Avrupa Demokratik Güç Birliği (ADGB), 31.05.2021 tarihli “Devrimci Demokratik Kamuoyuna” başlıklı açıklamasında AGEB ismini hedef almış, ancak sorunun esas tarafı biz, yani PARTİZAN olan bir açıklama yapmıştır. İsviçre-Basel’de 1 Mayıs’ta bahsi geçen sorunlar Partizan’la yaşandı, sonrasında bu kurumlarla tüm görüşmeler de Partizan’la oldu. ADGB bunu bildiği halde bilerek başka bir kurumu zikretmekte ve daha başından bir muhataplık karmaşası oluşturmaktadır. Bu konuda doğru bir muhataplık denklemi oluşturarak başlayalım.
Açıklama olgun ve “yapıcı” bir tarz ile olguları çarpıtmıştır. Açıklamaya konu olan sorunlara ve genel olarak “sol içi şiddet” diyerek tanımlanan meselelere açıklık getireceğiz. Zira, sorunlara yaklaşımda meseleler karşısında taraf olan, bileşeni ATİK’in durduğu ve baktığı yerden bir yaklaşım söz konusudur. ADGB, gerçeklerle değil var olan ortaklığı öncelemekle ilgilenmiştir. Ortaklığın ruhuna halel getirmeme anlayışı açıklamanın bir yerinde de vurgulanıyor: “Bu bildiride İsviçre’de bulunan Kürt Kadın Örgütü’nün tutumunu da yanlış lanse etme girişimini de mahkûm ediyoruz. ADGB bileşenlerinin yaklaşımı ortaktır benzerdir. Bir ayrıştırma çabası süreç açısından sorunludur.” Tam da “ADGB bileşenlerinin yaklaşımı ortaktır” vurgusu anahtar sözcüktür. Bu kaygı sorunun tarafı olan ATİK penceresinden bakmayı koşullayan kaygıdır. Yani ADGB, bu açıdan bizim ile ATİK arası sorunda bir “taraftır”, son açıklaması bunun ispatıdır. Peki bu yaklaşımın doğurduğu sonuç ne olmaktadır; tutarsızlık, pragmatizm ve olguları ters yüz etmek.
Arkadaşlar, biz taşıdığınız kaygının devrimci bir kaygı olduğunu bir ön kabul olarak görüyoruz. Bu kaygıyı önemsiyor, ciddiye alıyoruz. Bu kaygıyı tartışmaya açık görmüyoruz. Ancak bu kaygıyı olgularla donatmadığınızı, tutarsızlıklar içerdiğini, bileşeniniz olan bir grubun yaklaşımını benimseyerek şekillendirdiğinizi ise güçlü bir şekilde ADGB ile tartışmak istiyoruz. Bu tartışmanın sonuç alıp almamasından bağımsız olarak tarihe not düşme adına bu tartışmayı “bir kez” daha yapmayı devrimci sorumluluğumuz olarak görüyoruz.
Arkadaşlar, 2021 Basel 1 Mayıs’ında yaşanan olay ve 24 Mayıs’ta Zürich’te Mor-Kızıl’ın kadına şiddet uygulayan erkeğe yönelik “gereğini” yapan tutumu üzerinden son üç yılda yaşanan bir dizi sorunu gündeme getirip bir açıklama şekillendirmişsiniz. Basel ve Zürich dışında “Münih mahkemesinde, Strazburg eyleminde, sosyal medyada, ADGB bileşenlerinin organize ettiği canlı yayınlarda gerilimi tırmandıran” taraf olarak bizi, var olan gerilimi soğutan olarak ATİK’i ilan ediyorsunuz.
KENDİ GÖZÜNDEKİ MERTEĞİ GÖRMEME HALİ!
Ancak belli ki “gerilim” meselelerini sıralarken ciddiyeti ve somut olma meselesini ihmal etmişiniz. “Sosyal medya”, “ADGB canlı” yayınlarınızdan kastettiğiniz nedir anlaşılmıyor. Ancak sosyal medya tartışmaları ise kastınız, gerginliği soğutan kesim olarak ifade ettiğiniz ATİK ve çevresinin yarı-resmi web sitesi olan “kaypakkayahaber.com” isimli siteye bir göz atmanız yeterli olacaktır. Açık isimler verilerek, mahlaslı imzalarla nasıl bir ihbarcılık yaptığını göreceksiniz. Yine bu çevreyle ilişkisi olduğu bilinen ve bilgi akışı sağladığı Halil Gündoğan’ın Basel 1 Mayıs’ı ve Zürih meselesi ile ilgili aynı sitede yayınladığı yazılara bakmanız yeterlidir. Bulunmadığı ya da şahit olmadığı 1 Mayıs ve 24 Mayıs meselelerini bizi teşhir edip, şaibe ve provokasyon yaratarak ortada hiçbir açıklama ve değerlendirme yokken hemen ertesi gün anlatmasını görebilirsiniz. Yoldaşlarımızı isim isim yazıp “A takımı, uzantı” gibi kavramlarla hedefe koymasını görebilirsiniz. Bunları bilmemeniz, ya da ATİK bağlantılı yapısını yok saymanız biraz dürüstseniz olası değildir. Zira Halil Gündoğan kimdir? Tutumu nedir? Bilgi kaynakları neresidir? Yazılarını yayınlayan sitenin ilişkisi kimdir? Bunların cevabı muhataplarınca riyakarca inkâr edilecek ama herkesin bildiği gerçeklerdir. Bu unsurun provokatör ve basit bir tetikçi olarak işlevlendiği açıktır. Hiçbir provokasyona ve tetikçiliğe de sessiz kalmayacağımız bilinmelidir. Sosyal medyada yürüyen tartışmalarda bizi kurumsal olmayan çevre, taraftar ilişkileriyle suçlarken hemen burnunuzun dibinde olanı görmemek bir göz bozukluğu ile açıklanamayacağına göre, başka bir hesap, bakış açısı ve yaklaşım aramak hakkımız olmalıdır. Bu tabloda biz gerginliği tırmandıran, ATİK çevresi ise soğutan oluyor öyle mi? Ayrıca “bağlantısızlar” “twiter ve facebook” mecralarındaki anonim hesaplardan ise bahsetme gereği duymuyoruz. Biz sizin gibi soyut “sosyal medya, canlı yayın” gibi ifadeler yerine somut, bir tıklamayla ulaşacağınız bağlantıları da ekliyoruz buraya. Bu “resmi olmayan” ama kaynağı ve yönlendirmesi belli olan birkaç tane örnektir. (EK-1)
ABDULLAH ÖCALAN’LA DAYANIŞMAYI, İSİM TARTIŞMASINA KURBAN ETMEK! BİRLEŞİK MÜCADELE HA!
Strazburg eylemi diye ifade ettiğiniz meseleyi ise nasıl bir gerginlik kategorisine koydunuz anlamak oldukça güç. Zira Ekim ayında Abdullah Öcalan ve tecrit merkezli bir etkinliğin bilgisi tarafımıza iletildi. Bu noktada sürece duyarlı olacağımızı belirttik. Partizan ismiyle eyleme katılacağımızı bildirdiğimiz nokta ise gerginliğin başladığı noktadır. KCDK-E Eş Başkanı Yüksel Koç, ATİK’çilerin bu isimlendirmeye itiraz ettiğini ve sorun çıkmaması için bu ismin kullanılmaması gerektiğini belirtti. Bu mesele Partizan ile Yüksel Koç arasında bir gerginliğe dönüştü. Hangi ismin nasıl kullanılacağına dair tasarrufun kendilerinde olduğuna dair, bizim de desteklediğimiz , Partizan’ın net bir tutumu oldu. Daha öncede benzer tartışmalar söz konusu olmuştu. Bu konuda yaşanan gerginliğin özü bu meseledir. Bileşeninizin parçası olan KCDK-E Eş Sözcüsüyle Partizan arasında yürüyen tartışma oldukça açıktır ve belgelidir. Yurtsever hareket için önemli bir gündem olan Abdullah Öcalan ve tecride dair bir politik gündem var. Buna dair en geniş kesimin duyarlılık göstermesi gibi bir kaygı yerine KCDK-E Eş Sözcüsü Yüksel Koç bize hangi isimle katılmamız gerektiği gibi bir gündemle geliyor. Bu yaklaşımın kendisi hem devrimciler arası ilişki açısından sorunlu, hem de önemli bir politik gündemi, bir grubu korumaya kurban eden geri bir tavırdır. Şovenizm ve sosyal-şovenizmin zirve yaptığı, Abdullah Öcalan sahiplenmesinin bu açıdan da önemli olduğu bir süreç ve dönemde YURTSEVER KURUMUN TEMSİLCİSİ, sahiplenme tutumu sergileyen bizle hangi ismi kullanmamız gerektiği tartışması yapıyor. Şahane, harika bir sorumluluk duygusu, müthiş bir tecride ve bu bağlamda Abdullah Öcalan üzerinden faşizmin saldırılarına en geniş cepheyi kurarak karşı durma politikası! KCDK-E Eş Sözcüsünü en başta ATİK bu avukatlık çabasından dolayı tebrik etmelidir. Ancak soruna toplumsal kaygı, Kürt ulusal hakları çerçevesinde bakanlar için tebrik değil ağır bir eleştiri konusudur. Burada özeleştiri vermesi gereken, gerginleştiren biz oluyoruz öyle mi ADGB? Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Konuya dair Partizan ve KCDK-E Eş Sözcüsü arasındaki yazışmaları “şimdilik” kaydıyla yayınlamıyoruz. Ancak inkâr edildiğinde bu yazışmaları da kamuoyunun bilgisine sunacağız elbette. Ortaya yalan atıp, yalanın peşinden sürüklenilmesine göz yumacağımız düşünülmemelidir.
İmzanın nasıl ve hangi biçimde kullanılacağına başka bir siyasal yaklaşım nasıl karar veriyor, bu tutum devrimciler arasındaki hukuk ve ilişkilere ne zaman girdi. Açıkçası siz kendi aranızda bu hukuku oluşturmuş, isteyenin istediğine hangi imzayı kullanacağına dair sınırlama getirmiş olabilirsiniz. Ancak biz böyle bir hukuku tanımadığımız gibi, bunu bir “hadsizlik” ve sınır çizgisi olarak görüyoruz. Üstelik bu konuda ATİK ile değil Yüksel Koç ile yaşanan bir gerginlik söz konusudur. Geçerken bunu resmi bir açıklamaya koymak sizin gerekçelerinizi güçlendiren değil zayıflatan bir durumdur. Ya meseleyi bilmiyorsunuz ve bir vaka daha koyarak güçlendirmekte zarar yok diyorsunuz ya da gerginlik dediğiniz bu mesele değil bizim hiç bilmediğimiz başka bir şey. Bağlamsız ve ilişkisiz meseleleri açıklamaya yedirmek ne ahlakidir ne de devrimci tutuma sığar. Yine tek taraflı dinlediniz, yine muhataplarından bilgi almadınız ve evet yine yanıldınız, yanlış bilgilerle tavır aldınız. Üzgünüz ama yaptığınız şey budur.
MÜNİH YALANI VE YALANDA “BİRLEŞMEK!”
Münih davasında da ADGB, bir yargı dağıtarak bizim payımıza yine gerginleştirici rolü biçmiş. ADGB, bir dizi yapının bir araya gelerek genişletilmiş bir dar grupçu anlayış ve tutum almanın sembolüdür bizim için. Zira hiçbir sorunda araştırma, muhatapları bir bütün dinleme kültürü yoktur. Bu anlamda bilgiye ulaşma yöntemi devrimci bir yöntem değil, burjuva tarzdır. Kendi bileşenlerine dayanarak sonuca ulaşmak onlar için en kolay, en güzel, en rahatlatıcı en burjuva tarz olarak kendini üretmektedir. Münih Davası’nda dar grupçu, bizi dışlamaya çalışan, bu eksende sahibi olduğumuz davada misafir muamelesine maruz bırakacak bir tezgâh, kumpas ile ortak hareket ve eylem kaygılarımızın suiistimal edildiği bir durum yaşanmıştır. Alman örgütler aracılığıyla mahkemede parçalı görüntü vermeme kaygısıyla ATİK’le gerekirse aynı platformda hareket etme tavrı tarafımızca benimsenmiştir. Zira söz konusu olan önemli bir dava ve parçalı duruşun olumsuz bir görüntü vereceği esaslı bir sorundur. Bu bağlamda Mahkeme önündeki Miting AGEB, MLPD, Rote Hilfe ve ATİK’ten oluşan bir Moderasyonla örgütlenme kararı alınmıştır. Bu eksende bizler öncesinden yaptığımız miting başvurusunu geri dahi çektik. Ancak mitinge çok kısa bir süre kala ortak platformda konuşulan, tartışılan ve alınan kararların geçerli olmayacağı, miting organizasyonunun ATİK denetiminde olması gerektiği dayatması karşımıza çıktı. Bize de “lütfedip” söz hakkı verilebileceği belirtildi. Bu devrimcilikten uzak tutum, kumpas ve dar hesaplar karşısında bize dayatılan “misafir” konumunu doğal olarak kabul etmedik. Bu durum 28 Temmuz günü iki ayrı platformun oluşmasını kaçınılmaz kılmıştır. Miting günü ise gerçekleşenler yine bildik bir hizipçi tezgâhı, düşman bilincinin yokluğu olarak karşımıza çıkmıştır. Bizlerin açık şekilde polise hedef gösterilmesi, devrimci dayanışma ve sahiplenme yerine polis saldırısına açık hale getirme durumu yaşanmıştır. Korsan eylem yaptığımız gerekçesiyle polisin bize yönelimine karşı sessiz kalınan, seyreden hatta polise “bizimle alakaları yok” denen bir tablo oluşmuştur. Bu tablo açıkken ADGB yine kendi bileşenini gözeten onlar için “normal” hale gelen bir tutum almayı tercih etmektedir. Münih Mahkemesi gerçekliği karartılamayacak kadar açık bir tablo ortaya koymuştur. ADGB’nin bunu bizim hanemize yazdığı bir gerginlik vakası görmesi bizi yine şaşırtmıyor. Yalan ve çarpıtma ATİK’çilerin tekelinden çıkıp ADGB’nin mülkiyetine geçiyor bu şekilde. Ne diyelim “hayırlı olsun.”
PROVOKASYONU HAFİFLETMEK SONUÇLA İLGİLENMEK VE 1 MAYIS BASEL GERÇEĞİ!
Gelelim bizi “kınama” gerekçenize. 1 Mayıs 2021’de İsviçre-Basel’de olan şey nedir? Bu gerçekten iddia edildiği gibi bir “sol içi şiddet midir?” Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Devrimciler arası sorunlarda ya da halk güçleri içindeki çelişkilerin çözümünde şiddeti biz kesinlikle reddeden bir teorik tutum, ideolojik konumlanış ve tarihsel bir birikime ve deneyime sahibiz. Bu bağlamda, ADGB bileşenlerinin tek tek hiçbirinin bu konuda bize akıl verecek durumda olmadığını da buraya not edelim. Geçmişleri ve bugün oluşan çelişkilere karşı konumlanışları, onları bu tutumdan men ediyor. Bizim tarihimizle ispatladığımız çelişkilerin doğru çözüm yöntemini trajikomik bir şekilde bize yöneltilen bir silaha çevirmeye çalışıyorlar. Evet bu çabanıza gerçekten acı acı güldük arkadaşlar.
Ne oldu Basel’de peki? Basel 1 Mayıs’ında kürsüde bir grup adına konuşan bir kişi, konuşmasını günün anlam ve önemine uygun olan çerçevenin dışına çıkararak Stalin’e hakaretlere dönüştüren bir konuşmaya çevirmiştir. Orda bir dizi devrimci-demokratik hareket, bu hakaretleri “özgürlük” anlayışlarına uygun olarak dinlemeyi tercih ederken, Partizan anında proletaryanın beş büyük ustasından birisi olan Stalin’e yönelik hakarete izin verilmeyeceğini belirten bir tavır koymuştur. Kürsüye müdahalede bulunmuştur. Bu haklı ve yerinde müdahale, ortamı gerginleştirmiştir. Bu esnada ATİK’in vitrini ve oldukça deneyimli olan kişi yoldaşımıza müdahale etmiş, yoldaşımız uyarmış ve yanından uzaklaşmasını söylemiştir. İlgili kişi “muhatapmışçasına” ısrarını sürdürmüştür. Birkaç defa sert bir tonda uyarılmasına rağmen provokatif müdahalesine devam etmiştir. Bu provokasyonun sonucu ise bu kişiye bir yumruk atılmıştır. Bu esnada gerginliğin kürsüyle ilgili olduğunu sanan Mor-Kızıl Kolektif yöneticisi kadın arkadaşa ATİK’çi bir erkek “provokatörler” diyerek saldırmış ve kadın yoldaşımızdan kendilerine atılan “yumruğun” intikamını sinsi ve alçakça almıştır!
Belirtmeliyiz ki, 1 Mayıs’ta, işçi ve emekçi sınıfının birlik ve mücadele gününde böylesi bir tablonun oluşması en son isteyeceğimiz şeydir. Zira öfkemiz ve tepkimiz, emperyalizme ve kudurgan sömürücü sınıflara yönelmeli, bunu gölgeleyecek bir tablo oluşmamalıydı. Ancak aynı kürsüde bizler nasıl ki Troçki, Bakunin gibi farklı çizginin temsilcilerini gündem yapmıyor ve hakaret etmiyorsak, hiç kimse o kürsüyü proletaryanın ustalarına ve önderlerine, onun değerlerine hakarete çeviremez. O durumda uyarımız ve müdahalemiz kaçınılmaz olacaktır. Dün böyle oldu, Basel 1 Mayısı’nda öyle oldu, yarın da öyle olacaktır. Ki konuşmayı yapan kişinin parçası olduğu grup daha sonrasından özeleştirisini platformda vermiştir.
İHBARCILIĞI HER KOŞULDA HİMAYE ETME SİYASETİ! FAŞİZMLE MÜCADELE Mİ DEDİNİZ?!
Böylesi gergin bir ortamda ATİK’ten bir kişinin müdahalesi ise provokasyonun ta kendisidir. Zira bu grup ve somutta Eş Başkanı Zeynep Çalışkan, devrimci faaliyetin gerçekleştiği bir büroyu kaymakamlık ve polise şikayet ederek tahliye ettirmeye çalıştırmıştır. Devamın emlak mafyasına iş havale edilmiştir. Emlak mafyası püskürtülmüş, bu hamle boşa çıkınca gerici olduğu bilinen (EK-2’de belgelerde ismi vardır) bir avukatlık bürosu ile anlaşmış ve vekalet vererek devrimcileri mahkemelere şikayet etmiştir. Faşizmin pençesine, hukuki haklar gerekçesiyle yoldaşlarımız ve kurumsal çalışmalar atılmaya çalışılmıştır. Büroya defalarca polisler tahliye için gelmiş, normalde yılları bulan bu tür davaları, bu özgülde mahkemeler ve polis, Zeynep Çalışkan imzalı şikayetler sayesinde ve “yetenekli avukatlık bürosu”nun girişkenliğiyle hızlandırmış, adeta çalışmalar faşizmin bu vesilesiyle de baskısı altına alınmıştır. (EK-2)
Bu açık suçlar tüm delilleriyle ADBG bileşenlerinin bilgisine sunulmuştur. ADGB, faşizmle mücadele, faşizme karşı ortak hareketin önemine vurgu yaparken, devrimci bir kurumun, birlikte çalıştıkları ATİK Eş Başkanı tarafından faşizmin kurumlarına açık şekilde ihbar edildiğini görmemeyi “devrimci sorumluluğu” olarak benimsemiştir! Bunun dışında alanda yoldaşlarımıza yönelik mide bulandırıcı ithamlar, yarı-resmi yayın organlarında isimler belirtilerek yapılan ihbarlarda ortadadır. Bu sorunlara dair ATİK ve çevresi hiçbir şey yokmuşçasına hareket etmektedir. Bu durum bizim ortak platformlar hariç bu kurumla hiçbir şekilde ilişkilenmemeye bizi götürmüştür. Bu yıllardır bilinmesine ve tavırlar çok net olmasına rağmen, ortamın en gergin olduğu anda yoldaşımıza bu kurumun vitrindeki yüzünün müdahalesi ve muhatap olma çabası provokasyonun ta kendisidir. Bu kuruma yönelik bizim bir şiddet, zor kullanma tavrımız yoktur. Lokal gerginlikler dışında (ki karşılıklıdır bu ve belli yönleriyle olağan ve tolere edilebilirdi bunlar) yaklaşık 5 yıldır bu gruba yönelik organize bir şiddet veya buna benzer bir durum söz konusu olmamıştır. Bu bağlamda olan şey provokasyonun yarattığı bir tepkidir ve elbette ne bu provokasyonu ne de böylesi bir günde böyle bir durumu bizim onaylamamız olanaklı değildir. ADGB, burjuva idealizmine ve pragmatizmin en bayağısına sarılarak sadece sonuç kısmıyla ilgilenmekte ve bize akıl vermektedir. Arkadaşlar pragmatizminizden bir miktar sıyrılıp, neden-sonuç ilişkisi üzerine düşünürseniz doğruya yaklaşma olasılığınız vardır.
ADGB, öncelikle kendi bileşeni olan ATİK Eş Başkanı’nın, devrimci kurumları ve devrimcileri faşizmin polisi, mahkemesi ve kaymakamlığına şikâyet eden ve bu karşı-devrimci tutumdan geri adım atmayan yaklaşımıyla hesaplaşmalı. Böylesi boyutlu bir sorun karşısında sessiz kalan ADGB, yaratılan provokasyonu “soğukkanlılık” olarak gören ADGB çürümenin hemen yanı başındaki kokusunu almamaktadır. Zira çürümeyi normalleştirenin ve onunla kol kola girenin o kokuşmuşluğa burnu körleşecektir. Olan budur!
ADGB KADINA ŞİDDET MESELESİNİ YOK SAYDI! SINIR ÇİZGİSİ Mİ?
ADBG, 24 Mayıs’ta Mor-Kızıl Kolektif’te şiddete maruz kalan yoldaşımızın yanında bir yoldaşla denk geldiği şiddet uygulayan erkeğe yönelik hayata geçen kadın şiddetini de hedefine koyuyor. Üstelik tüm olguları çarpıtarak yapıyor bunu. Bilinmelidir ki bu tutum planlı bir şey değildir. Denk gelme ve o anda tavır koymadır. Zira iki kişiye karşı iki kişi şeklinde bir cezalandırma olmaz, olamaz. ADGB, olayı yine tek taraflı dinlemiş, dinlediği tarafa hızla hak vermiştir. Ama daha vahimini ise, 1 Mayıs’ta yaşanan kadına yönelik şiddet pratiğini ele alışıdır. “Erkeğin şiddet uyguladığı beyanı da bizim için bir o kadar önemli başka bir sınır çizgisidir” diye sorunu önemsediğini belirtirken, devamında “Kaldı ki olay sonrası, İsviçre’deki kadın kurumlarına bu konuda bir başvuru yapılmış ancak soruşturmanın sonuçlanması beklenmeden, kadın arkadaşlarımızın bu çabası “taraflılık” suçlamasıyla değersizleştirilmek istenmiştir” diyerek savunmaya geçiyor. Birincisi, soruşturma talebi yoktur tarafınız bilgilendirilmiş ve konuya dair kendi hukukları neyse onun yapılması istenmiştir. Ancak olayı hafifleten, görgü tanıklarının başka şey söylediğini ifade eden siz değil misiniz görüşmelerde? Meseleyi önemsizleştiren, soruşturma ya da inceleme yaptığınıza dair hiçbir bilgi geçme zahmeti göstermeyen siz değil misiniz? İkincisi, madem böyle bir durum vardı, Mor Kızıl Kolektif açıklaması kamuoyuna yansıdıktan sonra merkezi kadın örgütü Avrupa Kadın Dayanışması’nın (AKD) sözcüsü ertesi gün neden bizimle ve Mor-Kızıl’la irtibata geçti? Neden soruna Avrupa Kadın Dayanışması olarak müdahil olundu. Çünkü açık bir şekilde İsviçre yerelde ilgili kadın örgütünün meseleyi suiistimal eden, ciddiye almayan, gündemine almayan bir tutumu olduğu açıktır. Bir soruşturma olmadığı ya da yeterince ciddiye alınmadığı yaklaşımı AKD sözcüsünün ifadelerinde vardır. “Soruşturmanın tamamlanmasını beklememek” şeklindeki bir vurgu ancak durumu kurtarmaya çalışan oportünizm olabilir. Bizim açımızdan bu tutum samimiyetten uzaktır. Ancak tarihe yaptığınız şey, bir kadın örgütünün aktif faaliyetçisinin sinsi ve alçakça bir erkek şiddetine maruz kalması ve sizin bunun üstünü örtme çabanız olarak yazılacaktır. Şiddete uğrayan kadın yoldaşın gösterdiği tepkiden “bir kadın orda şiddete maruz kaldı” yaklaşımınız ise ibretlik. Erkeği korumak için araya giren bir kadının, “erkek egemenliği savunuculuğu” artık size de yapışmış bir kusurdur. Ayrıca bu soruna gerçekten ilgi gösteren ve ciddiye alan kurumun Yurtsever hareket olduğu vurgusunu “ADGB bir bütündür” diyerek karşılamanız, “erkek egemen yaklaşımınıza” sadece Yurtsever hareketin de ortak olduğunu gösterir. Bizim çıkaracağımız sonuç ise gösterdikleri ilginin sadece “rol gereği” olduğudur!
Dostlar, arkadaşlar;
Yaşanan olay görüldüğü gibi “sol içi bir şiddet” değildir. Ortada olan bir provokasyon, devamında kadına sinsi bir şiddet olayıdır. Bu noktada sizin bağlanmış basiretiniz, soruna hemen yanınızda aynı ittifakta olan bir gücü koruma şemsiyesi açma pragmatizminiz söz konusudur. Açık ihbara tavır alamayan, karşı-devrimci pratikleri tolere ederek “olur böyle şeyler” diyen yaklaşımınız ve bu bağlamda tutarsızlıktan malul çizginizle bu tür çelişkileri doğru temelde değerlendirme kabiliyetiniz bizim nezdimizde yoktur. Yaşanan son olayı da öncesini de aynı tutarsızlık içinde ele aldınız, son açıklamanızla aynı tutarsızlığı sürdürüyorsunuz. Bizim bu gruba karşı şiddet uygulama kararımız yoktur. Bu noktada tavrımız nettir. Ancak provokasyonlar, kadına yönelik şiddet meselesinde de durumu hafifletecek, muhatap olan kişilere sessiz kalmamızda beklenmemeli. Hiçbir pratiğimiz bu gruba kolektif bir yönelime denk gelmemektedir. Bunu ispatlayacak bir örneğiniz de yoktur. Bu eksende dostluk ilişkisindeki taraflı tutumunuz bizim açımızdan güven sorunu yaratmaktadır. Bu tavrınızdan vazgeçmeniz, soruna daha objektif bakmaya ve ille de aynı ittifak içinde olduklarınızı korumak göreviyle yükümlenmediğinizi görmeniz, anlamanız ve ona göre konum almanız gerekmektedir. Bileşeniniz olan ATİK Eş Başkanı ve doğal olarak örgütlü olduğu kurumun devrimci kurumu faşizme ihbar ettiği gerçeğiyle önce yüzleşin, hesaplaşın ve biraz dürüstlüğünüz kaldıysa açık belgelerle ispatlanmış bu duruma tavır alın. Size son tavsiyemiz bu olsun.
AVRUPA PARTİZAN
1 HAZİRAN 2021
EK-1
https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/canim-biraz-hasan-aksuyla-ugrasmak-istiyor
https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/provaksyon-siyaseti
https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bir-kez-daha-provakasyon-siyaseti-uzerine
EK-2