H. MERKEZİ: 12 Eylül AFC’nın 37. yıldönümüü nedeniyle aşağıdaki yazı dizisinin ilk bölümünü okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1960 darbesi bir ilki oluşturmaktadır. Tek partili dönemde işbirlikçi komprador burjuvazi ve toprak ağaları klikleri önceleri CHF(Cumhuriyet Halk Fıkrası/Sonradan ismi CHP’ye dönüştürüldü) örgütlenmekte, CHP içerisinde kendi aralarındaki iktidara hâkim olma dalaşı devam etmekteydi. İkinci emperyalist paylaşım dalaşında Türkiye savaşa girmemesine rağmen; Alman emperyalizminin ilan edilmeden ancak fiilen yanında yer almış, ancak Alman faşizminin yenilgisi kesinleştiği noktada yüzsüzce bir hile ile “tarafsızlığına” son verip Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Zira “müttefik devletleri” yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’de yer almak için 1 Mart 1945’e kadar Almanya’ya savaş ilan edilmesini şart koşmuştur. Bunun üzerine Alman emperyalizmin yardakçısı faşist TC, 23 Şubat’ta Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Kuşkusuz bu artık dünyanın yeni emperyalist liderlerinin limanına yanaşmaktan tereddüt edilmeyeceğinin mesajı olarak sembolleştirilmiştir.
İçeride Amerikan emperyalizmini temsil eden, işbirlikçi komprador burjuvazi ve toprak ağalarının siyasi etkisi artmış ki; Bayar, Polatkan ve Menderes CHP içerisinde önemli bir alternatif güç olarak varlık göstermeye başlamış, tek partili sisteme karşı, çok partili sistemi savunarak elini “demokratik sistem istiyoruz” talepleriyle güçlendirmeyi başarmıştı. Hitler Almanyası’na bağlılığı esas olan İnönü kliği çok partili sisteme geçmek zorunda kalmıştı. Bu geçiş dönemini kavramayan birçok devrimci hareket; “bu geçişi demokrasiye veya burjuva demokrasisine geçiş olarak” göstermekteydi. Ki, bu Kemalizm’i ve TC devletinin niteliğini doğru tahlil edememekten kaynaklanıyordu. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan zaferle çıkan ABD ve itilaf devletleri Almanya, İtalya ve Japon emperyalistlerinin kaybettiği pazarları yeniden kendi aralarında paylaşıma açmışlardı. İkinci paylaşım savaşında Stalin önderliğinde Sovyet kızıl ordusu ve komünist partilerin büyük direniş ve zaferi neticesin de başta Hitler faşizmi olmak üzere, İtalyan ve Japon faşizmi yenildi. Aslında bu zafer Sovyetler Birliği’ne ve sosyalistlere aittir. Ülkemizde Amerikan emperyalizminin siyasi temsilciliğini yapan Bayar, Polatkan ve Menderes’in eli çok yönlü güçlenmişti. Artık iktidarı ellerine almanın zamanı gelmişti. Bunu zaferle taçlandırmanın en iyi yolu “demokrasi ve parlamenter çoğulcu sisteme geçmek istedikleri” havariliği yapmak olduğunu, bunu iktidara gelmek için kaldıraç olarak kullanmaktı. Öyle de yaptılar.
Burada şu gerçek görülmelidir; emperyalist burjuvazi dün olduğu gibi bugünde işine ve çıkarına geldiği oranda ilerici istem ve talepleri desteklemekte, işine geldiğinde faşizmi, gericiliği, diktatörlükleri ve katliamları savunmakta, organize etmekte ve böl parçala yönet parolasını devreye sokmaktadır. Çok partili parlamenter sisteme geçişin “demokrasi özü” aslında budur. Kaldı ki, çok partili parlamenter sisteme geçmeden önce parlamento TC’nin kuruluşundan o döneme kadar mevcuttur. Düzenli şekilde mebus seçimleri yapılır; ağaların, beylerin, paşaların siyasi temsilcileri parlamentoda yerlerini alırlar. Aslında değişen tek şey tek partili sistemde, çok partili sisteme geçişti. Tabi ki arada göreceli bir fark var. Ancak özde değişen bir şeyin olduğu söylenemez.
Çok partili dönemin başlangıcı ve yapılan seçimlerde zaten 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası ABD emperyalizmine bağımlılık sürecinin örgütlendiği ancak daha yetenekli olan, sürecin emperyalist ekonomi-politikalarını uygulamada “yenilikçi” ve iştahlı işbirlikçi komprador burjuvazi ve toprak ağalarının diğer kliği faşist Kemalist sistemin direksiyonuna oturmuştur. Burada iktidar el değiştirmiştir ama devletin, MBK’nin bekası değişmemiş, Kemalist devlet işlerliği, özü korunmuş, devam ettirilmişti.
27 Mayıs 1960 darbesi böylesi bir egemen kliğin el değiştirme ve uzun süre devam ettiği süreçte yaşandı. Palazlanan ABD emperyalizminin temsilcileri ellerinde tuttuğu imkan ve avantajlarını karşıt burjuva muhalefeti etkisiz kılmaya, sözde var olan “demokratik hakları” kısmaya, halk kitleleri ve devrimci muhalefeti ezmeye, baskı yapmaya kaldıraç olarak kullandı. İktidarını kalıcı kılmak için, devletin diğer egemen sınıf kliği CHP’li Kemalistleri tasfiyeye yönelince işler tehlikeli bir boyut kazandı. Ancak uzun süredir egemen olan ve her geçen gün zayıflayan Demokrat Parti iktidarı ekonomik ve politik krizle baş edemeyen bir konuma sürüklenmektedir. Bu kriz durumu ABD emperyalizminin yönelim ve politikasının hayata geçmesinin de önünde engeller oluşturmaktadır. Emperyalist ağa babalarında kredisi sürekli azalan Menderes, Sovyetler ve ABD arasındaki çelişkiye oynama, Sovyetlerle ilişkiyi güçlendirme gafletinde bulunmuştur. Oldukça hassas olan dünya konjonktürün de zaten kriz içinde debelenen Menderes hükümetinin ABD emperyalizmi ve diğer emperyalist güçler karşısında kredisi bu girişimden sonra tümüyle bitmiştir. Devlete egemen olma dalaşı iki faşist klik arasında kızışmış, iç çelişkiler boyutlanmış ve bu iklimde özellikle Avrupa ve Alman emperyalizminden tam destek alan ve sistemin esas ağa-babası ABD emperyalizminin de olurunu alan Kemalist İnönücü kanat orta burjuvaziyi de yanına alarak darbeyi gerçekleştirdi.
Orta burjuvazinin askeri ve siyasi kanadı bu darbede yer aldı, hatırı sayılır bir etkin rolde oynadı, ancak darbenin öncüsü ve yönlendiricisi Kemalist – İnönücü klikti. Bu darbe ne Menderes’in emperyalizme bağımlılığına, ne gerici ve faşist karakterine karşı yönelen bir niteliğe sahip değildir. Devletin emperyalizme bağımlı yarı-sömürge yapısına uygun ilişkileri daha iyi gerçekleştirmeye aday bir niteliği karartılamayacak kadar berraktır. Darbeye asıl karakterini veren ise Kemalist işbirlikçi komprador burjuvalar ve toprak ağalarını temsil eden siyasi klikten başkası değildi. Gerçekleşen Askeri Faşist Darbe’nin asıl sebebi devlet erkinde hâkimiyet dalaşı yürüten komprador işbirlikçi burjuvalar arasında süren siyasi egemenliği eline alma, aslan payı kapma olarak açıklanabilir.
DP’nin uyguladığı faşist diktatörlüğün giderek dozajını artırması sonucu gelişen halk muhalefetini yanına almayı başaran Kemalist -İnönücü klik cumhuriyet tarihinde “kısmı” diye ifade edeceğimiz demokratik hak ve özgürlükleri anayasasına koyarak destek almıştır. Bu gelişen toplumsal halk muhalefetini kendi potasında eritmenin bir yolu ve rakip işbirlikçi komprador burjuvaları etkisiz kılmanın göz boyama yoluydu. Bu geçiş evresinde faşist diktatörlük öz itibariyle siyasi karakterini korumuştur. Ancak halk muhalefetinin dinamizmi, uluslararası gelişmelerin etkisi, emperyalizmin döneme özgü ekonomi-politikaları Türkiye’de faşizmin biçimde belli değişikliklere deyim yerindeyse gömleğini daraltmasına ya da genişletmesine onu mecbur bırakmaktadır. Dönem dönem faşizmin baskı ve sömürü dozajında artmalar, gerilemeler, ‘şer ile ehveni şer ‘karşı karşıya gelebilir.
Bu faşizmin sürekliliğini ortadan kaldırmadığı gibi, parlamenter faşizminde özünde değişiklik getirmemektedir. Bazı arkadaşların yeni bir şeymiş gibi piyasaya sürdüğü; “1960 darbesi faşizmi kesintiye uğrattığı, ekonomik ve siyasi buhranı kaldırdığı, getirilen demokratik hak ve özgürlüklerin burjuva demokrasisi olduğuna” dair yapılan tahliller gerçeği yansıtmadığı gibi, geçmişte Boratav, Mihri Belli, Kıvılcımlı’nın ve TİP’in savunduğu revizyonist görüşlerdir. Bu tezler legalizme, yasalcılığa evrilmenin ince kılıfı ve provalarıdır. Eskimiş olan neredeyse piyasada vadesini dolduran bu tür görüşleri yeni şeymiş gibi piyasaya sürmek aldatmacadan başka bir şey değildir. Tabii ki, işçi sınıfı ve emekçiler faşizme karşı sistem içi de olsa demokratik hak ve özgürlüğün savaşımını verirler, faşizm koşullarında burjuva demokratik haklar için yürütülen mücadeleden sınıf adına yararlanır ve örgütlenirler. Ancak ne bununla sınırlı kalırlar, bunu sınıfsal ve siyasal çıkarları için yeterli görürler nede devrim hedefini göstermeyi aksatırlar. Bilakis devrim hedefini daha da genişletir, demokratik halk devrimi ve sosyalizme giden yolun esas alınmasını isterler. Kaldı ki,1961 anayasasıyla verilen kısmi demokratik haklar kısa zaman sonra bir çırpıda gasp edildi ve geri alındı. Kısa bir süre sonra iktidarın el değiştirmesiyle faşist diktatörlük baskı, sömürü ve zulüm politikasını artırarak devam ettirdi.
(…Devam edecek!)