HDP eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş tutuklu bulunduğu Edirne F tipi Hapishanesi’nden Özgürlükçü Demokrasi gazetesine gönderdiği 31 Mayıs 2017 tarihinde 4.sayfada yayınlanan “Ne yapmalı?” başlıklı yazısında “demokrasi cephesi” için yol haritasını tartıştı. Yazı ustalıkla kaleme alınmıştı. Neredeyse tek bir noktalama işaretinin dahi gereksiz olmadığı, üzerinde düşünülmüş, yoğunlaşılmış bir metindi. Demirtaş’ın konu hakkındaki fikirlerinin berraklığını dışa vuran bu yazının komünistler tarafından da dikkatle okunması, incelenmesi gerekiyor. Yazı HDP’nin ve Kürt Ulusal Hareketi’nin güncel gelişmelerden çıkardıkları dersleri özlü bir biçimde ifade ediyor. Yine HDP ve ulusal hareketin açmazlarını da etkili bir biçimde sergiliyor. Metin çok katmanlı olarak okunabilecek bir yoğunluğa sahip. Biz de bu çok katmanlı metinden sonuçlar çıkarmaya, öğrenmeye çalışacağız.
Demirtaş yazısına, üzerinde tartışılmış, ilkeler ve uzlaşı bulunmazken kendisini yüzde 49’un temsilcisi olarak sunmaya çalışan çevrelere çatarak başlıyor. Bu yaklaşımın “Hayır Bloku”na yönelik bir sabotaj etkisi yaratacağını belirliyor. Yazısının sonuna doğru bu çevrenin ana muhalefet partisi olduğunun; “Ana muhalefetin demokrasi bloku oluşturma kapasitesi de niyeti de maalesef yoktur” sözlerinden rahatlıkla anlıyoruz. Böylelikle Demirtaş, söz konusu demokrasi blokunda olası önderlik olarak HDP’yi net bir biçimde işaret etmiş oluyor. Yazısının başında “Hayır bloku”nun iradesine ipotek konma çabasını kesin bir dille reddetmiş ve sonunda ise ana muhalefetin böylesi bir bloka önderlik edecek kapasitesi ve niyetinin olmadığını vurgulayarak, blokta CHP’nin yerini ortaya koymuştur. Böylece CHP’nin yerini ortaya koymuştur. Böylece CHP’nin “Hayır blok”unun bir parçası olarak bu projede yer alması halinde, yerinin HDP’nin çizdiği çerçevede olması gerektiği yer olması, diplomatik bir dille, gölge etmemesini istemiştir.
Demirtaş yazısının devamında öncelikli olarak yapılması gerekenin “Hayır Blokunda yer alan bütün toplumsal-siyasal kesimlerin temsilcilerinin bir yuvarlak masa etrafında toplanarak, eşitler arası bir hukukla ilkeler üzerinde tartışma yürütmesi” olduğunu vurguluyor. İlkeler üzerinde konsensus sağlandıktan sonra ise “Hayır”ı büyütmek için “Evet” demiş. Toplumsal kesimlerle (partilerle değil) işbirliği, ittifak ve ortaklaşma imkanları için yol haritası çıkarılması gerektiğini vurguluyor.
Bu noktada da Demirtaş komünist olduğunu iddia eden ve “Hayır bloku”nda yer almış yoldaşlarımızdan daha öngörülü ve kavrayışlı olduğunu gösteriyor. Öncelikle birleşilebilecek bütün kesimleri(yüzde 49) masanın başına toplamak gerektiğini vurguluyor. Fakat bununla yetinmiyor. Haklı olarak “Evet” kesimine de yöneliyor. Tam da burada “Ne var biz de hayırı büyütmekten, hatta bunu sokaklarda gerçekleştirmekten” bahsediyoruz itirazları yükselebilir. Ne var ki Demirtaş konuya böyle yüzeysel ve geçiştirmeci yaklaşmamaktadır. Öncelikle “Evetçiler” ile kurulacak ittifakın partilerle değil, “Hayır Bloku”nun oluşturacağı ilkelere olumlu yaklaşan kesimlerle olacağını belirtiyor. Yani durduğu yeri net biçimde merkeze alarak belirlediği siyaset üzerinden “Evet cephesinin” önderliğini yürüten siyasi partilerle değil “Evet” demiş kesimlerle ilişkilenmeyi hedefliyor. İttifakların siyaset temelinde gelişebileceğine ve karşı tarafın saflarını siyaset ile bölebileceğimize dair derinlikli bir kavrayış sergiliyor. Demirtaş “Hayır”da neredeyse her derde bir deva gören “komünist” hayırcılarımız ise “hayır cephesini büyütme” iddialarını hangi ittifakla yapmayı planladıklarını ortaya koymaktan uzaklar. Hayır’I “sokakta büyütmek” ya da işçi ve köylülere yönelik saldırılara dair genel geçer propagandatif söylemlerinin dışında söyledikleri sözleri var mı? Yok! Oysa Proletarya Partisi’nin genel siyasi çizgisi, bu çizginin anti-faşist birleşik cephe kurma siyaseti bellidir.
“Hayır Cephesi” AKP’de somutlaştırılan faşizme karşı mücadeleyi temel alan bir eksene sahip. Hayırcı komünistlerimiz bu eksendeki demokratik muhtevayı politik tavrın merkezine koyan bir doğrultu izliyorlar. Bunun, esasen kendiliğinden, yani bir iktidar hedefi oluşturmadan; dolayısıyla demokratik halk devrimi programına rağmen gerçekleşmesini sorun etmiyorlar. Olasılıkla devrim programının “birlik bozucu” olacağını öngörüyorlar! Ama Proletarya Partisi için anti-faşist mücadele anti-emperyalist, anti-feodal mücadeleden ayrılamaz. Dolayısıyla AKP ile mücadeleye indirgenen anti-faşist mücadelenin içerdiği demokratik muhtevanın komünistlerin yöneliminde belirleyici hale gelmesi bir konuda ilkesel bir soruna işaret eder. Komünistlerin anti-emperyalist,anti-feodal mücadeleyi temel alan bir genel siyasi çizgisi vardır. Bu çizgi kırlardan şehirlere, toprak devrimi perspektifinde köylüleri temel alan halk savaşına dayanmaktadır. Bu çizginin ittifak unsurları, AKP karşıtlığına indirgendiği için sınıf bileşenleri belirsizleşen örneğin; “demokrasi cephesi”ne tabii olamaz. Çünkü bu cephe sınıf bileşenleri belirsiz bir “demokrasi cephesi”dir, bunun da sınırlarının bilindik burjuva demokrasisini aşamayacağı açıktır. Demirtaş “tutarlı” bir biçimde Kürt ulusal sorunu ekseninde reformcu bir iktidar üretme isteğindedir. Peki “komünistler” ne istemektedirler? Hayır cephesinde mevcut olan demokrasi arayışını devrimci iktidar doğrultusunda eğitmek ve geliştirmek için halk savaşını bu cepheye benimsetme yaklaşımına sahipler mi? Anti-emperyalist, anti-feodal mücadeleyi anti-faşist mücadeleyle iç içe geçirmeyi bu “cephe” içinde olanaklı görüyorlar mı? Daha da geriye çekelim problemi: Devrimci halk iktidarı mı, reformcu burjuva iktidarı mı sorusunu tartıştırabiliyorlar mı ? Bu soruların yanıtları üretilebildiği bir durumda “hayırcı komünistler”in politik önderlik yeteneğini değerlendirebiliriz. Aksi takdirde başka siyasi hareketlerin çok başka saiklerle kurdukları cephelerde figüranlardan biri olmakla yetinmekte oldukları tartışmasızdır.
Demirtaş derinlikli yaklaşımını “Hayır bloku”nun adını değiştirme önerisiyle sürdürüyor. Çünkü “evetçileri” kazanmak istiyor. Bu temelde blokun adını “Demokrasi Bloku” olarak değiştirir.
“Hayır Bloku”nun ilkeleri üzerinde tartışma, birilerinin bu blok üzerinde her türlü hak iddiasının reddi ve nihayetinde “evetçileri” kazanmak için “blok”un isminin değiştirilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra “blok”un siyasi çizgisini tartışmaya geçiyor Demirtaş.
Demirtaş oluşturulacak ilkelere saygı duyan, hayata geçmesi için mücadele iradesi gösteren tüm kesimlere “demokrasi cephesi”nin kapılarını ardına kadar açtıktan sonra “sadece bir taktik işbirliğinin ötesinde Türkiye’nin demokratik geleceğinin programını minimum düzeyde de olsa ortaya koymak zorundadır” diyerek cephenin görev tanımını da yapmıştır: Türkiye’nin demokratik geleceğine ulaşmak!
“Hayır”cı yoldaşlarımız “ne cephesi, bu stratejik değil, taktik işbirliğidir” diyerek bu kervana da atlamanın bir yolunu bulacaklardır mutlaka. Zira, “demokratik gelecek” tanımlamasındaki “demokratik” kavramı bizim “demokratik devrim” kavramamızda da bulunduğu için bu demokrasinin muhtevasına dair hiçbir kuşkuya kapılmadan böyle bir cepheyi kaçırmamak için kapılar kapansa dahi pencereleri zorlamakta bir beis görmeyeceklerdir.
Bu demokratik geleceğe ulaşmanın yolu ise tanıdıktır: “bunu ilk adımı içeride ve dışarıda barışı sağlayacak bir yol haritası oluşturmaktır. Kürt sorunu çözümüne dair önerisi olmayan bir programa ne demokrasi programı denebilir ne de kimse ciddiye alır. Öncelikli olarak Kürt sorununda demokratik barışçıl çözümün hayata geçebileceği gerçekçi bir müzakere zemini mekanizması oluşmalıdır. Hangi aktörün nasıl roller ve misyonlar üstlenebileceği bu mekanizmada somut olarak ortaya konulmalıdır.
Devam edecek…