31 Mart yerel seçimleri, egemen sınıflar arasındaki mücadelenin, toplumsal denge arayışının, ittifak politikalarının oluşturduğu yeni güç ilişkisinin hem bir sonucu hem de süreçte yaratacağı etkiyi göstermesi açısından önemliydi. Bir süredir büyük bir siyasi kriz içinde gidilen seçimlere bu defa ciddi bir ekonomik krizin etkisi altında girildi. Yine Referandum ve 24 Haziran seçimleri ile oluşan ittifak politikasının devamı bu seçimde daha kararlı bir yapıya büründü. Faşist kliklerin bloklaştığı ittifaklara bu seçimde HDP de “AKP-Tayyip” karşıtı bir politik tutumla, kitlesini “Batı’da” “hatır-gönülle” baskılayıp Millet ittifakına yedekleyerek arzu endam etmiştir.
Seçimler, AKP-MHP bloğunun İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi önemli büyük şehirleri kaybettiği bir sonuç çıkarmıştır. Ancak genelde AKP-MHP ittifakı bir önceki seçimlerde aldığı oy oranını koruyarak yüzde 50’nin üstünde kalmayı başarmıştır. Var olan tabloyu seçim akşamı yaptığı ilk değerlendirmede Devlet Bahçeli şu şekilde ifade etmiştir: “Herkes kazandı”…
Aynı akşam ise Tayyip Erdoğan oldukça sönük geçen balkon konuşmasında “Nerede olursa olsun, netice alırız veya almayız önemli değil. Kardeşlerim şunu unutmayın, her olanda hayır vardır. Demokrasi mücadelesi budur. Ankara’da ilçelerin çoğu AK Parti’de, Cumhur İttifakı’nda. İstanbul’da, mevcut ilçe sayısından daha fazlası Cumhur İttifakı’nda veya başa baş. Bu ne demektir? Halkımız, büyükşehir belediye başkanı olarak verse dahi, ilçeleri yine AK Parti’ye verdi” diyerek hem kitlesini teskin etmiş hem de seçimlerin sunduğu tablonun özetini geçmiştir. CHP-İYİP ittifakında ise zafer havası söz konusudur. Kazanılan büyük şehirler zafer havası için yetmiş ve hatta artmıştır.
Tayyip Erdoğan’ı 31 Mart yerel seçimlerinde en çok sevindiren ise T. Kürdistanı’nda çıkan “kimi sonuçlar” olmuştur. Balkon konuşmasında Rojava’nın işgaline dair söylemlerini yineleyen Tayyip, Bitlis, Ağrı, Muş, Şırnak ve kimi ilçelerde ortaya çıkan sonuçlar üzerinden HDP’nin gerilediğini, mevcut politikalarına “Kürt kardeşlerinin” destek çıktığı okuması yapmıştır. Büyük hileler, yoğunlaştırılmış faşist baskılar ve odaklanmış asker-polis oylarıyla elde edilen seçim sonuçlarını Kürt düşmanlığında psikolojik bir argümana çevirerek, şovenist kampanyayı devam ettirmiştir. Özellikle medyada kayyımların ortaya çıkan sonuçlarda etkili olduğu gibi faşist aklın üreteceği teoriler üretilmekte, seçim sonuçları da Kürtleri kuşatma politikasının bir aracına çevrilmeye çalışılmaktadır.
AKP VE TAYYİP’İN YAŞADIĞI EROZYONA KARŞIN GÜÇ DENGELERİNDE ESASLI DEĞİŞİME ELVERMEYEN NESNELLİK
Büyükşehirlerin kaybedilmesini ilk sindiren Tayyip Erdoğan olmuştur. Ancak sindirirken “sandıklarda hırsızlık olduğu” gibi komik gerekçelerle şimdiden CHP-İYİP ittifakı ve seçilen belediye başkanları kuşatmaya alınmış, önümüzdeki sürecin ne kadar çetin ve sıkı bir mücadeleye gebe olduğunun işaret fişekleri atılmıştır. Seçim sonrası yürüyen hile, yeniden sayım, “FETÖ, PKK” destekli kazanç, “sokakları harekete geçirme” girişimi gibi AKP-MHP argümanları bahsettiğimiz ilk andan itibaren kuşatma altına alma hamlesinin silahlarıdır. Bu süreç ilerledikçe tırmanarak, keskinleşerek devam edecektir.
24 Haziran seçimlerinde bir miktar zayıflayan AKP-Tayyip kliğinden emperyalistlerin ve egemen sınıfların bir kırt daha desteği çektiği bu seçimlerle ortaya çıkmıştır. Türk komprador burjuvazisi ve toprak ağalarının sınıfsal çıkarlarını emperyalist sisteme olan bağlılık esaslarına uygun olarak gerçekleştiren AKP-Tayyip kliği, siyasal yaklaşımlarıyla özellikle bölgesel çapta yarattığı kısmı kriz ve sorunlarla, ekonomiyi yönetmede gösterdiği kimi sorunlarla siyasal krizi derinleştiren bir sürecin faktörü konumundadır. Her ne kadar ABD-AB emperyalist sisteminine bağlılıkta esaslı sorun yaratmasa da onun sınırlarını zorlayan tutumlarla, Rusya ile olan çelişkilere yaslanma hamleleriyle “güven kaybeden” bir duruma neden olmuştur. Bu durumda esaslı bir sorun olmasa da parça parça zayıflamasına neden olan sonuçlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Nihayetinde şu konuda net olunmalıdır: Seçimler asla egemen sınıf klikleri arasındaki güç dengelerini belirleyen bir unsur değildir. Egemen sınıf klikleri arasındaki değişen güç dengelerinin yansıdığı bir arena konumundadır. Bizim gibi ülkeler için bu daha da geçerlidir. Bu yerel seçimler vesilesiyle gerçekleşmekte olan da budur. AKP-MHP ittifakının izlediği politikalar, ekonomi yönetimi, bölgesel politikalardaki yetenek yitimi, Kürt meselesinde belirlediği rota göz önüne alındığında yönetme sorununda daha derin krizlere savrulması kaçınılmazdır. Bu bağlamda zayıflaması, klikler arası dengede sürecin aleyhine işlemesi de devam edecektir.
Egemen sınıflar arasında güç dengelerindeki oynama ya da değişimin yavaş da olsa devam ettiğini bu seçim sonuçlarıyla tespit etmek mümkündür. Egemen sınıf kliği AKP-MHP’nin “beka sorunu”, “Kürt düşmanlığı” odaklı, esası Ortadoğu eksenli gelişmelerin yarattığı kaygı ve endişeye dayalı çizgisi çeşitli biçimlerle devam edecektir. “Barışçıl” ya da “saldırgan” politik yöneliminin esası Kürt ulusal mücadelesini zayıflatmak, Kürt ulusal kazanımlarını baskı altına almak ve kendi “bekası”na zeval getirmeyecek bir şekilde kontrol etmek, bu denklemde belirleyen ulus olma konumunu bir şekilde ve “ne pahasına olursa olsun” devam ettirmek olacaktır. Bu Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununda temel referansı ve çıkarıdır. Burada klikler arasında bir anlaşmazlık söz konusu değildir. Ancak her bir kliğin barışçıllık” ve “saldırganlıkta” oynadığı roller vardır. Bu bağlamda klikler arası ilişki ve güç dengelerinde de oynamalara, değişimlere gebe bir süreç söz konusudur. Zira Kürt meselesini sürekli ve kesintisiz “zora dayalı” saldırılarla sürdürme olanağı, bölgesel dengeler açısından kolay değildir. TC Kürt hareketini kıstırdığını düşünerek saldırılarının dozunu ve süresini uzatmaktadır. Ancak bunların her birini masada kazanımlarını daha ileri düzeyde tutma hesabı ile de yapmaktadır. Bu seçimler de bunun için bir olanak olarak görülmüştür. Ancak faşist ittifaklar arası gerginlik ve çatışmanın tırmanma eğilimi gösteren seçim sonuçlarında, Kürt hareketi silahlı, legal ve kitlesel gücüyle denklemde etkili olabilecek olanakları elinde tutmaktadır. Bu net bir şekilde görülmektedir. Bu gücün kolay kolay eritilemeyeceği de açık bir gerçektir.
YALAN OLAN UMUTLAR, GERÇEK OLAN EKONOMİK-SİYASİ KRİZ
Türk egemen sınıf kliklerinin temsilcileri seçim sonrası esasta yüzünü ekonomik ve siyasi sorunlara dönmeye dair çağrılar da yapmıştır. TÜSİAD’ın dört yıl seçim olmamasını bir avantaj olarak gören ve verili dengeler içinde ekonomik krize ve siyasi krize odaklanmış bir sürece ihtiyaç olduğuna dair vurgusu seçim akşamı bir açıklama ile ilan edilmiştir. Dört yıl seçim olmayacağını Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu da ifade etmiştir. Tayyip Erdoğan “serbest piyasa ekonomisine bağlılığını” balkon konuşmasında ifade ederken tek merkezden müdahale, yönlendirme, biçim verme ve yapısal reformlara devam edeceklerini de açıkladı. Kılıçdaroğlu ise ekonomideki sorunlarda kayıtsız şartsız “hükümete destek olacaklarına” dair taahhüdü verdi. Emperyalist sistemin zincirlerine sıkı sıkı bağlı olan Türk devletinin, süreçte tüm klikleriyle birlikte bunu daha da sağlamlaştırmaya dair seçim sonrası verdikleri sözler ve dayanışma vurgulu açıklamalar yarı-sömürge, yarı-feodal yapının egemenleri açısından şaşırtıcı olmamıştır.
Ancak Türk hakim sınıflarının emperyalist sisteme bağlı-bağımlı yapısı ve yapısal kriz cenderesindeki siyasal-ekonomik-sosyal karakteri, önümüzdeki süreçte ne yaparlarsa yapsınlar yaralarını sarmakta zorlanacaklarını, halk yığınlarına sürekli daha güçlü ve komplike saldırılarla yapısal ve dönemsel krizlerine çözüm arayacaklarını göstermektedir. Pasta sürekli küçülürken, ilk etapta bu pastadan emekçilere düşen küçük payların kısılmasında ortaklaştıkları görülmektedir. Daha sonra ise aralarındaki paylaşımda kıyasıya bir mücadele ve savaşım içinde olacaklarının işaretini vermektedirler. Bu da çatışma ve gerginliğin, sert vuruşmaların habercisi niteliğindedir. Özellikle büyükşehir belediyelerinde dönen büyük rantlarla bu kapışmanın daha dinamik ve sert bir hal alacağı açıktır.
Bu anlamda önümüzdeki süreçte seçim yok, istikrara odaklı “yönetişimi içeren” bir yaklaşımın hakim olacağı söylemleri, “uzlaşma” beklentileri sadece politik miyopluk olarak değerlendirilebilir. Önümüzdeki dönem her şeye gebe olan, güç dengelerinin sancılı değişim arayışının içinde çatışmanın olabildiğince sertleşeceği, ittifak blokları arasındaki sorunların da kaçınılmaz olacağı, yeni siyasi figürlerin yer kapmak için fırsat kolladığı bir süreç yaşanacaktır. Seçimler egemen klikler arasındaki ilişkide bir istikrar değil istikrarsızlık habercisi olmuştur.
KAZANILAN BÜYÜK ŞEHİRLER, İŞTAHI KABARAN REFORMİSTLER!
Seçimler, devrimci-demokratik ilerici güçlerin ittifak arayışları açısından ise gericiliğe karşı tavizlerin verildiği, kitlelerin faşizme karşı odaklanmasında başarının elde edilemediği bir düzlemde gerçekleşmiştir. Özellikle büyük şehirlerde devrimci, demokratik, ilerici, anti-faşist kitle gerici-faşist CHP-İYİP bloğuna ciddi düzeyde angaje olmuştur. Sadece kitlelerle sınırlı kalmamıştır bu durum. Reformist, meclis içi “sol, yurtsever” kesimin bu bloğa kayıtsız bir şekilde tabi olduğu, AKP-Tayyip karşıtlığının yüzü suyu hürmetine diğer gerici kliğe destek olduğu ve kitleleri buna yönlendirdiği görülmüştür. Beyoğlu’nda ÖDP genel başkanı Alper Taş, HDP bloğu ve yerellerde bir çok devrimci-demokrat kesim “sol blok” adı altında CHP-İYİP ittifakına yedeklenmiştir. Bu kitlelerde ciddi bir bilinç kırılmasıdır. Özellikle büyük şehirlerde bu ittifakın kazanımla çıkması, söz konusu toplumsal kesimlerin tercihlerine daha sıkı sarılmasına neden olacak bir zemin yaratmıştır. Seçimleri her şey gören yaklaşım bu seçimlerde adeta en parlak, en etkili, en güzel sürecini geçirmiştir. “Bahar havası” estiren bu anlayış, tüm olanaklarını ve gücünü seferber ederek kitlelerde “zafer” havasının yaşanmasını sağlamıştır.
Bu reformist, tasfiyeci çizgi “hani seçimlerle bir şey değişmiyordu, bak bal gibi de oluyormuş” propagandasına, elde edilen büyük şehirler üzerinden başlamıştır. Mansur Yavaş gibi azılı bir faşistin ve gerici-faşist Ekrem İmamoğlu’nun alternatif olması ise bu cenahın şimdilik umrunda değildir. Bu seçimler, bu cenah için parlamentarizmin girdiği komadan bir nebze olsun kurtulması için umut ışığı yaratmıştır. Şimdi daha güçlü şekilde sistem içiliğin, reformizmin, parlamentonun, iyileştirmelerin her şey olduğunun propagandasına maruz kalacağız. Sandıkları daha güçlü sahiplenin, barış içinde bir arada yaşama olanaklarını zorlayınız, siyasal karşıtlık ve çelişkileri daha iyi örtünüz, kitleleri karşıtlığa değil uzlaşmaya ikna ediniz vb. çalışmaları hız kazanacaktır. Halka ait olmayan “başarı” halka kendisinin gibi gösterilecek, halkın çıkarlarını temsil etmeyenlere halkın destek vermesi salık verilecektir. Şimdi yeniden faşist kliklere yedeklenme arzusuyla yanıp tutuşan, uzlaşma için ölümü göze alacak, sistemde iyileştirme sağlayarak sömürünün-faşizmin-ezen Türk ulus ayrıcalıklarının yeni şekilde korunması için kuşanmaya ve meydanlara çıkmaya hazır liberal-burjuva anlayışların parlayacağı günlerdir. Eskisi gibi TV ekranlarında sürekli boy vermeseler de sureti haktan görünüp halk güçleri içinde fikirlerini özgürce yayma, örgütleme olanakları olacaktır. Halkın sınıfsal çıkarlarına uygun olmayan, ezilen Kürt ulusunun ulusal bağımlılığının kısmi kazanımlarla devamını sağlamaya hizmet eden fikirler demokrat-ilerici-yurtsever-anti faşist kitle içinde özgürce hareket alanı bulacaktır. Bu seçimlerin halk güçleri içinde tasfiyeciliğe ve reformizme böylesi bir zemin hazırladığı, bu tehlikenin tüm yüzünü gösterdiği gözden kaçırılmamalıdır.
Komünistlerin genelde boykot taktiği ile girdiği özelde Dersim’de dost güçleriyle “Devrimci Güç Birliği” ittifakıyla seçimlere katıldığı bilinmektedir. Bu noktada komünistler Dersim’de gücü ve olanakları ölçüsünde, kendi politik amaçlarına denk düşen bir çalışma örgütlemeye çalışmıştır. Ancak sandığa yansıyan sonucun bir başarısızlığı içerdiği, kitlelerin somut desteğini örgütlemede yetersiz kalındığı görülmüştür. İttifak güçlerinin kendi tabanını kontrol etme ve yönlendirmede politik çizgilere de tekabül eden sorunlar yaşadığı görülmüştür. Bu bağlamda komünistler, hem dostlarıyla hem de kendi içinde bu tabloyu değerlendirip sonuçlar çıkararak seçim sürecindeki yetersizlikleri ve olumlulukları açığa çıkaracak, elde ettiği derslerle sürece odaklanacaktır.
Önümüzdeki günler egemen sınıfların seçim ikliminden hızla sıyrılarak, ekonomik-siyasi kriz koşullarında saldırılarını hangi biçim ve düzeyde hayata geçireceği hesaplarıyla halka yöneleceği bir süreç olacaktır. Faşist diktatörlük bölgesel düzeyde işgalciliği ve askeri saldırganlığından geri adım atmadan, emperyalist dengeleri gözeterek ve ona angaje olarak; içerde ise hak ve özgürlüklerin, örgütlenme olanaklarının daraltıldığı bir bütünlük içinde hareket edecektir. Bugün özellikle örgütlenmek, halk güçlerini devlete karşı mücadelede dağınıklıktan kurtaracak, buna ikna edecek yönelim belirlemek ve bu yönelime seferber olmak esas görevdir. Doğru politika, devrimci politika, siyasal karşıtlığı devlete karşı öfke ve kinle yoğuran sınıfsal duruş hayati derece önemlidir. Bu yetenekler ise komünistler de vardır. Bizi bekleyen süreç ve süreci karşılayacak duruş budur.