Umut Yayımcılık bünyesinde yayın hayatını sürdüren Partizan dergisinin Eylül 2018 tarihli 90. sayısı okurlarıyla buluştu. Derginin içerik bilgilendirmesi ve konu başlıklarının yer aldığı sunu yazısı şöyle:
“Sınıf mücadelesinin zor koşullar içerisinden geçtiği bir dönemde 90. sayımızla bir kez daha okurlarımızla buluşuyoruz. Bu sayımızı okurlarımızla buluşturmada, hedeflediğimiz periyodu aşan bir gecikme yaşasak da eksik ve yetersizliklerimizi gidererek daha nitelikli ve düzenli bir teorik-siyasi dergi çalışması noktasında çabamız sürmektedir. Sınıf mücadelesinin ve kolektifimizin ihtiyaçlarıyla tanımlanan bu çabanın hedefine ulaşması kuşkusuz ki kolektif bir iradeyi de şart koşmaktadır.
Kolektifimizin yaşadığı sorunların aşılmasında, henüz yetersiz ve tamamlanmamış da olsa önemli bir mesafe katedilmiş durumdadır. Bunun en temel ayaklarından birini ise ideolojik-politik meselelerde gösterilen politik duruş oluşturmaktadır. Ülkemiz koşullarında içinden geçilen sürecin de ortaya çıkardığı bir ihtiyaç olarak devrimci teori, devrimci çizgi ve devrimci pratik konularında MLM ilkelerin ve güncel doğruların savunusu özel bir önem kazandı. Bunun son dönemde en somut örneği 24 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında ortaya çıktı. Seçimler öncesi ve sonrası geniş bir yelpazede savunusu yapılan teoriler ve gösterilen politik tutumlar, devrimci teorinin tayin edici niteliklerini bize bir kez daha kanıtladı. “Öncesi ve Sonrasıyla 24 Haziran Seçimleri ve Doğru Devrimci Tutum Üzerine” başlıklı yazımızda teorik-tarihsel arka planını da ele alarak 24 Haziran seçimlerini devrimci teorinin penceresinden değerlendirmeye tabi tuttuk.
Ülkemizde seçimler sonrası tartışmalar belli bir karmaşanın ardından yerini ekonomik ve bölgesel kriz konularına bırakmış gözüküyor. Ekonomik krize dair tartışmaların işçi sınıfına ve sınıf hareketi sorununa uzaklığı seçimler sorununa benzer bir biçimde ideolojik-politik birtakım yanlışları beraberinde getiriyor. Krizin olası sonuçlarına ve krizden çıkışa dair yürütülen tartışmalardaki sağ ve reformist eğilimler, ülkemizdeki ilerici-demokratik-devrimci birçok hareket nezdinde ideolojik bulanıklığın aynası niteliğindedir.
Faşizm tartışmalarında demokrasi sorunu da kaçınılmaz olarak gündem olmakta, sınıflar üstü bir yaklaşımla ele alınabilmektedir. “Çoğulcu Demokrasinin İki Biçimi: Radikal Demokrasi ve Yeni Demokrasi” adlı yazımızda sınıfsal özünden koparılarak soyut bir hedef haline getirilen demokrasi sorununu burjuvazi ve proletaryanın görüş açısından tartışmaya çalıştık.
Yine “Kitlesel Bir Sınıf Hareketi ve İş Gününü Kısaltılması Mücadelesi” başlıklı yazımızda, muğlak tanımlar içerisine hapsedilmeye çalışılan işçi sınıfı ve sınıf hareketi sorununu güncele de hitap edecek şekilde tanımlamaya çaba sarf ettik. İş gününün kısaltılması talebi etrafında somutlamaya çalıştığımız düşüncelerin, gelişen ekonomik kriz koşullarında sınıf hareketi tartışmasına yararlı olacağı inancındayız.
Bir önceki sayımızda, emperyalistler arası keskinleşen çelişkilere ve artan çatışmalara dair değerlendirmelerimizi bu sayımızda “ABD Egemenliği Aşınırken Almanya ve Avrupa Birliği’nin Hesapları” isimli yazımızda ilerletmeye çalıştık. Ülkemizde faşist devletin emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak uygulamaya çalıştığı gerici bölgesel politikaları ve aynı zamanda ekonomik yıkımdan kaçınmak için sergilediği yabancı sermaye arayışını tam anlamıyla çözümleyebilmek, belli oranda da emperyalistler arası çelişkilerin çözümlenmesinden geçmektedir. Söz konusu yazımızın bu noktada okura önemli gözlem ve veriler kazandıracağını düşünüyoruz.
26-27 Mayıs 2018 tarihlerinde Taksim Hill Otel’de gerçekleşen “50. Yılında ’68 Hareketi, ’71 Devrimci Kopuşu ve Kaypakkaya” konulu sempozyumda yer alan sunumların bir bölümüne bu sayımızda yer vermeyi uygun gördük. Aradan geçen 50 yılın ardından, ’68 hareketine ve ’71 devrimci kopuşuna hayat veren düşünce ve ideolojilerin, deneyim haznemizdeki öneminin ötesinde taşıdığı ideolojik-devrimci ruhun güncel olduğu düşüncesindeyiz.
Bugün tüm dünyada büyük çelişkiler cereyan etmekte ve büyük değişimlerin işaretleri gözlemlenmektedir. Emperyalist gericilik ve faşist iktidarlar saldırılarını yoğunlaştırmış durumdadır. Bu saldırıların en temel iki ayağını ideolojik ve fiziki saldırılar oluşturmaktadır. Her iki noktada da hakim sınıfların önemli bir mesafe aldığını kabul etmek gerekir. Ancak emperyalizm ve faşizm için bir zaferden söz edemeyiz. Emperyalist-kapitalist sistemin yapısal ve güncel krizlerinin işçi sınıfı ve halkın çelişkilerini derinleştirdiği, emperyalistler arası rekabet ve çatışmayı kızıştırdığı bugünkü koşullarda asıl korku hakim sınıflara aittir. Bu korkuyu daha da büyütmek için devrimci teori ve pratiği daha da geliştirmek zorundayız.
Bir sonraki sayımızda buluşmak umuduyla…”