Ne zamanki, yaz mevsimi yeni bir iklime evrilir güz ayları başlar, masallarda, romanlarda derler ya “Uçsuz bucaksız dağların doruklarında beyaz-bembeyaz karlar belirirmiş”. Munzur dağları da her Sonbaharın ortalarında bir genç kadının gelinlik giymesi gibi, beyaz karlarla süslenir, bizse Munzur dağlarının o heybetli duruşuna mest olur, gözlerimizi ayıramazdık, gördüğümüz harika doğal manzara karşısında. Munzur dağları gerillanın gönlünü çaldığını bilircesine gülücükler gönderirdi bizlere… Ovacığın düz yemyeşil ovasına kar düşünce bambaşka bir doğa güzelliği ortaya çıkardı. Geçit vermez ormanları, beyaz karla sevişircesine buluşunca bambaşka bir doğa güzelliği insanın ruhuna hükmeder oluyordu.
Hele birde karakışın dondurucu, yakıcı soğuklarında insanın ruhunu ısıtan Munzur suyunun kural tanımaz meydan okuyan suyundan bir avuç yudumlamakta düşünce bizlere, kendini huzur içinde bulmaktan başka bir şey kalmıyordu. İnsanın doğaya hükmetmediği, tertemiz havasını kirletemediği Ovacık ovasında, Munzur dağlarının karla örtülü görkemli yüzünü seyre dalmak ne haz verirdi gerillaya.
Kokum ve Erdoğan yoldaşlar birlikte olduğumuz çok zaman bağdaş kurup gözlerini Munzur’a çevirip seyre dalarlardı. Bizse, onların bu sevda dolu, kararlı ve geleceğe umut taşıyan bakışlarını gıptayla izlerdik. Ardından silahlar çatılır, çay demlenir, kahkahalar atılarak türküler söylenirdi. Dersimin kışı serttir ama Ovacık’ın kışı daha da sert ve yakıcıdır. Munzur dağları bembeyaz karla üstünü örterek kış uykusuna yattığında kendinden emindir. Metrelerce yağan karıyla sevgiliye sarılır gibi sarılır, sevda taşır. Anlatılmaz aşk yaşar mevsimiyle. Bilinmez denir ama bu sebeple kimselere aman tanımaz, geçit vermez. Doğanın kendi doğal seyrinde taşıdığı bütün çelişkileri, çatışmaları, yakıcı, yıkıcı ve sonra durgunlaşarak, hafiften yüzü okşayan esintisiyle yeni bir güne, güneşe ve yaşama günaydın der, Ovacık’ın Munzur dağları…
Munzur’un suyu da, dağları da görkemiyle, ürkütücülüğü olduğu kadar güzel muhteşem görünüşüyle, insana güven ve huzur vermektedir. Gün doğumundan, gün batımına doğada yaşanan yeni güne gebe uzlaşmaz çelişkiler birbiriyle vuruşur, şiddetli alt üst oluşlar, şiddetli patlamalar görülür, bir çelişki biter, yenilenir ve yerini başka bir doğal çelişkiye bırakır. Tipisi, boranı, karı, dolusu, ayazı ve dondurucu olurken buz kesen ve de dehşeti andıran çığ düşmeleri ürkütücü, korkunç bir gürültüyle sanki deprem oluyor hissi yaratır insanda. Doğanın kendi içerisinde bu çelişkili ve de şiddetli savaşımı yerini başka bir bahar iklimine gebe bırakır. Metrelerce karın altında yaşanan ağır sancılı geçişin sonucu yeni bir hayat filizlenir, yeni bir hayat başlar.
Böylece, Munzur dağları bir şekilde Baharda yağan yağmurla, esen rüzgârıyla, ötüşen kuşlarıyla kış uykusundan uyanır. Envayi türlü şifalı bitkileri bütün canlılara uzun yaşamaları için cömertçe sunar. Kengeri, eşkını, sarımsağı, kuşu, kurdu, ayısı, domuzu, geyiklerin inanılmaz türleri, şahini, kartalı, atmacası, tilkisi, tavşanı, mantar çeşitleri, saymakla bitmeyen doğal harika güzellikleri ve dehşet veren, insanı heyecana sürükleyen geçit vermez vadileriyle masallar ülkesinde yaşarsın. Lakin gerillanın yaşadığı ne bir masal ne de bir hayal ürünü hikâyedir. Gördüğünü olduğu gibi anlatmak, yaşadıkları gerçekleri kaleme dökmektir. Bu manada, gerillanın doğduğu yer hariç, yerleşik bir toprağı, mekânı yoktur, gezgindir. Nerede ne zaman mesken tutacağı bilinmez. Bir gün derin bir ormanda, bir gün bir sığınakta, diğer gün bir mağarada ertesi gün bir yerleşim birimi köyde, diğer gün şehirde, bir bakmışsın geçit vermez bir vadide konaklamıştır. Gerillanın sabit bir mekânı olmaz, her zaman hareket halindedir. Olağanüstü hareketlidir, düşman gerilla mevzilerini bilmez ve bulamaz. Gerilla düşmanın bütün yerleşik mevzilerini bilir, ona göre tedbirini alır, mevzi tutar.
Nerede doğduğun önemli değildi, nerelerde neleri, nasıl yaşadığın belirleyici oluyordu! Eğer ki doğduğun topraklarda sana özgürce yaşama hakkı tanınmamışsa, baskı, zulüm görmüşsen, katledilmişsen ve diyar diyar sürülmüşsen, hala yüreğinin derinliklerinde bu acıyla yaşıyorsan gözlerde okunan öfkeye söylenecek söz kalmaz. Bu sebeple sizleri olduğu gibi anlatmakta zorlanıyorum. Olsun, acılarınızı, acılara karşı direnişinizi, önü alınmaz özgürlük tutkunuzu yüreğimde birleştirerek sizleri anlatacağım. Çünkü, sizler bizim yaşadığımız uğruna her şeyimizi verdiğimiz tarihimizin insanlığa ışık tutan bir parçasınız…
Ben 1978’de anlatımlarda, konuşmalarda duyduğum harikalar diyarına gittim. Her insanın hayalinde görmek, yaşamak, faşizme karşı mücadelede dağları mesken tutmak isteyen insanlardan biriyim. Bir çift yürekten biri olan ve uzun yıllar birlikte mücadele yürüteceğim Veysel Uyar’la 1978’in Güzü Zemheriye devirdiği bir dönemde tanıştım. Bu benim de dağları mesken tutuşumun ilk zamanlarıydı. Orhan Bakır, Peyğamber, Mazlum(H.S), Çilli(Z.DÇ) ve Kor Osman partinin ABK’sında yer alıyordu. Bölgede askeri çalışma merkezi paralellik içerisindeki yürütülmekteydi. İlk toplantımız ertesinde, Kokum(Veysel Uyar)yoldaşı, Kor Osman’a gerilla örgütlenmesinde parti çalışması yapabilecek kadro olarak verdiler. İlk kez Kokumla tanışıyordum. Tanışmamız yoldaş sıcaklığıyla sımsıkı birbirimize sarılmamız, tekrar sımsıkı sarılıp birbirimizi öpmemiz, tokalaşan ellerimizin birbirini bırakmazca kalakalması nasıl bir bağlılık duygusu içerisinde olduğumuzu göstermekteydi. Benim onu süzdüğüm kadar o da beni süzüyordu. Kendine özgüveni her davranışında belli olmasına karşın, ilk görünüşte çelimsiz, zayıf, avutları birbirine girmiş, dişleri dökük(aslında düşmüş veya kırılmış) “genç yaşta ihtiyarlamış” bir görünüm sunuyordu.
Kendisi Dersim’in Ovacık İlçesi Birko köyünde dünyaya gelmişti.( Benden birkaç yaş küçük olmasına karşın, benden yaşlı gözüküyordu.) Çakperi üzerinden ormana daldı mı Mercanlara, Yasak Mıntıka’ya, Tornova’ya, Pülümür’e ve Vartinik’e uzanan muazzam bir stratejik mevkidir Birko köyü… Yoksuldur, Birko köyünde yaşayanlar emekçidir, onurludur, Dersim katliamından günümüze devlet onların gözünde katil ve soykırımcıdır. Bu sebeple olacak ki, Kaypakkayacı bir geleneği bağrında taşımaktadır. Kaypakkaya ve yoldaşları ne zaman ayak bastılarsa Dersim toprağına Ovacık’a Birkolular da topyekûn devlete taşıdıkları kinle Kaypakkayacı oldular. Vaysel Uyar yoldaşta bu geleneğin doğumunda boy veren, o dönemin yoksul, ezilen, ataları katledilen yüreği acılar dolu genç kuşağındadır. Veysel’i burada bütünüyle anlatmam mümkün değil. Uzun yıllar Dersim’de, Erzincan’da, Pülümür’de, Tercan’da, Çayırlı’da, Kamah ve Kamaliye’de parti faaliyeti yürüttü. Parti çalışması yürüttüğü her alanda sevilen, güvenilen geleceğe yürümemizde kararlı ve tavizsizdi. “Faşizmi yenmemiz için onunla savaşarak, savaşmayı öğrenmemiz gerektiğini” hep söylerdi.
Erdoğan Tekin’de yaklaşık bu dönemde Pardi köyünde tanıdım. Oldukça genç, yakışıklı, bıyıkları yeni yeni terlemeye başlamıştı. Sürekli okuyan, öğrenen, araştırarak kendini geliştiren, zorluklardan asla yakınmayan, zorlukları aşmak için kafa yoran bir yoldaşımızdı. Liseli, ateşli bir gençlik militanımızdı. Parti çalışmasına profesyonel katılmak isteğini her zaman iletmiş, ailesi İstanbul’a göç etmesine karşın, o İstanbul’a gitmeyi ret ederek Dersim’de parti çalışmasına ve gerillaya aktif katılmayı seçmişti. Partinin aktif çalışanı ve aday üyesi kabul edildi.
Her iki yoldaşı da yakın zamanda yazmaya başladığım 12 Eylül sonrası dönemi anlatan ikinci kitabımda daha detaylıca anlatacağım. Burda,12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’n o döneme kadar tarihinde belki de en yoğun ve kapsamlı operasyonu olan 1981 dönemini bütün gerçekliğiyle anlatmaya çalışacağım. Çünkü, Dersim’de yürütülen faşist operasyonlar bir günlük, bir aylık, üç aylık bir operasyon değildi. Altı ayı, bir yılı kapsayan askeri faşist zulüm operasyonuydu. Neler yaşandığını, neler çekildiğini çok az insanımız dile getirmiştir. O dönem Dersim’de ve dağda yaşananlar hala kapsamlı ve gerçekliğiyle yazılmamıştır. Bu anlamda kısa bir anımı anlatarak Veysel ve Erdoğan Tekin yoldaşları yâd edeceğim:
12 Eylül 1981 yılı partimiz için hayati bir önem taşıyordu. Faşizmin en yoğun saldırıları altında partimiz ikinci konferansını yapmıştı. Yeni bir dönemdi. Alınan kararlar doğrultusunda yeniden örgütsel yapılanma, gerilla güçlerimizi ona uygun şekillendirmemiz gerekiyordu. En üstten en alta parti güçlerini değerlendirilerek, yeni örgütsel yapı oluşturuluyordu. Toparlanma, yürütülecek halk savaşında soluklanma, geri çekilme ve bu geri çekilmede konumlanma çok önemliydi. Ufak tefek sağ ve sol homurdanmalar oluyordu. Esas olan ikinci konferansın almış olduğu kararlardı. Bu doğrultuda çalışma yürütülüyordu.
12 Eylül 1980 itibarıyla çok yoğun faşist operasyonlar sürmekteydi. Nisan ve mayıs ayında faşist operasyon Dersim’in dört bir yanında artarak devam ediyordu. Biz operasyonların fazla sürmeyeceğini, maksimum birkaç ay süreceğini hesaplarken, neredeyse süreklilik gösteren, durmak bilmeyen faşist operasyonlar katliamlar yaparak devam ediyordu. Bizlerde operasyonlara paralel tedbirler alıyorduk ama fazla bir deneyim ve tecrübemiz yoktu. Gerillayı, savaşmayı, konumlanmayı, taktik taarruzları, stratejik duruşumuzu mücadele içerisinde düşe kalka, sınırlı imkanlarımızla öğreniyor, uyguluyorduk. Buna rağmen bizden kat be kat güçlü ve donanımlı olan faşist diktatörlüğe karşı dağlarda az bir güçle direniyor, savaşıyor, geleceğin umut tohumlarını ekiyorduk.
Dağlarda faşizme karşı direnişte kayıplarımız yok denecek kadar azdı. Partimiz yönetimi konferansın almış olduğu kararlara uyuyor gözükmesine karşı, pratik yaşamda kendi kararlarına uymaması şehirlerde, metropolde ağır kayıplar almamıza yol açıyordu. Yönetici yoldaşların ezici çoğunluğu buralarda yakalandı. Partinin belirlediği stratejik ve politik hatta çalışarak ana ve temel örgütlenmeye yüklenmediler. Böylece savunu ayrı, duruş ayrıydı. Burada teoriyle pratik uygulamanın uyumsuzluğu açıkça görüldü. Kırları esas alacaksın ama başı düşmanın en güçlü olduğu şehirlerde konumlandıracaksın! Özle sözün bir olmayışı bütün çalışmalarda yansıma buldu. Partimizin yenilgi almasına vesile oldular. Şehirlerde alınan darbe çözülmelerle birlikte, operasyonlar dağlara taşındı. Askeri faşist diktatörlüğün sürekliliği devam eden operasyonuna çözülmelerde elde edilen bilgiler doğrultusunda daha yoğunluklu devam edildi.
Çok zor ve ağır dönemlerden geçiyorduk. Bir taraftan operasyonları atlatmaya çalışıyor, diğer taraftan faşizmin saldırılarına karşı direniyor, taktik taarruzlarla gücümüz oranında cevap vermeye çalışıyorduk. Ajitasyon, propagandaya yazılı ağırlık veriyor, faşizmin topyekûn saldırısına karşı karşılık vererek mücadelemizi kalıcı kılmaya çalışıyorduk. Günlük ayrı yer ve mekânlarda konumlanarak faşizmin iz sürmesini engellemeye çalışıyorduk. Faşizmin anlatılmaz ağır zulüm koşullarında bir gün Bezhat Firik yoldaşın (Kare Deresi) köyüne operasyon olduğu haberi geldi. Biz konumlandığımız alandan köyü görüyorduk. O dönem 60 binin üzerinde faşizmin militarist operasyon gücü bulunmaktaydı. Parti askeri komitesinde bulunan Kokum yoldaşın yanına birkaç yoldaşı alarak çevreyi kolaçan etmesini istenir. Yanına Erdoğan Tekin ve birkaç yoldaşı da alarak harekete geçer ve kısa zamanda geri gelirler ;”Bezhat’ın yakalandığını, abisi Ali Ekber’le birlikte dereye indirildiğini, bölgede çok büyük çaplı operasyonun sürdüğü” bilgisini verdiler. Uzaktan dürbünle dereyi gözetlediğimizde, kulaksız Binbaşının Bezhat’a işkencesi yaptığını, yaptırdığını gördük.
Hemen devreye Kokum ve Erdoğan girerek ;”Daha ne bekliyoruz hemen saldıralım, gözümüzün önünde yoldaşımıza işkence yapılıyor, öldürecekler, Bezhat yoldaşı kurtarmalıyız, görüyorsunuz fazla bir faşist askeri güçte yok, biz onları yerle bir ederiz “sesler yükseldi. Diğer yoldaşların bir bölümü de aynı görüşte olduğunu söylediler. İlk etapta Kor Osman’da Kokumun “saldıralım“ görüşüne katıldı. Ağırlık kazanan saldırı planı yapılırken, Bezhat’ın bulunduğu derede duman ve alev yükselmeye başladı. Dürbünle derede neler olduğunu gözeten yoldaş bir anda bağırarak Kor Osman’ın yanına geldi, “Bezhat’ın yakıldığını, mutlaka saldırmamız, Bezhat’ı kurtarmamız gerektiğini” söyledi .Hepimiz saldırı için mevzilendik. Kor Osman birkaç yoldaşla çok kısa görüşme yaptıktan sonra “saldırıya hazır olun” talimatını verdi. Tekrar bir grup yoldaşı etrafı gözetlemek yeni olağan bir şeyin oluş almadığını tespit etmek için gönderdi. Bu arada hangi birim nerde, nasıl mevzilenecek ve saldırıyı başlatacak konumlanmalar belirlendi.
Çevreyi gözeten grup geri döndüğünde her hallerinde belli oluyordu ki yeni gelişmeler oluyordu. Kor Osman’la kısa bir bilgi alışverişi sonrası, Kor Osman’ın yüzünde ciddi bir değişiklik belirdi. Hemen diğer sorumluları da çağırarak durum değerlendirmesi yapıldı. Karar vermek hem zor hem de ağır bir sorumluluk gerektiriyordu. Kokum yoldaş , “ne pahasına olursa olsun saldırı yapmalıyız ,saldırı kararından vaz geçilmemesi gerektiği” üzerinde ısrar ediyordu. Kor Osman her şeyi iyi hesaplamalıydı, bu var olma veya toptan yok olmayı da beraberinde getirebilirdi. Duyguyla, öfkeyle hareket edilecekse bir anlık duygumuzla düşmana saldırabilirdik. O saldırı eyleminde başarılı çıkmamız zor olsa da, zafer de elde etmiş olabilirdik. Tersine hiçbir başarı ve düşmana kayıp verdirmeden telafisi mümkün olmayan ağır bir yenilgide alabilirdik. Düşman bizim yerimizi tespite ve toplu imha etmek için Bezhat yoldaşı ateşlere atarak yakıyordu, gözlerini dağlıyordu. Bezhat’tan gerillanın kaldığı sığınak ve alan isteniyordu. Bunu bilen Bezhat ateşlere atılmayı, gözlerinin dağlanmasını, öldürülmeyi göze alıyor, yoldaşlarının yerini bildiği söylemiyordu. Çılgına dönen eli kanlı faşist Binbaşı Bezhat yoldaşı katlediyordu.
Bütün bu gelişmeleri hesaba katan Kor Osman gözlerinin önünde yaşanan bu katliamın acısını yoldaşlarına seslenerek “yüreklerine gömmelerini, saldırı kararından vazgeçildiğini” açıklar. Otuza yakın gerillanın hepsi üzgün, sessiz ve şaşkındır. Kor Osman saldırıyı durdurma gerekçelerini açıklar, çoğunluk ikna olur. Buna rağmen Kokum yoldaş “saldırı” kararında ısrar eder ,”saldırı kararından vazgeçmenin oportünistlik” olduğunda ısrar eder, „karara uymayacağını” açıklar. Kokum’un itirazına Erdoğan ve birkaç yoldaş daha katılırlar. Sert süren tartışma disipline uyma kararıyla son bulur. Âmâ Kokum yoldaş, bir haftaya yakın kimseyle konuşmaz, Kor Osman’a küser…
Burada yaşadığımız bu olay, yaşayanlarca unutulmaz bir travmaydı bizde. Hala yaşadığımız bu acılarla hesaplaşmak istiyorsak, doğruluğunu ve yanlışlığını sorgulamaya çalışıyorsak en insani değerleri yüreğimizde taşıdığımızdandır.
Aradan çok zaman geçmeden, sınıf mücadelesi derlenip toparlanmamızı emrediyordu. Bu süre içerisinde partimiz ağır darbeler almıştı. Dağda ise gerilla tek tük kayıplar hariç ana gövdesini, gücünü korumaktaydı. Faşizmin bir yılı aşkın süren operasyonları kırda esasta boşa çıkarılmıştı. Süleyman yoldaş katledilmişti. Faşizmin saldırılarını teşhir eden ajitasyon/propaganda çalışmaları moralimiz açısından olmazsa olmazdı. Bezhat ve Süleyman yoldaşların katlini teşhir eden bildirileri dağıtmak, partimizin bağlantıların yeniden sağlamak için Kokum ve Erdoğan yoldaşlar görevlendirilmişti. Gittikleri köylerde kalmamaları gerekirken ,”bir şey olmaz, bir akşam kalmaktan „mantığıyla, 5 Aralık akşamı Hülükuşağı köyünde konaklarlar. Yapılan ihbar sonucu, Hülükuşağı’na faşizmin ordusu baskın düzenler. Hülükuşağı’na girişte ikinci evde konaklarlar. Köy sarılır, operasyonu fark eden Kokum ve Erdoğan yoldaşlar faşizmin ordusuyla geleneğimizde bize miras olan nasıl savaşılırsa öyle bir mevzilenme savunma hazırlığı yaparak beklemeye koyulurlar. Operasyonu yöneten başçavuş ve beraberindekiler, yoldaşların bulunduğu eve baskın düzenlerler. Ancak beklemedikleri bir gerilla direnişiyle karşılaşırlar. İlk etapta Başçavuş ve bir asker saf dışı kalır. Durmaksızın harekete geçen Kokum ve Erdoğan yoldaşlar çatışarak çemberi yararlar. Kendilerinden yüz kat bir güce sahip olan faşizm çil yavrusu gibi dağılır. Parti ve devrim marşları söyleyerek çatışmayı sürdüren ve çember dışına çıkan yoldaşlardan ilk vurulan Erdoğan yoldaş olur, sırtından aldığı kurşunlarla devrim şehitleri kervanına katıldı. Kokum yoldaş durmaksızın çatışmayı sürdürür. Elindeki G 1 silahının kabzası kurşun alarak darbelenir işlevsiz hale gelir. Bunu gören faşizmin ordusu yoldaşımızın yanına yaklaşamasa da, uzaktan yüzlerce, binlerce mermi sıkarak yoldaşımız KOKUM’U KATLEDERLER..
Derler ya, acı haber tez ulaşırmış, aynı gün yoldaşlarımızın çatışarak devrim kervanına katıldıklarını öğrenmiş olduk. Bulunduğumuz alanda harekete geçilerek tedbirler alınmaya çalışıldı. Üzgündük, öfkeli ve sitemkârdık. Çünkü bir yılı aşkın zaman devam eden askeri faşist operasyonlarda hatırı sayılır bir darbe almamıştık. Operasyonlar bitmişti, tam da yeniden toparlanacağımız bir zamanda ihmalkarlık ve düşmanı küçümsediğimizden dolayı darbe alıyorduk . Bizi yaralayan, üzende böylesi acı kayıplar vermemizdi. Düşmanı hiçbir zaman küçümsemeyeceksin, ona uygun tedbir ve güvenliğini alacaksın, bu her zaman taktik olarak akılda tutmamız gereken bir ilkedir. Faşizmi yenmenin yolu uzun soluklu yol olduğu bilinciyle hareket ederek hatalardan ders çıkarılacaktı. Hülükuşağı’nda Askeri Faşist Diktatörlüğ’e karşı silah elde savaşarak toprağa düşenler onurumuzdur. Bağımsızlık, özgürlük ve komünizm için toprağa düşenler mücadelemizde yaşayacak ve unutulmayacaklardır.
Hasan Aksu