“Ölenlerin adını unutma, türkülerin, meydanların
Ah, bırakmasın onlar seni
Ne de çabuk yıktın kendini sarıldın yalanlara, boşluğa
Hey! bak isçi tulumu giymiş umut…”
Düşenlerimiz tohum olurken devrim hasadına, şehitlerimizi anlayabilmek ve esasında anlatabilmek bir görev olduğu kadar zorlu bir eylem haline de geliyor aslında. Onları anlatırken anıların yeniden canlanıyor olması büyük bir hüznü de beraberinde getiriyor. Cümlelerimiz şehitlerimizi anlatmakta aciz kalıyor, onları anlatırken çoğu kez uzaklara dalıp gidiyor belki çoğu kez iki satırı bile biraraya getiremiyoruz. Ama düşen her bir tohumun, düşlerini gerçeğe dönüştürmenin bir yanını da öncelikle onları anlatmaktan geçtiğini unutmamak gerekiyor. Şehitlerimizi yaşamak, kavga şiarlarında onları haykırmak! mücadeleyi devralmak ve mücadelerini yaşatmaktır bize düşen.
“VAHŞİ PROLETERYA YOLDAŞ!”
Muzaffer Kandemir yani bizim Muzaffer, işçi Muzaffer, kendi tanımıyla; amatör devrimci, tam profesyonel proleter Muzaffer…
Karadeniz’in asiliğini Rojava topraklarına taşıyan Muzaffer burada katil DAİŞ çetelerinin Enternasyonal Özgürlük Taburu’nun üslendiği alana saldırısında kızıl kurşunlarıyla karşılık vererek şehit düştü. Muzaffer ile birlikte bir dönem birlikte mücadele eden bir yoldaşı olarak onu anlatmak istiyorum.
Çetelerin Rojava topraklarına ilk saldırı düzenlediği dönemlerde Taksim’de tanıştım Muzafferle, tokalaştığımızda bir gariplik olduğunu hissettim, ellerinin normalden çok daha sert ve güçlü olduğunu farkettim. Adını sorduğumda “Vahşi Proleterya” demişti gülerek sonra asıl ismini söyleyip utangaç bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Zaten Muzaffer’i tanıyanlar utangaçlığı ve mütevaziliğiyle anımsar onu.
Aradan uzun zaman geçtikten sonra bir işçi toplantısında karşılaştım ve kendisine neden “Vahşi Proleterya” dediğini sordum. “Vahşileştiriyor burjuvazi bizi, sınıf kinimizi biliyor, bu vahşilik ve bu kin onların sonu olacak da o yüzden vahşi proleteryayız yoldaş” demişti.
Muzaffer’i çoğu kez üstünün tozuyla eylemlerde görmek mümkündü, Soma Katliamı eylemlerinde Muzaffer en öndeydi, Torunlarda 10 işçi katledildiğinde, polis barikatına en önde o yükleniyordu, katledilen arkadaşlarının hesabını soruyordu, ona göre bu fıtrat değildi, evet bu böyle gitmezdi. Muzaffer hiç bir zaman işçi sınıfına yönelik saldırılara, iş cinayetleri sessiz kalmadı, kalamazdı. Bu bilinçle işçi sınıfının soluğunu taşıdı cenk alanlarına.
Muzaffer ailesine bıraktığı mektupta doğup büyüdüğü Karadeniz topraklarına gömülmek istediğini söylemiş… Nasıl devrimci dayanışmayla Aziz’i Eylem’i getirdiysek topraklarına Muzaffer’i de doğup büyüdüğü topraklara getirelim.. Hoşçakal Karadeniz’in asi çocuğu Hoşçakal Vahşi Proleterya(!)
Bir Partizan