H.Merkezi:Uzun yıllar devrimci mücadele yürüten ve geçtiğimiz ay yaşamını yitiren Partizan emektarı Eyüp Karabağ anısına kaleme alınan yazıyı olduğu gibi yayımlıyoruz.
“Eline aldığın ve okuduğun ilk broşür Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerindeki direnişini ve siyasi savunmasını anlatıyordu. Ömrünün son günlerinde yine Kaypakkaya yoldaşın Seçme yazılarını okuyup notlar alıyordun. Mücadeleyle bir kaç yıl daha erken tanışmamış, Kaypakkaya yoldaşı tanıyamamış olmana hayıflanıp duruyordun. Kaypakkaya yoldaşın seni kuşatan siyasi düşüncelerini, patron ağa devletine karşı bir daha yerine sokulmayacak şekilde bilenen kılıcı kavrayışını, ilk pratik ve teorik çalışmalarını heyecanla anlatıyordun. Milliyetçi düşünceden Kaypakkaya ardıllığına evrilen devrimci yaşamın inatçı ve emekçi kişiliğinle her gün daha fazla seni içine çekiyor, yoğruluyor ve şekilleniyordun.
Kısa sürede Partinin Esmer’i olmuş, İzmit’ten 1 Mayıs Mahallesine uzanan askeri ve politik faaliyetin emektarı olmaya, örgütlenmesinde rol üstlenmeye başlamıştın.
Şehit düşmelerinden kaynaklı adını öğrenebildiğin İsmail Hanoğlu yoldaşla, Efendi Diril yoldaşla, illegalite gereği kodlarıyla andığın onlarca yoldaşla devrimin gece gündüz serüvencisi olmayı sürdürmüştünüz. Yoldaşlığı, paylaşmayı, gülmeyi, sevinci ağız dolusu yaşadığını, duyabileceğin en küçük pişmanlığın daha fazlasını yapamamış olmaktan ibaret kaldığını anlatırdın. Parti saflarında sürdürdüğün mücedele ömrünün son günlerinde dahi yeniden yaşarcasına taze ve inanç yüklüydü. Tartıştığın her konu anılarının arasından anlatılan yaşanmışlıklar olmaktan çok bugünün sorunlarına, açmazlarına çare olmayı amaçlıyordu. Örgütlü mücadeleye atıldığın yıllarda başgösteren DHB hizbiyle bugünün GYDK hizbi arasındaki benzerlikleri, siyasi akrabalıklarını, örgütsel yöntemlerini karşılaştırıyor, değerlendirmeler yapıyordun. MZ hizbinin etkili olmaya çalıştığı alanlarda partinin siyasi ve örgütsel çizgisini nasıl hakim kılmaya çalıştığınızı ortaya koyuyordun. Kaypakkaya yoldaşın “Hizipçiler ve bölücüler kimdir” isimli makalesi bu nedenle elinden düşmüyordu. Son olarak okuduğun Hasan Aksu’nun kitabı ve MZ hizbine dair içerdiği bölüm hiziplere karşı mücadeleyi gündem yapmana öne almana neden oluyordu. HBDH meselesini partinin siyasi çizgisinde yaşanan bir sapma, giydirilmek istenen yeni bir gömlek olarak görüyordun. Bu nedenledir ki sende uslanmaz “doğmatikler” arasında yeralıyordun.
İnşaatlarda döşediğin demir üzerine yükselen binalar gibi uzun yürüyüşlerin ardından ulaştığın randevularda, pratik mücadelede kendini varetmeye, yeniyi inşaya girişmiştin. Bir proleter olarak sürdürdüğün yaşamın işçi direnişlerinde, grevlerde en önlerde mücadeleyi örgütlemeye, kitle eylemlerinde ajitatör olarak görev almaya sevketmişti. Gür sesinle, parti ve ordu marşını hastalığının tükettiği nefesine rağmen, üniversite anfilerinde, anmalarda haykırdığın coşkuyla usanmadan söyleyen yine sendin. Özlemin büyük, Kaypakkaya yoldaşın elinde kırmayla başlattığı mücadeleye, halk savaşına olan inancın tamdı.
İlerlemiş yaşına, koah hastalığın nedeniyle bağlı olduğun oksijen makinesine, sıkışıp kaldığın duvarlar arasına isyan ediyordun. Partiyle yeniden bağ kurmana, mücadelede yeniden varolma isteğine hastalığın engel olmuştu. Ancak sen bu gerçekliğine rağmen mücadeleye hizmet etmeye, özlemini hastalığına rağmen gerçekleştirmeye devam ettin. Deneyimlerini bugüne taşımaya, partinin sorunlarına kafa yormaya, çözüm bulmaya çalıştın.
Partinin Esmer’i olmayı sürdürdün!
Devrimci yaşamın amaçları karşısında zorlukların aşılabilir olduğunu, inanç ve iradeyle bütünleşmiş bir devrimcinin tüm güçlüklerin üstesinden gelebileceğini söylerdin. Pratik mücadelen bunun örnekleriyle doluydu. Tuzla’da işçileri vardiya çıkışında haraca bağlayan, kadın işçileri taciz eden faşist bir çetenin başını ölümle cezalandırma kararını nasıl uyguladığınızı anlatıyordun. İşçi sınıfı içerisindeki çalışmaların hesap sorucu askeri eylemlerle desteklenmeyi örgütlenmenin önünü açan rolle birlikte tartışıyordun.
Devrimci yaşamının içerisinden süzülüp gelen onlarca hikayen vardı. Örgütsel faaliyeteki disiplini, görevler karşısında küçükten büyüğüne seferber olmayı partinin şekillenişi olarak kendi deneyimlerinden aktarıyordun. Anlattıkların arasında yer alan plaka yazma eylemine ise oldukça gülmüş, öğreticiliği hakkında da epey tartışmıştık. Sana verilen görev İzmit yönünden İstanbul’a gelen araç plakalarının deftere kaydedilmesiydi. E-5 kenarında araç plakalarını en net şekilde görebileceğin hakim bir yere konumanmış plakaları belirlenen saat aralığında deftere olabildiğince geçirmiştin. Sana verilen görevi sorgulamamış, bir disiplin içerisinde söyleneni yapmaya çalışmıştın. Görev tamamlandığında yoldaşlara bu plaka bilgilerinin ne işe yarayacağını sorduğunda aldığın yanıt “oldukça işimize yarayacak” olmuştu. Esasen eğitim amaçlı verilen bu görevle Esmer aldığı sorumluluğu yerine getiren, görev bilincinden şüphe duyulmayacak bir sınavdan başarıyla geçmişti.
Yine senin yaşamında devrimci mizah oldukça engin bir yer kaplıyordu. Ülkücü faşistlerin kalesi olan Pendik’te Ülkü Ocağı bombalanmış, faşistler kudurmuş şekilde sağa sola saldırmaya başlamıştı. Bombalanan ülkü ocağına yakın bir yerde otururken senden şüphelenen ülkücüler yoklama çekmek için yanına yaklaşmıştı. “Komünistler ocağımızı bombalamış, gördün mü, duydun mu?” diye sorunca “ne ocağı kardeşim çay ocağımı” diye verdiğin yanıtla ülkücüler çılgına dönmüştü. Seni tanıyan kimi esnafların müdahalesiyle vartayı atlatabilmiştin.
Yine Efendi Dirille birlikte gözaltında olduğunuz bir vakit dönemin işkenceci şeflerinden biri mesleğini sormuş, “devrimciyim” diye yanıt vermiştin. Aynı anda da işkence başlamıştı. Tekrar mesleğini sorduğunda “demirciyim” diye yanıt vermiştin. Efendi Diril’in de içerisinde bulunduğu öğrenci gençliğin Kartal’da yaptığı afiş çalışmasına tesadüfen denk gelmiş, yardım etmeye başlamış ve sonucunda gözaltına alınmıştınız. Sonrasında ise yaşananlardan haberdar olan yoldaşların “bu yardım” pratiğini haklı olarak eleştirdiğini söylemiştin.
Anlattıkların arasında babanla ilgili yaşananlar ise Türk filmlerinde olacak türdendi. Uzun aralıklarla uğrayabildiğin ailenin yaşadığı gecekonduya komşu olan evde partininde ilişkide olduğu gençler yaşamaktaydı. Kayışdağın’da sana bağlı olarak faaliyet yürüten yoldaşlardan birininde uğradığı evlerden biriydi. Gençlerin gürültüsüne sinirlenen baban bir gün evi basmış ve gençlere ağzına gelenleri saydırmıştı. Olayın ardından eve uğrayan yoldaşa evi basanın işbirlikçi bir faşist olduğu bilgisi verilmişti. Yoldaşta gelişmeleri sana aktarmış, araştırmasını söylemiştin. Yoldaş her gün Kayışdağın’dan Küçükbakkalköy’e yürüyen babanın peşine takılmış birde ahbaplık kurmuştu. Günler süren sohbette samimiyeti ilerleten yoldaşı baban eve davet etmiş, yoldaş evin içine kadar girmeyi başarmıştı! Gözüne vitrinde asılı duran fotoğrafın ilişince apar topar evden çıkmış ve soluğu senin yanında almıştı. İzini sürdüğü işbirlikci faşistin evinde senin fotoğrafının asılı olduğunu rapor etmişti. İzini sürdüğünüz işbirlikçi faşistin baban olduğunu böylelikle anlamış netleştirmiştin. “Az daha babamı cezalandıracaktım” diye için için gülerek bu olayı keyifle anlatırdın!
Yoksullukla geçen çocukluğun, ayakkabı boyacılığıyla, tepside simit satarak seni erken sorumlulukların altına sokmuş, geçimin yükü çocuk yaşta omuzlarına binmişti. Milliyetçi düşünceler seni tam olarak kuşatıp köreltmeden partiyle tanışmıştın. Milleyetçiliğin katıldığın kimi protestolarla ve Pendik sahilinde “Türk kızlarına laf atan muhacir gençleri dövmekle” sınırlı kalmıştı. Seninle çıkarsızca ve dostça ilişkilenen parti militanlarının ilk randevularına tereddütsüzce gitmiş, ağaçların altında kurulan peynir, domates, ekmek sofrasına diz kırmış, paylaşmayı ve yoldaşlığı öğrenmiştin. Kaypakkaya yoldaşla ilgili verilen broşürü kaç defa okuduğunu sayamayacak şekilde ezber etmiş, başlayan komünist davanın yoldaşı olmuştun. Geriye dönüp bakmadan sürdürdüğün askeri politik faaliyetin seni gün gün ileriye taşımıştı. Öyle ki ailenin senden habersiz evlendirme planları “mecburi” nişanlılığa evrilmiş, çok geçmeden “boşanmıştın”. Senin için partinin saflarında mücadele etmek sıradan ve bağımlılıklarla yüklü bir hayatı sürdürmekten önde gelmişti. Yaşamın boyunca hiç evlenmemiş, dünyevi şeylerle vazgeçilmez düzeyde bir bağ kurmamıştın. O nedenledir ki “bir aile kuramasam da benim ailem her zaman parti olmuştur” derdin.
Seninle ilgili anlatacak, yazacak o kadar şey var ki, ancak söylenecek ve yazılacak hiçbir şey Esmer tadında olmayacak, yerini tutmayacak. Ölümün beklenmeyen değildi belki ancak ağır oldu. Seni Esmer teninden aldığın kodunla, Yılmaz Güney’e benzerliğinle, sert bakışlarınla ama herşeyden önce partiye bağlılığınla ve yoldaşca kucaklaşmanla hatırlayacağız. Sen partinin çocuğuydun, parti de senin ailen olarak kalacak.
Özlemle…
Bir Partizan okuru”