1973 Atina Politeknik Okulu ayaklanması, Nazi işgalini takip eden devrimci iç savaştan sonra, ülkemizde sınıf savaşındaki en önemli dönemeçtir. Bu nedenle ayaklanmanın bize öğrettikleri, Yunanistan komünistlerinin devrimci hareketi için önemlidir. Bu dersi anlamak için ayaklanmadan önceki durumu tanımlamak gerekmektedir.
1967 DARBESİNE DOĞRU
Yunanistan halklarının hareketi 1950’lerde büyük bir gerileme yaşadı. Britanya ve Amerika emperyalistlerinin müdahalesi sonucunda Yunanistan Demokratik Ordusu’nun (YDO) iç savaştaki yenilgisi, olumsuz sonuçlar doğurmuştur. YDO’nun çekirdeği ve Yunanistan Komünist Partisi (YKP) sosyalist ülkelerde sığınak bulurken Yunanistan’da sürgünler, tutuklamalar ve infazlar devam etti. Bunların en önemlisi Beloyannis davasıdır. İç savaş sonrası Monarşist-faşist devletin sağ kanadı tamamen ABD emperyalizmine bağlı idi. Amerikalılar hükümetleri istedikleri gibi kurup yıkarak ülkeyi emperyalist bir tabana oturttular. Kanunsuzluk koşullarına rağmen (normalde komünistler ve sol kanattan insanların çalışmalarına izin verilmiyordu) halk hareketi asimile olmadı. Bu durumun iyi anlaşılması için iyi bir örnek, iç savaş sonrası ilk seçimlerde sol kanatın sistemi korkutacak şekilde ikinci gelmesi idi. Bunun nedeni halkın YKP ile ittifakını sürdürmesi idi.
Aynı dönemde SSCB’deki gelişmeler komünist harekete tamir edilemez zararlar vermişti. Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP)’nin 20. Kongresi ve Stalin’e yapılan saldırı, emperyalistler ile barışçıl birliktelikteki yeni konumlanmalar, sosyalizme giden barışçıl yol ve komünist partinin rolü, Avrupa’daki komünist hareketi kuvvetsiz bıraktı. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde revizyonist Kruşçev’in müdahaleleri kendisine bağlı olarak monte ettiği liderlikler ile hızlı bir şekilde gelişti. Ancak YKP’de, çoğu parti üyesi 1940’lı yıllarda çok sert mücadele etti ve parti liderliği etrafında toplandı. Bu yüzden Sovyet revizyonistleri, siyasal çizgilerinin geçersizliğini gördüklerinde, YKP liderliğini bir darbe ile değiştirerek lideri N. Zachariadis’i Sibirya’ya sürdüler. YKP üyeleri bu müdahaleyi asla kabul etmediler ve güçlü bir itiraz gösterdiler. Çin Komünist Partisi ve Mao Zedung, dünyada revizyonist partilerin dışındaki Marksist-Leninistlere çağrı yaptığında, Yunanistan’da hızla devrimci örgütler oluştu. Bunlardan biri Yunanistan Marksist-Leninist Örgütü (YMLÖ) 1964 yılında kurulmuştur.
Bununla birlikte revizyonist tepkiler, devrimci hareketin aleyhinde idi. Sol kanat üyelerinin büyük bir çoğunluğu ve komünistler, revizyonist YKP’de tuzağa düşmüşlerdir. Bu durum halk hareketinde çelişkili bir durum yaratmıştır.
Diğer yandan, kitlelerin eğilimi özellikle 1960’larda değişmeye başladı ve sınıf savaşı şiddetlenme dönemine geri döndü. İç savaş yenilgisinin olumsuz etkileri sönümleniyor, işçiler sendikalarda yeniden örgütleniyor, öğrenciler haklarını istemeye başlıyordu. Anti emperyalist, özellikle Amerikan karşıtı hareket ile sıkı bağlantılı savaş karşıtı hareket yeniden yükseliyordu. Bağımsızlık ve sosyalizm vizyonu kitlelerin bilincinde tekrar canlanmıştı. Başlangıçta işçilerin liderliğini alan inşaat işçilerinin hareketi önemli kazanımlar elde etti. Sonra öğrenci yığınları ve savaş karşıtlarının hareketliliği takip etti. Yükselen bu harekete faşist sağ şiddet ile karşılık verdi. Sol kanat üyesi MP. Lambrakis ve bir kaç yıl sonra öğrenci Petroulas bir protestoda öldürüldü. Kitlesel gösteriler sıklaşmış, hükümetler birbiri ardına yıkılmakta idi. 1965 Haziran olayları politika sahnesindeki bütün krizi ortaya çıkardı.
Diğer yandan, revizyonist çizgi, gelişen halk hareketleri için hastalıklı bir yapıda olduğunu ispatladı. Her şeyden önce, revizyonistler, YKP’nin yasadışı aygıtlarını devrimci çizgiden vazgeçmenin delili olarak bertaraf etti. Sonra reformist hattın cephesi olarak Birleşik Demokratik Sol (BDS)’u kuruldu. Ve sonra, parlamentodaki BDS koltuklarını bir burjuva partisine teslim ederek parlamenter özerkliklerini bıraktılar. Bu hat halk hareketini, kitleleri barışçıl demokratik değişim yalanına inandırarak yaklaşmakta olan olaylar için tamamen hazırlıksız bıraktı. Böylece, harekete kitlelerin katılmasına rağmen bunun devrimci fikirlerdeki karşılığı olumsuz kaldı. Aynı zamanda, bölgemizde önemli uluslararası olaylar gerçekleşti. Emperyalistler arasındaki çelişkilerin yoğunlaşması ülkemizin önemini artırdı.
Özellikle Ortadoğu’da Filistin meselesi etrafında ABD ve SSCB arasında ve aynı zamanda ABD ile Avrupalı emperyalistler arasındaki çelişkiler yoğunlaştı. Özellikle Yunanistan’da Avrupalı emperyalistlerin etkinlikleri ABD’yi rahatsız etti. İngilizler kraliyetin teşviki ile ordu içinde kendi kutuplarını yarattı. Herkesin başlamak üzere olduğunun farkında olduğu Altı Gün Savaşı’nda Yunanistan’ın güvenliğini sağlamak önemli idi. Aynı zamanda, hareketin yükselmesi sürekli bir politik kararsızlık yarattı ve bir halk ayaklanması olasılığı uzak değil idi.
Bu nedenlerden ötürü, “müttefik” düşmanlarını dağıtmak ve halk hareketini bastırmak için ABD emperyalistleri cuntanın faşist askeri rejimini kurdular. 1960’lar boyunca sokaklarda baskıya karşı barikatlar kurulmasına ve herkesin yaklaşan darbeye karşı savaşmaya hazır olmasına rağmen, bir mermi bile sıkmadan darbe gerçekleşti. Revizyonistler barışçıl geçiş efsanesini sürdürmek için demokratik yolun güvence altına alındığını anlatmaya çalışarak halkı pasifize etmeye çalıştılar; halk hareketinin yükselerek kendilerini aşmasından korktular.
Bu nedenle darbeyi engellemek için bir seferberlik örgütlemekten çekindiler. Darbe sabahında (21 Nisan 1967) YKP’nin gazetesi “Neden bir darbe olmayacak” manşeti atıyordu. Polis, YKP üyelerini matbaalarda gazeteleri utanç içinde karıştırmaya çalışırken yakaladı.
KASIM 1973’DEKİ ANTİ-FAŞİST, ANTİ-EMPERYALİST AYAKLANMA
ABD, ülkede bir karanlık askeri rejim kurdu. Hepsinden önce, tüm siyasal tartışmalar, üçten fazla kişinin bir araya gelmesi yasaklandı. Siyasal partiler kapatıldı, binlerce militan sürgüne gönderildi. Rejim sendikaları kapattı, öğrenci seçimlerini engelleyerek onlara kendi cunta komutanlarını yönetici olarak atadı. Devrimci öğeler içermesi tehlikesine karşı tüm müzik ve sanat etkinlikleri yasakladı. Ülkemizi bir NATO üssüne çevirdi. Büyük burjuvaziye ve armatörlere kamu işlerinde devlet yardımı vererek, bugün bile iktidarı ele geçiren az sayıda tanınmış zengin aile yaratılacaktı. Ülkeyi ABD’ye teslim etti. Emekli ve çalışan maaşlarını kesti. Sonuç olarak; 1972’de fiyatlar yükselmeye başladığında halk sefalet içinde yaşıyordu.
Yasadışı koşullarda ve hareketin tercih edilmemesi nedeni ile halkın örgütlenmesi zorluklar taşıyordu. Militanların ve her “şüpheli” vatandaşın tutuklanması halka terör yayıyordu. YMLÖ’ye vurulan darbe ağırdı. Örgütün yasa dışı matbaası dağıtılırken, birçok lideri tutuklanarak sürgüne gönderildi. Birçok lideri mülteci oldu. Bu kritik dönemeçlerde, bir grup parti ve örgütün birlikte hareket edebilmesi gerçeği, çoğu ile fikir ayrılığımız olmasına rağmen önemli bir olaydır.
Cunta giderek kurumsallaştıkça halkın öfkesini ifade etmesinin bir yolu kalmıyor, militanlarda hayal kırıklığı yaşanıyor, halkın gücüne olan inanç yok oluyor hatta İspanya’da olduğu gibi cuntanın kırk yıl süreceği tahmin ediliyordu. Ancak büyük olaylar yaklaşmakta idi.
Bu, bir militanın halkın gücüne olan inancının, zor bir dönemde ayakta kalmak için gerekli bir unsur olduğunun en iyi kanıtıdır.
Cunta, tüm bu hareketsizlik ve terörizm yıllarını fırsata çevirip kullanmak istedi. Cunta, askeri rejimden sıkı kontrol edilen, seçimlerin de olabileceği, yetersiz olduğunda tankların da sokağa inebileceği bir burjuva demokrasisine, bir “pürüzsüz geçiş” istiyordu.
Sadece ülkenin NATO itaatini tehdit etmeyen görüşler için baskıyı hafifleten yasallığın olduğu bir rejim. Başbakan Markezinis’den esinlenen bu siyasi geçiş, 1973’te siyasi tutuklular ve seçimler için kademeli bir af öngörüsünde bulundu. Buradaki amaç, bazı burjuva partilerinin katılacağı cuntanın düzenlediği seçimlerin, rejimi siyasi bir faktör olarak yasallaştırmak ve halkın gözünde aklamaktı.
Fakat gerçeklik farklıydı; birincisi, 73 Şubatı’nda Atina’daki Hukuk Fakültesi öğrenciler tarafından yasadışı olarak işgal edildi. Reformistler aynı gece işgali sona erdirmeyi başardı. Bir süre sonra, iki kamuya açık yargılama, cunta karşıtı gösterilere dönüştü. Zaman ilerledikçe, halk tüm rejimi ABD baskısından kurtarma iradesini ilan etti. Uluslararası alanda, tüm dünya Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) ve Vietnam Savaşı, ABD’de ortaya çıkan savaş karşıtı hareketin, tipik örneği Mayıs 1968 ayaklanması olan Avrupa ayaklanmalarının yarattığı küresel devrimci bir dalga ile sarsılıyordu. Küresel kargaşa Yunanistan’a yaklaşıyordu.
Burada öncülümüz olan, cuntanın “liberalizasyon”unun arkasındaki gerçekliği ortaya çıkaran ilerici örgüt, YMLÖ’nün Ekim 1973’de yayınladığı “Gelen Fırtınalar İçin” başlıklı metinden alıntı yapacağız:
“Bugün, asıl mesele, açık çatışmalara ulaşan kitlesel mücadelelerde, işçi ve gençlerin militan tutumlarının eyleme dönüşmesidir. Revizyonist liderleri peşinden sürükleyen burjuva muhalefeti gibi, faşist yasallık ile sınırlanmış bir muhalefete dahil olmak istemeyen herkes için, ülkemizde yaşanmakta olan ve büyük bir öneme sahip olan şey parlamento ve seçimlere dönüş değildir… Fakat işçi sınıfının ve gençliğin kitlesel mücadelesinin gelişimi, geniş bir anti- faşist ve anti-emperyalist harekete yol açmaktadır(…) Geçen yıl gelişen ve bu yıl devam eden büyük çaplı militan öğrenci mücadeleleri, faşizmle yükselen bir çatışma sürecine giriyor ve ABD emperyalizmi Yunanistan’ın her yerinde sarsılıyor.”
Devrimci referansa sahip çeşitli örgütler, liberalleşmeyi ve seçimleri cuntanın varlığını pekiştirmek için bir manevra olarak görürken, aynı zamanda reformist sol ve revizyonistler “reformlar” için bir fırsat gördüler.
Sonuç olarak, sadece ekonomik ve mücadeleyi sınırlayan dar sendikal talepler, hepsinden önemlisi anti-emperyalist ve anti-faşist içeriğe karşı bir ufukta kaldılar. İki hat, reformist ve anti-emperyalist devrimciler her evrede mücadele ettiler.
14 Kasım’daki bu kargaşada, bir bastırma olayı vesilesiyle, öğrenciler Atina’daki Politeknik’te polisin bastıramadığı bir işgal eylemi gerçekleştirdiler. Bu olay, işgale katılmaya zorlanmak için bir provokasyon olarak kınayan revizyonistler için utanç verici olarak bilinir. Dahası, bu güçler ayaklanmanın anti-emperyalist yönüne karşı mücadele etmiş ve “ABD Dışarı!” talebini duvarlardan bile silmeye yeltenerek başarısız bir şekilde engellemeye çalışmışlardır.
YKP açıkça itiraf etmiştir ki: “Güç Halka! Sloganı solcu idi ve bir ihtimalle NATO Dışarı! Sloganı zamansız idi (…) Belirtilmelidir ki işgal parti liderliği ve gençlik örgütü için sürprizdir. Ana düşünceleri derhal çekilme için gerekli önlemleri almak idi.”
Revizyonistlerin hareketi yönünden saptırma çabalarına rağmen, halkın öfkesi o kadar büyüktü ki öğrenci protestoları halk ayaklanmasına dönüştü. Halk radyodan öğrencilerin kendilerini kitlesel olarak sokağa çağırdıklarını duyduklarında, bunun diktatörlükle yüzleşme fırsatı olduğunu anladılar. Politeknik Okulu’nun önünde binlerce kişilik bir kitle toplandığında, revizyonistler barışçıl değişim ve seçimler için kendi çizgilerini empoze etmeye çalıştılar. “Ekmek-Eğitim-Özgürlük!”, “ABD Dışarı!”, “Faşizme Ölüm!”, “Güç Halka!” sloganları ağırlıklı sloganlardı. Ayaklanma açık bir şekilde cuntayı yıkmayı ve ABD emperyalizminin zulmünü ülkeden kovmayı hedefine koyuyordu.
Bu koşullar altında, bizim de dahil olduğumuz az sayıdaki örgütlü devrimci gücün eylemleri, revizyonist hattı aşmak ve halka moral gücü vermek için büyük önem taşıyordu. Aralarında Marksist-Leninistler’in de bulunduğu devrimci sol militanlar olaylara önderlik edemedi fakat mücadelenin her aşamasında belirleyici ve öncü rol oynadılar. Her harekette, mücadele ve slogan biçimleri, her politik gücün politik çizgilerinin bir yansımasıdır. Her talep, her gücün doğru ya da yanlış bir analizinin sonucudur. Bir hareketin farklı mücadele hatlarının olması sağlıklı bir durumdur çünkü kitleler mücadelelerini neyin desteklediğini yargılar ve seçerler. İşte bu yüzden gerçek devrimci görüşler kitlelerin eleştirilerinden ve ortak eylemden korkmaz. Politeknik olayları, bir harekette devrimci güçlerin, kitlelerin taleplerini ifade etmek ve reformizmin egemenliğini yıkmak için ilkelerinde ısrar etmenin gerekli olduğunu kanıtlamıştır.
Öğrencilerin yanında emekçiler de ayağa kalktı. Polis Politeknik’i geri almak için bir çok denemede bulundu. Atina’nın örgütlü halkı onları yenilgiye uğrattı. İşgalin üçüncü gününde, tüm ülke için genel grev ilan edildi. Cuntanın elinde yapabileceği tek şey orduyu sokağa getirmek kalmıştı, onlar da bunu yaparak Atina’yı kana buladı. Halk silahsız ve kendini savunamaz durumda olduğu için sokaklardaki onlarca ölü ile isyan bastırıldı.
KASIM AYAKLANMASININ ÖĞRETTİKLERİ
Bu üç güne ait olayların ayrıntılı bir görünümünü vermeden, bazı temel sorunları ele almak zorundayız.
İlk olarak, ayaklanmanın dar bir öğrenci karakteri yoktu, işçi sınıfı aktif olarak onun içinde yer aldı. Daha ikinci günden itibaren, işgal edilen okulda işçiler ve öğrenciler bir araya geldi ve yüzbinlerce insan, radyo istasyonu aracılığıyla yapılan gösterilere ve grevlere katıldı. Polisin işgale başarısız son verme denemelerinden sonra, Atina halkı karşı koydu ve hatta polis karakollarına saldırdı. Cuntanın ordu kullanmak zorunda kalmasının nedeni budur.
Öğrencilerin birliği ve işçi hareketi ile birlikteliği olmadan, işgali başarmak ve onu büyük bir halk ayaklanmasına dönüştürmek mümkün olamazdı.
İkincisi, ayaklanma anti-emperyalist ve anti-faşist bir karaktere sahipti, sadece cuntayı yıkmak ve “Ekmek-Eğitim-Özgürlük!” sloganından ibaret değildi. Bunun yerine, sosyalizmin bağımsızlık ve “Güç Halka!” içerikli sloganlarını, kitlelerin o zaman anlayabileceği şekilde ifade ederek suçluyu ortaya çıkarmıştır. Gerçeklik, Politeknik’in kapısına asla silinemeyecek şekilde kan ile yazılmıştır: “ABD Dışarı, NATO Dışarı!” Bu nedenle Kasım taleplerinin hala karşılanmadığı konusunda ısrar ediyoruz. Onlar bu gün gençlik hareketine doğru yönde liderlik edip aydınlatmıştır.
Üçüncüsü, ayaklanmanın niteliği ve doğru yönü diktatörlüğü kitlelerle karşı karşıya bıraktı ve sonuçta siyasal olarak yalıtıldı. Ayaklanmanın en derin talepleri bugün karşılanamamış olsa da, ayaklanmanın doğrudan sonucu cuntanın liberalleşme ve seçimlere ilişkin planlarını çözmesiydi. Onları kılık ve form değiştirme girişimlerine son vermeye zorladı.
Başlangıçta, vahşi güvenlik ve işkence gibi baskı önlemleri geri döndü. Fakat uzun vadede diktatörlük politik savaşı kaybetti. 1974’te Kıbrıs’a ihanet ettikten sonra, kendilerini savunamadan bir gün içinde yıkıldılar.
Dördüncüsü, hareketin içindeki hakim politik ilişkiler, isyancı bir olayın sınırlarını tanımlar. Halk, sokakta örgütlenmiş olabilir ve isyan etme isteğine sahip olabilir; ancak bu, zafer için, emperyalistlerin ve onların yerel işbirlikçilerinin ülkeden kovulması ve sosyalist bir toplumun kurulması için yeterli değildi. Nihai amacına ulaşmak için, kitlesel bir komünist parti, her şeyden önce, ayaklanmanın lideri olarak ve halkın silahlı olarak hazırlanması için gerekliydi. Komünist öncü ve tam devrimci bilinç olmadan, kitleler iktidarın güç sarmalını kendiliğinden aşamadılar.
AYAKLANMANIN SONUÇLARI
Politeknik ayaklanması nihai hedefine ulaşamamış olmasına rağmen, sonuçları halklar ve devrimci hareketler için olumludur. Her şeyden önce, rejim 8 ay sonra çöktü ve böylece hareket tekrar demokratik haklar kazandı ve siyasal örgütlenmesini yeniden inşa edebildi. İkinci olarak, sistem, takip eden yıllarda, işçilerin yaşam standartlarını iyileştiren ve bugün hâlâ sahip olduğumuz bir takım sosyal hakları güvence altına alan bazı ekonomik ve politik taviz vermeye zorlandı. 1973 ayaklanması olmasaydı, bu haklar olmayacaktı. Aynı zamanda ABD’nin hakimiyetini halkın vicdanında mahkum etti ve hatta bugün ABD emperyalizmine nefret kitlesel olmaya devam ediyor. Öğrenciler ve halk hareketlerini yıllarca körükledi, gençlik mücadeleleri için bir referans noktası haline geldi ve yıllar boyunca kitlesel savaş karşıtı ve anti-emperyalist hareketin yanı sıra Filistin, Türkiye ve Kürdistan halklarıyla enternasyonalist dayanışma hareketlerinde belirleyici bir rol oynadı. Aynı derecede önemli olarak, soldaki ve özellikle devrimci soldaki insanların ülkemizde yeniden birleşmesiydi. Revizyonizmin doğasını ortaya çıkardı, Marksist-Leninist görüşlere politik alan açtı. Örgütümüz YKP (m-l) 1976 yılında Kasım’ın ışığında oluşturuldu.
Bu yüzden, burjuva hükümetler başlangıçta ayaklanma yıldönümlerinin kutlamalarını yasakladılar ve yasağın uygulanamayacağını gördüklerinde, bunu “ulusal demokrasi kutlaması” yaparak içini boşaltmaya çalıştılar. Gerçekten de, halkların hareketi takip eden yıl dönümlerinde üç şehidin daha yasını tuttular. Ancak, ne kadar Politeknik’i “burjuva demokrasisi” kutlamasına dönüştürmeye ve mesajını silmeye çalışsalar da, bunu yapamazlar.
45 yıl sonar bugün bile her yıl Kasım’ın 17’sinde, halk ve gençlik ABD elçiliğinin önünde gösteri yaparak, Politeknik’in yerine getirilmemiş ve güncellenen taleplerini hatırlatmaktadır. Ayaklanma hala canlıdır, çünkü bugünün neslinin sömürüye, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelelerine ilham veriyor. Halkın küçük ve büyük mücadelelerinin zaferini, hareketin yeniden inşasını, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesini beklemek, halkımızı ülkelerinde ustalaştırıyor.