2012 yılında çıkartılan büyükşehir belediye yasasıyla, şehir merkezine belirli bir yakınlıkta olan köylerin, köy statüsünden çıkartılarak mahalle statüsüne dönüştürülmesiyle, köyler il idaresine bağlandı. Bu yasayla birlikte Mardin’in de büyükşehir olmasının ardından Mardin Valiliği tarafından oluşturulan Devir Tasfiye ve Paylaşım Komisyonu kuruldu. Bu komisyon 2012 yılından bu yana kentte tüzel kişiliği sona eren kurumların mülklerini paylaştırmaya başladı. 2016 yılı içerisinde de Devir Tasfiye ve Paylaşım Komisyonu Mardin’in ilçelerinde bulunan Süryani cemaatine ait çok sayıda kilise, manastır, mezarlık ve diğer arazileri başta hazine olmak üzere ilgili kamu kurumlarına devretti. Ayrıca bu paylaşımda, Süryanilere ait manastır, kilise ve mezarlıkların bir kısmı Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edildi. Mor Gabriel Manastırı Vakfı tarafından belirlenen 50’ye yakın kilise, manastır hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvuru yapılırken, 30’a yakın tapu kaydının da iptali için mahkemeye gidilerek bu karara itiraz edildiği belirtildi. 2017’nin Mayıs ayında tasfiye komisyonunun, vakfın itirazını reddetmesiyle birlikte Süryani ve diğer azınlıkların mal varlıklarına el konulması sorunu tekrar kamuoyunda gündeme geldi. Kamuoyunda oluşan tartışmaların ardından, kamuoyunun baskısıyla Devir Tasfiye ve Paylaşım Komisyonu Süryanilere ait kilise, manastır vs. tahsisini Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrini ön gören kararı iptal etti. Ancak cemaate ait olması gereken mallar ve mülklerin devlet hazinesine devri kararı hala geçerliliğini koruyor.
Bu ırkçı faşist talan saldırılarını çok yönlü görmek gerekiyor olsa da esasta iki ayağı bulunuyor. Saldırıların birinci ayağını azınlık milliyet ve ulustan halklara yönelik hak gaspları, inanç özgürlüğüne, kültürel değer ve miraslarına vb. yönelik saldırı ve asimilasyon politikaları oluşturuyor. Diğer ayağını ise ekonomik boyutu oluşturuyor. Egemenlerin içinde bulunduğu siyasi, askeri krizle de birleşen ve her geçen gün daha da büyüyen ekonomik krizlerini düşündüğümüzde bu coğrafyadaki azınlık milliyetlerin ellerinde kalan son mal varlıklarına da el konularak küçük de olsa “nefes” alınmak istenmesi anlaşılır olacaktır.
Yağma ve talan üzerine kurulu TC devletinin bugün Süryanilere bu yağma, talan, imha, asimilasyon saldırılarını bugünle sınırlı görmemek gerekiyor. Osmanlı’dan günümüze TC’nin tarihine baktığımızda bu coğrafyanın “Müslüman olmayan” kadim halklarının nasıl sürgün, tehcir, katliam ve soykırımlardan geçirilip yok edildiğini, zenginliklerinin yağmalanarak Ermen, Rum, Süryani vb. ulus ve milliyetlerinin mülkleri ve varlıkları üzerinden bir “Türk ulus devleti” yaratıldığını görebiliriz. TC tarihinde de egemenlerin her siyasi ekonomik açmazlarında katliam ve soykırımdan kurtulmuş bir avuç “azınlık” durumuna düşürülmüş Ermeni, Rum, Süryani vb. azınlıkların varlıklarına göz dikilip yağma ve linç saldırıları eşliğinde talan edildiğini görüyoruz. Bugün Süryanilerin ellerinde kalan son mal varlıklarına ve ibadethanelerine el koyma saldırısı da aynı ırkçı, faşist zihniyetin “azınlıklara” karşı giriştiği siyasi, ekonomik, kültürel tarihi soykırım saldırının devamı olarak görülmek durumunda.
Konunun anlaşılır olabilmesi için yüz yıllardır bu coğrafyada yaşamış, bu coğrafyanın kadim halklarından olan Ermen, Rum, Süryani vb. halklara uygulanan ırkçı, faşist, tekçi ve şoven saldırılarla katliam ve soykırımlarla bu coğrafyada nasıl yok edilip siyasi, ekonomik, kültürel olarak tasfiye edilerek silinmesi aşamasına gelindiğine göz atmamız yerinde olacaktır.
“Çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli…” bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti 1800’lerin sonuna doğru, yüz yılın temel dinamiklerini oluşturan ulus devlet anlayışı ve yaratılan ulus devletlerle devam eden ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkisiyle dağılmaya ve parçalanmaya başlamıştı.
Çözülmeye giden Osmanlı’nın elde kalan son topraklarını da ne pahasına olursa olsun “Türk yurdu” yapılmalıydı. Türklük, Türkçülük, Turancılık gibi egemen etnik vurgular kısa sürede bu amaç için siyasallaştırıldı. Türk egemen sınıfları nüfusun demografik yapısını yeniden yapılandırarak kendi pazarını yaratmak istiyordu. Bunun için Türk ve Müslüman olmayan nüfus ülke topraklarından tasfiye edilip homojen bir yapı yaratılarak “Türk ulus devleti” yaratılması gerekiyordu. Gayrimüslim olarak değerlendirilen özellikle ulus bilinci daha gelişkin olan Ermeni, Rum, Süryani vb.ler başta olmak üzere Müslüman olmayan ulus ve milliyetten halklara yönelik tehcir, sürgün, zorla göç ettirme, katliam ve soykırım politikaları devreye konuldu.
Ülke topraklarındaki azınlık milliyet ve ulusların tasfiyesiyle “Türk ulus devleti” yaratma projesi fiili olarak 1900’lerden itibaren devreye sokulmuş olsa da, bu projenin aktif olarak hayata geçirilmesi 1914 yılında patlak veren ve Osmanlı’nın da taraf olarak dahil olduğu 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yarattığı ortam sayesinde sağlanır, savaşın yarattığı fırsatlardan yararlanan Osmanlı egemen güçleri emperyalistlerin desteğiyle katliam, tehcir ve soykırımla Türk ulus devletinin de temellerini atar. Kuşkusuz “Türk ulus devleti” yaratmanın en önemli ayaklarından birisini “sermayenin Türkleştirilmesi” hamlesi oluşturuyordu. Bu kapsamda savaş ihtiyaçları bahane edilerek Ermeni, Rum, Süryani vb. Gayrimüslimlerin önce vergi ve haraçlarla sonra da doğrudan mal varlıklarına, paralarına, mülklerine el konulur. Baskı, zulüm, zorbalık, yağma, talan, katliam ve soykırımlar savaş ortamı bahane edilerek dizginsiz bir şekilde yaşama geçirilerek “Türk ulus devleti”de yaratılır. Ulus devletin sermayesi de Türkleştirilir.
Osmanlı’nın son dönemlerinden başlamış olan tehcir ve soykırım 24 Nisan 1915’de çıkarılan bir kararname ile resmileştirilmiş de olur. Çıkarılan kararname ile Ermenilerin önde gelen liderleri, öncüleri, aydınları tutuklanır sürgün edilir. Kurdukları örgüt ve dernekler kapatılır. Akabinde 27 Mayıs 1915’de çıkarılan “Geçici Tehcir Yasası” ile büyük soykırım hızla yaşama geçirilir. 26 Eylül 1915’te çıkarılan muvakka haciz ve müsadere kanunuyla birikim ve sermayenin Türkleştirilmesinin resmi kılıfı da oluşturulur. 1915’ten 1916’ya kadar katliam, kırım ve ölüm yürüyüşleriyle 1.5 milyon Ermeni katledilirken, 1916’dan 1922’ye kadar bu sayı 2.1 milyona ulaşır. Yine 1.5 milyon Rum(1912-1922 arası), 500 bin Süryani(1914-1918 arası) aynı şekilde katliam, tehcir ve ölüm yollarında imha edilirler.
Özetle yapılan soykırım Ermeni, Rum, Asurî kökenli Süryani, Keldani, Nasturi ve Yakubi tüm hristiyanlara yönelinmiştir. Bu kırımla bir yandan coğrafya Gayrimüslimlerden arındırılarak “Türkleştirilirken” diğer yandan da “milli iktisat” yaratmak için katledilen, tehcir edilen Gayrimüslimlerin malları yağmalanıp zenginliklerine el konulmuştur. Tarihi kültürel birikimleri yakılıp yıkılarak talan edilir. Yüz binlerce çocuk, kadın ailelerinden koparılıp zorla Müslümanlaştırılarak asimile edilmiştir. Soykırımdan kurtulan yüz binlerce “Gayrimüslim” topraklarından koparılarak zorla başka ülkelere göç ettirilmiştir.