun son bir yılda yaklaşık 50 kişiyi faşist diktatörlük tutukladı. Bu süreçte 17 şehit verdik. Bu tutuklananlarda, şehitlerde sizin gazete basan anlayış dediklerinizi içeriyor. Yeterli gelmedi mi, mutluluk çıtanızı yükseltmedi mi? O yüzden mi Erdoğan’ın Polisinin Partizan’a karşı demokrasicilik oynadığını iddia ediyorsunuz. Ucuz ve pespaye bir komplo teorisi peşindesiniz farkındayız. İki yıldır yapılan komploların, teşhirlerin, provakasyonların fazla mı etkisinde kaldı Yusuf Köse yoksa bizzat bu anlayışlara da akıl hocalığı yapıp, senaryolar mı yazıyordu. Durumun ne olduğuna dair cevabı kendisi vermeli.
Faşist CHP’yi Sosyal Demokrat Tanımlamak, Faşizm Koşullarında Sosyal Demokrat Olmayı Becermektir!
Yusuf Köse solculuk üzerine “ninemin masallarını” okuduktan sonra esas tartışma konusuna geliyor. CHP’nin niteliği, Devletin niteliği ve bulunduğumuz toplumsal koşullarda devrimci siyasetin ne olması meselesi.
Yusuf Köse Alman Sosyal Demokrat Parti örneğini vererek meseleye girişmiş. Ama konumuz bu değil deyip CHP’ye geçmiş. Aslında konumuz değil dediği şey konunun bir parçası. Bir defa şunda netleşelim. Faşizmde Burjuva demokrasisi de Kapitalist sistemin bir yönetim biçimi. İki sistemde gericilik temeline dayanır. Sömürüyü sürdürmek, burjuva sınıfların çıkarlarını gerçekleştirme amacını taşır. İkisi de burjuva sistemin bir devlet biçimidir. Bu en temel şeyde sanırız Yusuf Köseyle anlaşabiliriz (ama ilerde göreceğimiz gibi faşizm meselesinde köklü ayrışımlarımız var). Bu farklı devlet biçimleri komünistlerin mücadele biçimlerini, ittifak politikasını vs. değişikliğe uğratan bir duruma yol açar. Almanya örneğindeki ittifaklar meselesi aslında çok nettir. Burjuva demokrasisi ölçütlerine göre devleti şekillendirmeye çalışan bir Sosyal demokrat partiden bahsediyoruz. Yani bu parti faşist biçimle değil burjuva demokrasisini savunan bir burjuva partidir. En nihayetinde faşist devlet biçimi egemen olduğunda çıkarları zedelenir. Yani Alman sosyal demokrat partisi Almanya’da faşist biçime karşı olan bir siyasal yapıdır. Bu niteliğinden dolayıdır ki faşizm koşullarında, faşizme karşı mücadele de ittifak kurulabilecek bir özelliğe sahiptir. “1920-30’ların Alman Sosyal demokrat Partisi (SPD)’nin bugünkünden farklı olduğunu söylüyor. Herhalde 1923 Weimer Cumhuriyeti’ni “ilerici” görüyor olmalı. Yani, tekelci burjuvazinin partisi değil de, reformist bir parti mi acaba?” bu alıntı Yusuf Kösenin yarattığı bir yel değirmenidir. İlgili yazıda CHP ile dönemin SPD’si kıyaslanır. SPD’ye reformcu karakter atfedilmez. Ancak SPD faşist bir sistemin karşısındadır. İstediği gericiliğin bir başka türüdür. Ki faşizm koşullarında faşizme karşı konumlanışıyla o anda reformcu olarak değerlendirilebilir. Ama onun sınıfsal niteliğine dair yaklaşım değişmez. Gerici bir siyasal niteliği muğlak değildir. Burjuva demokrasisinin egemen olduğu koşullarda ise ittifak yapılmayacak, mücadelenin hedefi olan bir düşman haline gelir. Yusuf Köse okuduğunu anlamıyor olabilir. Ama yazılanı anlamamış olması yazılan şeyi değiştirmez. Weimer Cumhuriyeti tartışmasına ise hiç girmeye gerek yoktur. Burjuva egemenliği tesis eden hiçbir devlet biçimi bizim için ilerici olamaz. Kast edilmeyen bir şeyi bizim ağzımıza koyarak söylemek şık olmayan bir burjuva polemik biçimidir.
“Bazıları, faşist olmayan (bugün Almanya’daki Angela Merkel’in partisi CDU’ya ya da kardeş partileri CSU’ya faşist diyen yok) partilerin burjuva partisi olamayacağı düşüncesinde olmalı ki, bir burjuva partisine “faşist” demeyince, o partiye “ilerici” olarak nitelindirildiğini sanmaktadırlar.” Yusuf Köse bir şeyler söylemeye devam ediyor. Ama saçma şeyler söylüyor. Burjuva demokrasisinin hüküm sürdüğü ülkelerde ırkçılık ya da şovenizmi kullanan her partiye ya da devlet şiddeti kullanan egemen partiye faşist yaftası yapıştırılmayacağı açıktır. Faşizan yöntemler kullansa dahi faşizmin bir sistem olduğu, bu sistemin programlı bir şekilde savunulması ve egemen kılınmaya çalışılmasına bakarak bir tespite gidileceği açıktır. Yusuf Köse şunu anlamalıdır sorunumuz bir faşist partiye faşist dememektir. Onun yaptığımız polemiğin esası budur. Burjuva demokratik devletlerde, gericilik ilericiliği faşist olup olmadığında arayan varsa bize de göstersin teorik eleştirilerine katılalım. Ama bizle yaptığı polemikte MLM’nin devlet tahlilinin abc’sini reddeden yaklaşımı karşımıza çıkarmak onun zayıf karnı olsa gerek.
Tamda bu noktada CHP tartışması ve SPD örneği bir yere oturuyor. SPD faşist devlet biçimine karşıtlık kuran, CHP ise faşist bir sistemin direksiyonuna oturma hedef ve amacını gizlemeyen bir partidir. Hatta ordu, sivil bürokrasi ve meclisteki konumlanışıyla ve olanaklarıyla sisteme şekil verme kabiliyeti muhalefette de olsa olan bir partidir.
“CHP, Türk egemen sınıflarının bir kesiminin partisidir. Yani, sermayenin partisidir. Devletin temel partilerinden biridir. Bir başka söylemle burjuva partisidir. Ancak faşist bir parti değildir. İktidara geldiğinde faşizmi uygulayabilir ya da faşist bir nitelik kazanabilir. O zaman bu partinin değerlendirilmesi farklı olur. CHP’nin 1950 öncesi faşist bir partiydi. O dönemde de komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist partisi olmasına karşın, günümüzde burjuvazinin sosyal demokrat partisidir. Yani, egemen sınıfların sadece sermaye kesiminin partisidir. Esas olarak sosyal demokrat özelliğini 1973 sonrası aldığı söylenebilir.” Aslında bu paragraf tüm tartışmanın özetidir. Yusuf Köse CHP’i sosyal demokrat bir parti gördüğü için aramızda ki kalın çizgi ortaya çıkıyor. Yazarın faşizm tahlili sorunlu çünkü. Her ne kadar faşizmi bir devlet biçimi olarak tanımlasa da aslında bu genel doğruyu ifade edişine değil yazının tamamına baktığımızda bir Parti eliyle gerçekleşen devlet biçimi olarak görüyor. AKP eliyle gerçekleşen bir faşizm, CHP eliyle gerçekleşen bir faşizm ya da şu parti bu parti eliyle gerçekleşen bir faşizm. Yusuf Köse’nin affına sığınarak karikatürize edersek eğer, “Hele burjuva parti iktidara gelsin faşist olup olmayacağına karar verelim” gibi bir yaklaşım anlamına gelmektedir. Oysa Dimitrof’un faşizm tahlilinden yola çıkarak İbrahim Kaypakkaya yarı-sömürge yarı-feodal ülke gerçekliğinde özgünleşen bir faşizm tahlili yapmıştır. Türk devletinin kuruluş sürecinden itibaren özü faşizm olan bir devlet biçimini benimsediğini, sosyo-ekonomik yapısının bağımlı ve kırılgan karakterinin siyasal biçimde faşizme ihtiyaç duyduğunu ortaya koymuş ispatlamıştır. Sosyal pratik, Türk devletinin yönetim biçimindeki süreklilik vs. de bunu net şekilde ispatlamıştır. Demokratik hakların genişlediği, faşizmin esnediği süreçler söz konusudur. Buda emperyalist sistemin yönelimi, politikasına bağlı olduğu kadar iç dinamiklere de bağlıdır. Bu bağlamda ülkemizde sistemli, sürekli ve kesintisiz bir faşist devlet yapısı söz konusudur. Bu devlet yapısı partilerin değişimine de bağlı olmamıştır. Ancak Komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının çıkarlarına, krizine ve toplumsal muhalefetin direncine göre faşizm belli dönemler esnemiştir. Bu süreçlerin hangi dönemler olduğuna dair bir dizi örnek verilebilir. 1. Meclis süreci, 1948-1951 arası, 1961 sürecinden hemen sonraki aşama,2004-2009 arası vs. vs. gibi. Bunların her biri özel incelenecek ve her biri tartışmalı konulardır. Ancak faşizmin demokratik haklar noktasında en fazla esnediği süreçler dahi devlet biçimi olarak vazgeçmediği, en demokratik haklara tahammülsüz olduğu dönemlerdir.
Faşizmi, Devlet Biçimi Değil Tek Partinin İktidar Tekeli Olarak Anlamak!
Bu bağlamda faşizmin sürekli olduğu ya da hadi diyelim ki Yusuf Köse’nin mantığına göre devlet biçimi olduğu belli dönemlerde siyasi partilerin karakteri bu sisteme karşı konumlanışlarıyla değerlendirilir. Yoksa “demokrasi havarisi kesilen söylemleriyle” değil. CHP’ye bakacak olursak sistemin en güçlü parçası olan konumlanışı var mıdır? Vardır. Bu sistemin başına geçmek istiyor mu? İstiyor. Hükümet eden partiye muhalefet etme dışında faşizmi faşizm yapan özle ilgilimidir? Değildir. CHP’nin hadi dönemselde olsa faşist devlet biçimiyle nasıl bir sorun yaşadığını Yusuf Köse bize ispat etmek zorundadır. Buna karşı nasıl bir muhalefet geliştirdiği, burjuva demokrasisini nasıl savunduğunu kanıtlamalıdır. Yusuf Köse yazısında 1980 sonrası süreci anlaşıldığı kadarıyla faşist bir dönem olarak tanımlamaktadır. Peki bu durumda 1991-1995 CHP (o dönem SHP’dir) koalisyon dönemine ne diyecektir? Hakeza bu süreçten sonra sosyal-demokrat parti diyerek katıldığı hükümetlerdeki uygulamalarına ne diyecektir? Önemi küçük olmakla birlikte Gerici Sosyalist Enternasyonal bile CHP’yi bu organizasyondan ihraç etmeyi düşünürken, Yusuf Köse’nin CHP’ye sosyal demokrat parti kimliği atfetmesine ne demek gerekir? Yusuf Köse “Ayrıca burjuva partilerinin faşizmle uzlaşmadığını ya da uzlaşmayacağını söylemek gerçeği yansıtmaz. Onlar faşizmle uzlaşabilir. Bunun örnekleri çoktur. Almanya’da SPD ilk başlarda komünistlere karşı Hitler’le uzlaşmıştır. CHP’nin AKP ile uzlaştığı gibi. CHP, AKP’nin bir çok politikasını desteklemiştir.” Bu yaklaşımıyla faşizmi bir devlet biçimi değil bir partinin iktidar tekeli olarak görme eğilimindedir. Almanya’daki faşizmin devlet biçimi olma hikayesiyle bizdeki faşizmin hikayesi bambaşkadır. CHP, AKP ile uzlaşması meselesi tartışma konusu değildir. CHP’nin faşist bir sistemin parçası olması, onu savunması, onu kendisinin daha iyi yöneteceği mücadelesidir. SPD’nin Hitlerle uzlaşması ise bambaşka bir durumdur. Hitler eliyle tesis edilen faşist Alman devletinde SPD niteliği ve politik tutumuyla oynayacak rol kazanamayan bir durumdadır. Kuşkusuz SPD faşist devletin savunucusu konumunda olsaydı durum değişik olacaktı. O durumda komünistler için bir ittifak değil, faşist devlet için işlevli bir siyasi yapı olacaktı. Yusuf Köse çırpınarak Almanya ile sürekli kıyaslıyor. Oysa Almanya’nın siyasal, sosyal, ekonomik yapısı ile ülkemizdeki bambaşka şeylerdir. Tamda burada Yusuf Köse’ye yaptığı bir alıntı bir silah olarak dönmektedir. “İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.” Engels’ten yaptığı bu alıntı onun kafasında oturttuğu sosyo-ekonomik yapı, siyasal yapı gerçekliğine bir sosyal demokrat parti bulma arayışına verilecek bir alıntıdır. Ülkeyi kapitalist görünce, faşizmi sürekli değildir diye tanımlayınca ve elbette bunun üstüne bir de çilek gerekiyor. Sosyal demokrasiyi kim temsil ediyor. Önce ilkeleri belirle sonra gerçekliği bu ilkelerle ters yüz et.
Oysa CHP’yi incelemesi, var olan devleti incelemesi, CHP’nin sistemdeki yerine bakması, genel siyasi çizgisine odaklanması yeterli olacaktı. Çıplak gözle bile görülebilen tabloyu Yusuf Köse gözünü bağlayan ilkeleriyle, görmemeyi tercih ediyor. Bu noktada “İlerici, demokrat gördüğümüz bir çok insan CHP içinde yer alıyor. Direkt yönetiminde yer alamasalar da milletvekili olarak ya da il ilçe yöneticileri olarak yer alıyorlar. Bunların bir çoğu da devrimci saflardan gitmiş arkadaşlarımız ya da hala selamlaştığımız insanlar. Faşist bir parti içinde bunlar var mı?” tespiti enteresan bir bakış açısı sunuyor bize! CHP/ML’cileri anımsamamak imkansız. Ama Yusuf Köse baltayı taşa vuruyor. Kendi dar deneyiminden yola çıkarak verdiği bu örnek gerçekten komik. Pir Sultan “bozuk düzende sağlam çark olmaz” derken bir deneyimden yola çıkmıştı. Ama on yıl öncesine kadar bugün CHP içindeki ilerici ve demokratlar kadar AKP içinde olduğunu, hatta Deniz Baykal’ın CHP’sinden daha fazla demokratik söylemlere baş vurduklarını ve ilgi gösterdiklerini belli ki Yusuf Köse bilmiyor. Ya da bu cenahta selam verebileceği “arkadaşı” yok! Yusuf Köse hangi partide hangi dönem ilericilik adına insanların yer aldığını bir incelemeye tabi tutsa ve önümüze koysa pek makbule geçer. Ama bu durumun o partinin siyasi çizgisine nasıl bir etkide bulunduğunu, ne gibi değişimlere yol açtığını bize anlatsa memnun oluruz. Ama lütfen ve rica ediyoruz belediyede demokratların çalışması, ilericilerin gardiyan olması, yargı-poliste demokratik muhtevalı kişilerin olması meselesini örnek vermesin. Kendini daha fazla komik duruma düşürmesin. Deniz Baykal gibi tescilli faşistler, Muharrem İnce gibi faşist şahsiyetlerde karşısına çıkabilir. Ama daha vahimi Yusuf Köse için faşist partilerin siyasal niteliğini ortaya koymak yerine, bilinci bulanmış samimi demokratları uyarmak yerine onların o partilerde çeşitli saiklerle konumlanmasını faşist olmadığına dair kanıt sunmasıdır. Bu siyasal olarak darmaduman olma halidir. Eski Bir komünistin sosyal demokrat çizgiye demirlemesidir.
Yusuf Köse bize göre iyi bir demokrat ve evrensel ölçütlerde iyi bir sosyal demokrattır. O bu sosyal demokrat kimliğiyledir ki biz komünistlerin faşist olarak tanımladığı bir partiyi sosyal demokrat olarak görmektedir. Elbette kendisini sosyal demokrat olarak değil komünist olarak tanımladığı için bu yanılgıya düşmektedir. Ama gerçek şudur: Yusuf Köse, sosyal-demokrat ve anti-faşisttir, CHP ise yalın kat faşist bir partidir.
Kitlelere Gerçeği Anlatmak Mı? Uyuması İçin Çaba Sarf Etmek Mi?
CHP’nin tabanının bir kısmının ilerici, demokratik olduğu doğrudur. Ancak hepsi öyle değildir. Ciddi bir sosyal-şoven, devletçi tabanı da vardır. Devletin yeterince faşist saldırılar yapmadığı için reaksiyon veren, bu eksende şekillenmiş bir tabanı da vardır. CHP’ye oy veren ve kendini orda ifade eden ilerici kitlenin CHP’ye bakış açısında da Yusuf Köse’nin ciddi yanılgıları vardır. Bu kesim ciddi bir şerh koyarak CHP ile ilişki kurmaktadır. Ayrıca bu durum neyi değiştirir. Nasıl ki sosyalizm söylemiyle gerici Sosyal-demokrat partiler sosyalizm isteyen kitlelerde çekim merkezi oluyor diye bu partiler burjuva demokrasinin olduğu koşullarda burjuva parti niteliğini ortadan kaldırmıyorsa, faşizm koşullarında da CHP gibi partiler sosyal demokrasi söylemiyle sosyal demokrat olmuyorlar. Bu bağlamda CHP’nin ilerici, demokrat kitleyi demokrasi söylemiyle kandırıyor olması, devrimcilerin bunu kıramamış olması asıl sorundur. İlgilenilmesi gereken bu söylemle faşist niteliğini karartmasıdır. İlgilenilmesi gereken nokta budur.
Yusuf Köse birde eskiden CHP mitinglerinde yer alıyorduk, Şimdi neden itiraz ediliyor diyor. Bir tarih taraması yapıldığında Yusuf Köse bu noktada doğru söylüyor. Ancak gözden kaçırdığı bir nokta söz konusudur. O dönemde iştirak edilen mitingler genelde TKP, CHP, DİSK gibi kurumların kol kola örgütlediği “pahalılık, sosyal haklar” vs. mitingleri idi. Yani işçi sınıfının örgütlülükleri ile kol kola girmiş oldukça özgün bir süreçtir o dönem. Ki CHP ile asla yan yana, aynı meydanda olunmaz yaklaşımı içinde değiliz. Bu hiçbir parti için geçerli değildir. Yapılan şeyin kitle karakteri, demokratik muhtevası ve siyasal programı önemlidir. Gelişmeler ve koşullar bazen faşist partilerle yan yana gelmeyi komünistleri zorlar. Gezi bunun örneğidir. 1920’lerde Alman Komünist Partisi ile Hitlerin partisinin yan yana geldiği koşullar gibi. Bu noktada uç bir örnek verecek olursak diyelim ki; AKP Hükümeti’nin devrilmesi için bir askeri darbe oluştu. Var olan AKP’li kitle tıpkı Mısır’da olduğu gibi meydanları doldurdu. Askeri darbeler noktasında bilinci net, kafası açık devrimci hareket gücü oranında bu darbeye karşı koyuş içinde olmak zorundadır. Tamda bu koşullarda beklenmedik bir şekilde bugün gerici diye yaftaladığımız kitle gerici bir propaganda ile şekillenmiş karşı-darbe uzantısı değil de bir darbeye karşı başka bir saikle durduğunda bunlarla karşı duruşta meydanlarda sokaklarda buluşulma olasılığı vardır. Yusuf Köse’ye bir örnek daha verebiliriz. 1995-2000 arasında bugün ki AKP tabanı, Fazilet Partisi tabanı ile ünversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı komünistler ve kimi devrimciler demokratik hak söylemi ile bir çakışma yaşamıştır. Anlaşılması gereken faşizmin olduğu koşullarda meydanlarda devrimci ve komünistlerin çakıştığı kesimler dinamik şekilde değişebilir.
Ancak CHP’nin adalet mitingi bambaşka bir sorundur. Halkı bir siyasi programa, siyasi gerekçelerle bağlama girişimidir. Adalet tanımı sakattır, aldatmacaya dayalıdır ve bir faşist partinin bir başka faşist partiye karşı dengeleme ve ona karşı güç kazanma girişimidir. Bu noktada halkın ekonomik, sosyal haklarının genişletilmesine yol açacak bir kitle hareketi, sınıf örgütlenmelerinin sistem partisini arkasına alarak yaptığı hak arama eylemlerini bu derece siyasallaşmış bir yürüyüşle karıştırmak sapla samanı karıştırmak anlamına gelecektir. Yusuf Köse’ye göre 2007 Cumhuriyet Mitinglerine zamanında katılmamakta büyük bir sorun olarak bugünden değerlendirilebilinir!
Sonuç olarak Yusuf Köse faşist devlet biçiminin hüküm sürdüğü koşullarda faşizmi esasta Parti tekeline indiren bir sapma içinde. CHP’nin devletin bir partisi olduğu, bu devletin egemen sınıfların çıkarlarını bir bütün gerçekleştirdiğini ve CHP’nin de bu sınıfların bir temsilcisi olduğunu unutuyor. CHP’nin faşizme karşı olamayacak kadar faşist bir siyasi çizgisi olduğunu gözden kaçırmayı, üstünü örtmeyi tercih ediyor. Faşist Türk devletinin ideolojisi Kemalizm’in tüm gerici öğelerini savunduğunu, Kemalizmi ilericilik adına pazarlayan bir parti olduğunu es geçiyor. Yusuf Köse CHP kurucu dönemdeki Kemalizmle alakadar değil demeye çalışarak demokratik, ilerici, devrimci cephede oluşmuş netliği bulandırmaya çalışıyor. Yusuf Köse’nin yolu yol değil, gidişi gidiş değil. Kemalizmi “burjuva gericiliği” diye tanımlayıp faşist karakterini örtmeye denk düşen fikirlere kapısını açmış durumda. Ancak içinde geçtiğimiz dönem, gelişmeler ve ispatlanan gerçeklikleri Yusuf Köse şimdi bulandırmakla uğraşmasın. Bunu Kaypakkaya geleneği adına, Kaypakkaya geleneğinin sayfalarında yaptıranlar ise Yusuf Köse’den daha büyük bir günaha ortak oluyorlar.
Züğürt Ağa ile Yaratılan Züğürt Tesellisi!
Yusuf Köse konuyla dolaylı bağı olan Toprak ağalığı meselesine de espirili bir gönderme yapmış. Arkadaşın son gördüğü toprak ağası Züğürt Ağa’ymış meğer. Toprak ağası kalmamışmış. Kaypakkaya zamanında da bu tartışılıyordu. Ayağında potin, elinde kırbaçla, ata binmiş toprak ağası arıyorsanız boşuna uğraşmayın demişti. Yusuf Köse belli ki toprağı olan toprak ağası gösterin bari diyor. Sanırız toprakta tekelleşme olmadığını da iddia edebilir. Ama Ülkeyi kapitalist görmek toprakta kapitalist tekelleşmeyi yadsımaz. İşte senin kapitalist çiftlik sahibi dediğin kesimlere biz Toprak ağası diyoruz sayın Köse. Ama senin için ne gam! Brezilyadaki toprak ağaları da seni kesmemiş orayı da kapitalist değerlendirmiştin. Sorunu vurgalleştirmek, geçerken omuz atmak kişiyi gülünç duruma düşürür. Ancak Yarı-feodalizm ile ilgili bir tartışmadır bu. Mesele ciddi bir teorik tartışmadır. Feodal kırıntılara dayanan ekonomik yapıya dair MLM tarzda bir inceleme yöntemi izleyebilse gerçeğin kendisine, yaşanan değişimlerle birlikte ulaşması mümkündür. Ancak CHP’ye yaklaşım ve incelemeniz gibi olmamasını salık versek fazla ukalalık yapmış olmayız sanırız.