Ümit Akçay*
Güncel olarak, ekonomi yönetiminde yaşanan karmaşanın daha da artmasının nedeni, ülkeyi yöneten siyasi heyetin 2019 seçimlerini “varlık-yokluk” mücadelesi olarak kurgulamasıdır.
Türkiye ekonomisi üzerine yazmak, ekonomik gelişmeleri takip etmek, bu gelişmeler arasında anlamlı ilişkiler kurmak ve nihayetinde de geleceğe dair öngörüler yapmak bir süredir giderek daha zor bir uğraş haline geldi. Ekim 2016’da ekonomi yönetimindeki dağınıklığı ele aldığım ‘Direksiyonda biri var mı?’ başlıklı yazıda, konuyu yapısal, stratejik ve kurumsal boyutlarıyla ele almaya çalışmıştım. Geçtiğimiz bir yılda bu alanlardaki sorunlar çözülmedi, hatta yenileri eklendi. Bu yazıda, ekonomi yönetimindeki karmaşanın daha da artmasının olası nedenleri üzerinde durdum.
VERİ GÜVENLİĞİ
Türkiye ekonomisi üzerine yazmak bir süredir giderek daha zor bir uğraş haline geliyor. Bunun nedenlerinden biri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan müdahaleler sonucunda ekonomiye ait temel verilerin birbiri ile bağlantılarının kopması ve bu durumun genel olarak verilerin güvenilirliğini tartışmalı hale getirmesidir.
En basit örnek şu: ekonomi yüzde 5 ve üzerinde büyürken işsizliğin halen artıyor olması için normal şartlarda ülkede bir teknolojik devrim olması gerekiyor! Böyle bir gelişme yaşanmadığına göre, ya bu tip uyumsuzlukların nedenlerinin ikna edici bir şekilde açıklanması ya da veriler arasındaki uyumun sağlanması gerekir. İkisi de olmayınca, veri güvenilirliğine büyük gölge düşüyor.
HÜKÜMET Mİ DANIŞMANLAR MI?
Türkiye ekonomisi üzerine yazmanın bir diğer zor yanı, ekonomi yönetimindeki karmaşadır. Bu karmaşa çok yönlü. Ekonomi yönetiminde, görev ve yetkileri yasalar ile tanımlanmış kurumlar mı yetkili, yoksa görev ve yetkilerinin sınırlarının ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz Saray’ın ekonomi danışmanları mı söz sahibi, anlamak güç. Bu güçlüğü daha da artıran, Saray danışmanları arasında da herhangi bir uyumun olmaması.
Gerçekten de danışmanların verdikleri demeçler, ya birbirlerinin yaptıkları açıklamaları ya da görevi yasayla tanımlanmış kurumların yaptıkları açıklamaları boş düşüren nitelikte. Bu durum özellikle para politikası alanında, beklentilerin yönetilmesi ya da “sözlü yönlendirme” (forward guidance) mekanizmalarının tamamen devre dışı kalmasına neden oluyor. Danışmanlar dışında, ekonomiyle ilgili bakanlıklar arasında da bir ahengin olduğunu ileri sürmek güç. En tahmin edilebilir olması beklenen vergi politikası gibi bir alanda yaşanan karmaşa, buna örnek olarak gösterilebilir.
YÖNELİM KARMAŞASI
Türkiye ekonomisi üzerine yazmanın bir diğer zor yanı, ekonomi yönetiminin yönelimindeki karmaşadır. Şöyle düşünelim: ekonomi yönetimindeki görev ve yetki sorunu ortadan kalksa, danışmanlar ve diğer bürokrasi arasında ahenk sağlansa dahi, Türkiye ekonomisinin izleyeceği birikim stratejisinin ne olacağı üzerine kısmi de olsa bir uzlaşma olmadan, tutarlı bir ekonomi yönetimi oluşturmak mümkün değil. Tabii ki birikim stratejisi, sadece hükümetlerin karar verip uygulayabildiği bir kapsamda değildir. Daha geniş sınıf koalisyonları ve çıkar ortaklıkları gerekir. Ancak, strateji ne olursa olsun, uygulama devletin organizasyonel kapasitesi ile sınırlıdır.
Yönelim konusundaki kafa karışıklığı şaşkınlık verici düzeyde. Örneğin hükümet çevrelerinden Türkiye’nin en önemli sorununun dışa bağımlılık olduğu yönünde söylemler duyabiliyoruz. Bu durumda dışa bağımlı olmaktan şikayet eden bir yönetimden beklenmesi gereken bu bağımlılığı azaltacak önlemler alması en azından bu yönde çaba göstermesidir. Ancak bağımlılık konusunda şikayet eden ekonomi yönetimi, aynı anda dışa bağımlılığı daha da artıracağı kesin olan bir uygulamaya giderek, tarım ve hayvancılıkta yapılacak ithalat ile gıda enflasyonunu kontrol altına almayı düşünebiliyor. Ya da izlenen para politikası, bizzat yerli sanayi yapısını aşındıran ve ithalatı teşvik eden bir yapıda olabiliyor.
KÜRESEL ARA REJİMİN ETKİLERİ
Yönetim ve organizasyon konusunda değil ama yönelim konusunda yaşanan karmaşanın nedenlerinden biri de, içinden geçmekte olduğumuz küresel ara rejimin etkileri. Bunun anlamı, küresel teknokrasinin neoliberal hakim yöneliminin sürdürülemez hale gelmesi ve bazı alanlarda tadilatların dahi gündeme gelmesidir. Daha da somutlaştırırsak, artık küresel teknokrasinin elinde, 2008 krizi öncesinde olduğu gibi hazır reçeteler yok.
Yapılması gerekenlerin hükümetlerin önüne konduğu kriz öncesi dönemde, bunları takip etmek nispeten daha kolaydı. Bu dönemde istikrar sembolü olan Ali Babacan, bu rolü üstlenmişti. Ancak dışarıdan gelen suflenin zayıfladığı kriz sonrası dönemde, maharet her bir ülkedeki ekonomi yönetiminin kapasitesine kalıyor. Kısacası, dış konjonktürdeki istikrarsızlıklar, küresel teknokrasi tarafından ekonomi yönetimlerinin önüne konan hazır reçetelerin itibarını azalttı. Ancak bu ortamda, dış suflelerin yerini alacak “yerli ve milli” bir strateji bir türlü geliştirilemedi, geliştirilemiyor. Bir yıldır strateji belgesi dahi yazılamayan ve başkanı değiştirilen Varlık fonu, bu kafa karışıklığına örnek olarak gösterilebilir.
2019 HEDEFİ
Bu tıkanıklıkla ilgili, devlet kapasitesinin daralması, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kurumlardaki erozyon gibi farklı gerekçeler sıralanabilir. Ancak güncel olarak, ekonomi yönetiminde yaşanan karmaşanın daha da artmasının nedeni, ülkeyi yöneten siyasi heyetin 2019 seçimlerini “varlık-yokluk” mücadelesi olarak kurgulamasıdır.
Böyle bir ortamda kritik olan, 2019’a kadar ekonomideki herhangi bir kötüleşmenin engellenmesi ve vatandaşın gözünde ekonominin bir sorun alanı olarak görülmesine neden olacak gelişmelerin önüne geçilmesidir. Hedef bu olunca, gelişmelere göre hareket etmek ve tek seferlik “ad hoc” çözümler üretmek, temel strateji halini alıyor. Kredi Garanti Fonu desteği sayesinde krizin ertelenmesi, bu stratejiye bir örnek olarak verilebilir. Tüm amaç, sınırlı bir süre için (2019 seçimlerine kadar) mevcut durumu korumak olunca, bu amaç için alınan önlemler ekonomik yapıyı daha da tahrip edebilecek uygulamalar olsa dahi, çekinmeden hayata geçirilebiliyor.
Kaynak: Gazete Duvar