Türkiye ve Kürdistan Devrimci hareketi kendi iç sorunlarını ve birbirleriyle kıyasıya mücadele etmeyi esas hale getirir bir noktadaydı. Alan hâkimiyeti, birbirini hâkim oldukları alanlara sokmama, devrimciler arası şiddeti esas alma noktasına gelinmişti. Bu çatışmalarda partimiz yer almadı ve yapılan provokasyonlara pirim vermedi. Sorunu devrimciler arası konuşarak, anlaşarak, hatalarımızı kabul edip eleştiri özeleştiri yaparak sorunlarımızı çözebiliriz anlayışını savundu, sundu ve de bunda başarılı da oldu. Çünkü devrimciler arası çatışma ve kısır kavgalarda yer almamayı prensip olarak doğru gördü, pratik yaşamına uyguladı. Doğru olanı yaptı.
Devrimcilerin bir diğer hatası ve en önemlisi ise, silahı mücadelenin esasını devlete yöneltememesi, devletin örgütleyip “taşları bağlayıp köpekleri sokağa saldığı” sivil faşist güçlerle çatışmayı, devletin ordusuna, polisine, yasama ve yargısına yönelmeyi tali plana koyması ve almasıydı. Aslında devrimci hareket içerisinde bütün örgütler “devleti yıkmak için yola çıktıklarını” söylemekte, “örgütlerini bu amaç üzerinden harekete geçirdiklerini” söylemekteydiler. Hâlbuki yaşanan gerçekler öyle değildi. Devlet eliyle devrimciler arasında provokasyon örgütleniyor, devrimcilerin zayıf yakalanarak birbirleriyle çatışmaya, öldürmeye teşvik ediliyorlardı. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci örgütlerin kendi aralarında çıkan çatışmalarda yitirdiklerini hesaplarsak çok ağır bilançoyla karşılaşırız. Neredeyse devletin katlettiği devrimci ile devrimci örgütlerin kendi aralarında çıkan çatışmalarda kaybedilen devrimci sayısı eşdeğerdedir. Ne yazık ki, bizlerin böylesi bir günahı var ve hala bunun üstünü örtmekteyiz. Yanlışlarımızı saklamayı iyi becermekteyiz. Ama onu açığa çıkarıp mahkûm etmede “oldukça beceriksiz ve isteksiz” davranmaktayız. Kedinin pisliğini örtmesi misali…
Devrimci hareketin bu zafiyetini bilen ve kendi lehine çevirmek için kışkırtan devlet başarılı oldu. Çünkü öncelikle devrimci hareketin devlete yönelmesini bir nevi engelledi. Devrimcilerin eylemde birlik ajitasyon-propagandada serbestlik ilkesi doğrultusunda ortak hareket etmelerinin önünü kesti. Devrimci güçlerin birlikte faşist devlete karşı harekete geçmesini, işçilerin, köylülerin, memurların ve ezilen Kürt ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesinin birlikte hareket etmesinin yollarını kapadı. Deyim yerindeyse; 12 Eylül darbesine hazırlığını planlı ve programlı yaparak devrimcileri böldü, parçaladı ve darbeyle kırımdan, zulümden, işkenceden, katliamdan geçirdi.
12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’ni ülkemizde iktidarı yönetmeyi, sömürüden aslan payı almayı hedefleyen işbirlikçi komprador burjuvazi, toprak ağaları, bankeri ve tefecisi tek başına yapmadı. Yapılan askeri faşist darbenin uluslararası ayağı asıl olandı. Amerikan emperyalizmi 12 Eylül darbesini planlayan, organize eden ve gününü, saatini tespit eden asıl aktördü. Avrupa ülkeleriyse NATO dahilinde bu faşist darbenin taraflısıydı. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin gerçekleştiği an Amerikan başkanı CARTER’ a bir mesaj iletilir; “bizim çocuklar işi bitirdi” diye. CARTER’ın cevabı aynen şu olur; “Bizim çocuklar işini bilir”, görüldüğü gibi her şey açık ve net . 12 Eylül AFC’sı Amerika ve NATO oluruyla gerçekleşti, organize edildi. Bugün bu gerçeği bilmeyen yok sanıyoruz.
12 Eylül Türkiye ve Kürdistan halkları üzerinde bir silindir gibi geçti. Resmi rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı. 300 bin kişi hakkında soruşturma açıldı. 299 devrimci işkencelerde katledildi. Yüzlerce devrimci yargısız/sorgusuz sokaklarda, köylerde katledildi, kaybedildi. BAZHAT FİRİK yoldaş gibi gözleri dağlandı, ateşlerde diri diri yakıldı. Süleyman Cihan gibi TKP/M-L’yi günümüze taşıyan, kadro ve taraftarlarının birliğinin korunmasında referans olan partimizin ikinci sekreteri ve önderi katledildi. Yine İrfan Çelik ve bir çok devrimci önder ve kadro alçakça katledildi. Erdal Eren gibi 50 kişi idam sehpalarında katledildi. Yüz devrimci, komünist, yüz binlerce yurtsever, işçi, köylü, emekçi, devrimci, aydın ve komünist gözaltında en vahşi insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. 12 Eylül AFC’nın yaptığı zulüm ,katliam ve işkencelerin izi belliklerimizden silinmiş değil. Bugün 12 Eylül yasaları yürürlükte ve hala o askeri faşist yasalarla yaşıyoruz, yargılanıyoruz, hüküm giyiyoruz, tutuklanıyoruz. Şehirlerimiz, semtlerimiz, evlerimiz, köylerimiz, ormanlarımız, dağlarımız yakılıyor, yıkılıyor, bombalanıyor, boşaltılıyor ve insanlarımız topluca ve vahşice katlediliyorlar.
Günümüzde aynı yasalarla sivil görünümü 15 Temmuz ‘Darbesi’ yürürlüğe konmuştur. Devlet erkinde hâkim olan faşist sermaye klikleri arasında var olan çıkar ve sömürüden aslan payı alma dalaşması sınıflı toplumların karakterinde mevcut bir kronik hastalıktır. Bu uluslararası finans sermaye virüsünün bize bulaşması olarak kabul edilir. Emperyalist sermaye devletleri kim işine yarıyorsa, kim daha çok sömürü ve kar getiriyor ve geleceği garanti altında tutmaya adaysa onu desteklemekte, geleceğe hazırlamaktadır. Burada tartışılacak bir sorun yoktur. Bilinir ki, darbeler asıl istihbarat teşkilatlarının, gizli servislerin ve onları yönlendiren emperyalist sermaye devletlerinin işidir. Ancak çok nadir bu darbeler başarısızlıkla sonlanmaktadır. Şimdiye kadar emperyalist devletlerin kendi aralarında kıyasıya süren rekabetten kaynaklı darbe girişimlerine müdahaleler edilmiş darbe girişimleri ya boşa çıkarılmış ya da deşifre edilerek kendi menfaatlerine akan kanala yönlendirilmiş başarısız kılınmış; içerdeki işbirlikçi komprador burjuvaların, tefeci -tüccarların, banker ve ağaların iktidarı ve eli güçlendirilmiştir. Evet, 15 Temmuz bir darbedir, bu darbe iktidarın planlayıp yürürlüğe koyduğu ve kendine tehdit ve tehlike gördüğü eski koalisyon ortağı hâkim sınıf kanadını tasfiye etme ve bunu bahane ederek zayıflayan elini güçlendirmek için var olan kırıntı bazındaki demokratik hakları bir çırpıda gasp etmedir. Bu darbe aslında rakip hâkim sınıflara karşı yapılmış bir darbe değildir. Asker karışımlı sivil faşist darbe, Türkiye ve Türkiye Kürdistan halklarına karşı yapılmış açık sivil faşist bir darbedir. Bunun başka bir izah tarzı yoktur. Aksi tanımlama doğru olmaz.
Bölgemizde faşist Türk devletinin almış olduğu ağır yenilgi, büyük hevesle başlattığı askeri, siyasi, ekonomik hamlelerin son beş yıl içerisinde iflas etmesi, Suriye, Irak ve Ortadoğu’da girdiği bataklık çok yönlü krizi ve çözümsüzlüğü de beraberinde getirdi. Panislamist – Pantürkist faşist koalisyon iktidar tekçiliği her alanda hakim kılmak için; Kürt ulusunun soykırımına, azınlıkların yaşam haklarının yok edilmesine, Alevi inancının tasfiyesine ve sunileştirilmesine ve diğer bütün gayri-müslüm inançların asimile edilmesine azami baskı uygulamaktadır. Coğrafyamızda bin yılları kapsayan yaşanmışlığın bıraktığı kültürel miraslarımızı hunharca ve acımasızca yok etmekte, kültürel katliamlar yapmaktadır. Bugün Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında yaşananlar 12 Eylül askeri faşizmini aratmayacak boyutlarda devam ediyor. Türkiye tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Yani, Erdoğan’ın başını çektiği AKP, MHP, VP ve Ergenekoncu faşist güruhun ortaklaşa oluşturduğu koalisyonun; en zalim, en şöven, en ırkçı şer dönemini yaşıyor. Muhalif olan, eleştiri yapan, ırkçılığa, faşizme karşı olan herkes suçlu görülmekte, sorguya alınmakta, vatan haini ilan edilmekte gerekçesiz, keyfi tutuklanmaktadır. Korku toplumu yaratılmaya çalışılmakta, toplumun kendilerine teslim olması istenmektedir.
Yok artık, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Açık sivil darbeci faşizme karşı Türkiye ve Kürdistan halkları birlikte mücadeleyi yükseltecek, faşizmi, emperyalizmi ve gericiliği birlikte azim ve kararlılık göstererek yenecektir. Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din, tek ırk, tek mezhep ve kadını köle gören faşist eril devlet mutlaka yıkılacak, halklarımızın demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesi zaferle taçlanacaktır. Bu inanç ve kararlılıkla faşizme ,feodalizme ve emperyalizme karşı halklarımızın halk savaşına , demokrasi ve özgürlük kavgasına omuz verelim . Sınıf mücadelesini faşist diktatörlüğe karşı daha kapsamlı ve ileri boyutlara taşıyalım.
SON