Eylül 1955’te Müslüman olmayan azınlıklara yönelik gerçekleştirilen saldırılarda evler yağmalandı, fabrikalar yakıldı, işyerleri kullanılmaz hale getirildi. İstanbul başta olmak üzere İzmir ve Adalar’da Rumlara ve diğer gayri-müslimlere karşı büyük bir linç ve yağma hareketi gerçekleştirildi. 5 Eylül günü Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ile İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği (İYOTB) tarafından bir miting gerçekleştirildi. Kıbrıs’ta Türk devletinin hakimiyetini kaybetmesine tepki gösteren ırkç-faşist kalabalığa, son günlerde İstanbul dışından şehri gezmek üzere gelen gruplar da katılmaktaydı. Devlet radyosundan Selanik’te Mustafa Kemal’in evinin bombalandığı haberi, dönemin istihbarat örgütü MAH’ın hizmetinde çalışan İstanbul Ekspres gazetesinin manşeti ile geniş bir şekilde yayıldı. Akşam saatlerinde KTC ile İYOTB’nin çağrısı ile sokaklara dökülen ve sopa, balta ve kazmalarla silahlandırılan kalabalık Taksim Meydanı’nda buluşarak İstiklal Caddesi boyunca yürümeye başladı. Yürüyüş boyunca önlerine çıkan ve önceden kırmızı haç işaretleri ile mühürlenen evleri talan ettiler. Buldukları her şeyi yağmalayan kalabalık, Rumların mezarlarına bile saldırarak, yeni defnedilen kemikleri bile parçaladı.
İki gün devam eden yağma ve talan sırasında hükümet sadece geceleri sıkıyönetim ilan etti. Saldırıların sona erdiği 7 Eylül günü gündüz ilan edilen sıkıyönetimden geriye, yağmalanan 4214 ev, 21 fabrika, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 azınlık okulu, 5 spor kulübü ve 2 mezarlık kaldı. İzmir’de ise 14 ev, 6 dükkan, 1 pansiyon, Yunan Konsolosluğu, Katolik Kilisesi, İngiliz Kültürevi tahrip edildi. İzmir’de 50 kişi yaralanırken İstanbul’daki saldırılar sırasında da 16 kişi hayatını kaybetti.
Dönemin basınına yansıyan haberlere göre yağma için Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Sivas’tan 145, Erzincan’dan 11 kişi getirilmişti. Olaylardan sonra İstanbul’daki azınlık nüfusunda ciddi bir azalma oldu. 1924’te nüfusu 1 milyon olan İstanbul’da 280 bin Rum yaşarken, bu sayı bugün 1500-2000 arasındadır. Olayların ardından hükümet sorumluların yakalanması amacıyla bir kovuşturma başlattığını duyurdu.
KATLİAMIN FATURASI YİNE DEVRİMCİ-DEMOKRATLARA KESİLDİ
Gözaltına alınanlar ise aralarında Aziz Nesin’in de olduğu dönemin aydın, ilerici, demokrat insanları oldu. 6-7 Eylül olaylarını devrimci ve demokratların üzerine yıkmaya çalışan devlet hayatını kaybetmiş dönemin devrimci ve ilericilerini bile tutuklama kararı alarak hedef tahtasına koydu. Gözaltına alınanlar 5 ay hapishanede kaldıktan sonra serbest bırakıldılar. Bir süre sonra Selanik’te Atatürk’ün evinin Türk Konsolosluğu görevlileri tarafından bombalandığı da ortaya çıktı. Bombalamada görev alan öğrenci Oktay Engin Türk vatandaşı yapılarak MİT tarafından Nevşehir Valiliği’ne atandı. Olaylardan 40 yıl sonra o günlerde Özel Harp Dairesi’nde çalışan eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, “6-7 Eylül olayları Özel Harp Dairesi’nin işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” sözleri ile 6-7 Eylül’ün direkt devlet tarafından planlandığını açıkladı.
6-7 Eylül olayları Türk devletinin Osmanlı’dan devraldığı katliamcı yüzünü açıkça sergilendiği tarihlerden birini oluşturuyor. Osmanlı Devleti tarihi boyunca sınırları içinde yaşayan Müslüman olmayan kesimlere yönelik sayısız kıyım gerçekleştirmiş, bu mirası da Türk devletine armağan etmişti. İttihat ve Terakki Partisi’nin önderliğinde 1915’te 1.5 milyon Ermeni, Rum ve Süryani soykırıma maruz kalır. 1924’te Nüfus Mübadelesi ile Rumlar, Yahudiler, Ermeniler yaşadıkları topraklardan zorla koparılarak bellek katliamı yaşatılır, 1942-1944 yıllarında Varlık Vergisi ile binlerce gayri-müslim Aşkale’ye sürgün edilir. Kuşkusuz bu kıyımlar sadece gayri-müslimlere yapılmaz. Osmanlı İmparatorluğu boyunca sayısız defa kılıçtan geçirilen Kürt halkı devletin gerçek yüzüne çok yakından tanık olmuştur.
Türk devletinin kuruluşlu ile birlikte palazlanmaya, gelişmeye başlayan Türk hakim sınıfları geçmişten beri ticarette önemli bir rolü olan Rum ve Ermenileri imha etmeye girişmiştir. Sermayenin el değiştirmesi hedefi ile gerçekleştirilen bu kıyımlar ile Türk egemen sınıfları efendilerine yeteneklerini sergileme fırsatı buldular. Sermayeyi ele geçirmeye çalışan Türk hakim sınıfları potansiyel düşman olarak gördükleri tüm kesimlere karşı büyük bir karşı harekata giriştiler. Bu durum Türk hakim sınıflarının zayıflığının bir göstergesi olmakla birlikte aynı za¬manda. 6-7 Eylül olayları Türk hakim sınıflarının politikalarını yaşama geçirmek için kontr-gerilla ve Özel Harp Dairesi’nden nasıl yararlandıklarını gözler önüne seriyor. 6-7 Eylül’den anlaşılacağı gibi devlet tarafından devletin çıkarlarını korumak, bekasını sağlamak için oluşturulmuş bir psikolojik savaş örgütüdür. Bu anlamıyla kontr-gerilladan hesap sormak ezilenlerin Türk hakim sınıflarına karşı mücadelesini yükseltmekten geçer.