AB’de krizin sebep olduğu ekonomi politikalarının esasları değişmedi, neoliberal sisteme sadık kalındı. Solun yokluğunda krizin yükünü çeken öfkeli kitleler aşırı sağ tarafından örgütlendi.
Geçtiğimiz hafta, Almanya’nın başkenti Berlin’de, “21. Yüzyılda Eşitsizlikler ve İstikrarsızlıkların Siyasal İktisadı” başlıklı uluslararası bir konferans düzenlendi. Pek çok ülkeden gelen katılımcılarla gerçekleşen konferansta, eleştirel siyasal iktisat perspektifinden bakan çok sayıda güncel araştırmanın sonuçları sunuldu. Gündem tabi ki 2008 krizi sonrasında dünya ekonomisinde ve siyasetinde yaşanan gelişmeler idi. Bu yazıda, Dr. Thomas Sablowski’nin bahsettiğim konferansta yaptığı “Büyük Resesyondan Bu Yana Avrupa Birliği’nde Kapitalizmin Gelişimi” başlıklı sunuşu üzerinden Avrupa’daki güncel politik gelişmelerle ilgili bazı gözlemlerime yer vereceğim.
EKONOMİK KRİZ AŞILDI!
Sablowski’nin sunuşundaki çarpıcı tespit, ekonomik krizin Avrupa’da aşıldığıdır. Bu tespitin, krizin dar tanımı ile yani ekonomik büyüme üzerinden yapıldığını hatırlatmakta fayda var. Sablowski, kemer sıkma tedbirlerinin, Avrupa’da krizden çıkış uygulanan yegâne strateji olmadığını, kemer sıkma ile birlikte Keynesyen politikalar ve borcun toplumsallaştırılması gibi uygulamaların da hayata geçtiğine işaret ediyor. Sermayenin krizin üstesinden geldiği tezi biraz iddialı olsa da, bunun krizin yükünün kapitalistlerden işçilere ve merkezden de çevreye transferi sayesinde gerçekleştiği önermesi, ilgi çekici.
SİYASİ KRİZ DERİNLEŞİYOR
Sablowski’nin sunuşunda üç temel gelişmenin daha altını çizdi. İlki, krizle birlikte finans egemenliğindeki birikim rejimi yeniden üretilirken, düzenleme biçiminde farkı düzeylerde değişimlerin gerçekleştiği idi. İkincisi, Avrupa’daki pek çok ülkede siyasi krizlerin ekonomik krizleri takip etmesine karşın, işçilerin hiçbir yerde sermayenin hegemonyasına karşı koyamaması; sonuncusu da Avrupa bütünleşmesinin ekonomik temelinin içinin boşaldığı tespiti idi.
KÜRESEL SİYASİ KRİZ
Express Dergisi’nin Eylül sayısında, küresel krizin başladığı 2007 yılından günümüze dünya ekonomisi ve siyasetindeki ana gelişmeleri kısaca özetleyerek, şunu yazmıştım: “Bu 10 yıllık dönemde ekonomik alanda bir esaslı bir değişim yaşanmaması (krizin etkilerinin sürmesi), siyasi alanda önemli değişimler yaşanmasına (liberal merkez siyasetin çökmesine) neden olmuştur”. Sablowski’nin sunuşunun ampirik kısmındaki veriler de bu argümanı destekler nitelikte.
Gerçekten de, krizi doğuran ekonomi politikalarında esaslı değişimlerin yaşanmamış olması, yani kriz sonrasında da ekonomi politikalarının ana doğrultusunun neoliberalizm olarak kalmayı sürdürmesi, krizin yükünü sırtında taşıyanlar için büyük bir öfke kaynağı. Solun olmadığı bir ortamda ise bu öfke, sağ popülist ve faşist hareketler tarafından örgütleniyor. Üstününe üstlük, bu gelişme sadece bir ülkeye ya da bölgeye özgü değil, küresel bir eğilim olarak izlenebiliyor.
ALMANYA’NIN SEÇİMİ
Bu ortamda Almanya’da önümüzdeki hafta sonu yapılacak seçim daha kritik bir hal aldı. Seçimi kimin kazanacağı ile ilgili büyük bir yarış söz konusu değil. Olağanüstü bir gelişme olmazsa Angela Merkel açık ara ipi göğüsleyen lider olacak. Ancak kritik gelişme, aşırı sağcı AfD’nin (Almanya için Alternatif) hızlı yükselişi. Son yapılan seçim anketlerinde, Hıristiyan demokrat CDU yüzde 37 ile açık ara önde iken, sosyal demokrat SPD’nin oyu yüzde 20’ye gerilemiş görünüyor. Bu ortamda aşırı sağcı AfD büyük bir sıçrama ile oyunu yüzde 12’ye çıkararak, Sol Parti (Linke) ve Yeşilleri (Grüne) geride bırakmış durumda.
Eğer seçim sonuçları, anketlerdeki gibi gerçekleşirse Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez faşistler parlamentoya girmiş olacaklar. Dahası, Hıristiyan demokratlarla sosyal demokratlar arasında gerçekleşecek olası bir Büyük Koalisyon durumunda faşistler Almanya’da ana muhalefet partisi olacak!
AB İÇİN SENARYOLAR
Bu ortamda Avrupa Birliği’nin geleceğinin nasıl şekilleneceği daha da önem kazanıyor. Sablowski’nin sunuşuna dönerek ve işaret ettiği olası senaryolara değinerek yazıyı toparlamış olayım. Sablowski’nin işaret ettiği ilk senaryo, ulus-üstü sermaye fraksiyonlarının hegemonyası altında Avrupa bütünleşmesinin tamamlanması. Bu seçenekte, parasal birliğin yanında mali birlik, hatta askeri ve dış politika alanlarında da bütünleşme yönünde daha ileri adımlar atılması söz konusu. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, “Avrupa Birleşik Devletleri”’nin doğuşunu izliyor olabiliriz.
İkinci senaryo, sağ popülist ve milliyetçi güçlerin daha da yükselmesi ve Avrupa Birliği’nin dağılma sürecine girmesi. Bu seçeneğin nasıl hayata geçebileceği net değil, ancak Britanya’nın AB’den ayrılması süreci (Brexit), bu seçeneğin de masada olabileceğini gösteren bir gelişme olarak okunabilir.
Üçüncüsü, AB’nin dağılma sürecinin sağ liderliğinde değil, sol liderliğinde gerçekleşmesi. Özellikle Yunanistan’daki kriz sırasında gündeme gelen para birliğinden çıkış tartışmaları, bu senaryonun masaya gelmesine neden oldu. Sablowski’nin işaret ettiği senaryoların sonuncusu ise, Avrupa’nın neoliberalizm karşıtı ve sosyalist güçlerin hegemonyası altında yeniden kurulması.
KÜRESEL ARA REJİM
İçinden geçmekte olduğumuz “küresel ara rejim” döneminde bu senaryolardan hangisinin hayata geçebileceğini kestirmek oldukça güç. Zira ekonomik, siyasal ve askeri istikrarsızlıkların yoğunlaştığı dönemler olarak küresel ara rejimler, birbirine karşıt eğilimleri içinde barındıran dinamiklerle gelişiyor. Ancak kesin olan şu: emekten yana güçlerin sürece ağırlık koyamaması durumunda, en kötü senaryoya hazırlıklı olmalıyız!
Önümüzdeki hafta Almanya’daki seçimler üzerinden bu tartışmayı sürdüreceğim.
*Bu yazı Gazete Duvar adresinde Ümit Akçay imzasıyla yayımlanmıştır.