Ekonomik ve siyasi krizi derinden hisseden Türk hakim sınıfları ve onların hükümeti erken seçim yoluyla bir kez daha sistemi ve siyasi iktidarı tahkim etmenin telaşına düşmüştür. Faşizmle yönetilen ülkemizde düne göre daha açık bir biçimde seçimler ve parlamento anlamsızlaşmış, ‘demokrasicilik’ oyunu bir anlamda rafa kaldırılmıştır. İşçi sınıfının, emekçi ve ezilen kesimlerin ihtiyaç ve talepleri erken seçim değildir. 24 Haziran seçim oyunu, sadece ve sadece egemen sınıflar ve faşist siyasi iktidarın ihtiyaçlarına yanıt vermektedir ve ona göre düzenlenmiştir. Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçiminin halk kitlelerine kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Halk kitlelerinin ihtiyacı faşist ittifaklar ve seçim aldatmacaları ya da sandığa umut bağlayan muhalefet çizgisi değildir. İşçi sınıfı ve halkın gerçek ihtiyacı sınıfsal, ulusal, cinsel sömürü ve baskıya karşı devrimci iddia ve özgüvene dayalı politik iktidar savaşıdır.
Türk hakim sınıflarının ekonomik ve siyasi olarak yaşadığı kriz, kapitalist-emperyalist sistemin yoğunlaşan krizinden bağımsız değildir. Emek-sermaye çelişkisinin ulaştığı boyut tüm dünyada emperyalistler arası pazar kavgasını artırmakta, birçok bölgede savaş ve çatışmaları tetiklemektedir. Kapitalist-emperyalist ülkelerde dahi “sağ-muhafazakar” veya ırkçı partilerin iktidara taşınması, “güçlü lider” odaklı yönetim arayışları sistemin krizinin siyasi iktidar sahnesindeki yansımalarıdır. Türkiye gibi emperyalizme bağımlı faşist ülkelerde siyasi iktidar düzleminde yaşanan gelişmeler dünya çapında yayılan siyasi gericilik ve faşist dalgadan ayrı düşünülemez. Ülkemizde AKP ve R. T. Erdoğan’ın merkezinde bulunduğu, faşist sistemin yoğunlaştırılması ve gömlek değiştirmesinde anlam bulan gelişmeler dünyadaki eğilimin bir parçası olduğu kadar Türk hakim sınıflarının ve hakim kliğin çıkarlarına da hitap etmektedir. Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemi muhtevası taşıyan, yönetimi tek elde toplayarak merkezileştiren Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yeni sürecin ihtiyaçlarına göre faşizmin gömlek değişikliğinden başka bir şey değildir.
EGEMENLERİN POLİTİK KRİZİ VE BUNU DERİNLEŞTİRME SORUMLULUĞU
Bu süreç egemen sınıf klikleri arasındaki çelişkileri artırdığı gibi AKP ve R. T. Erdoğan’da siyasi ifadesini bulan hakim klik içindeki çelişkileri de depreştirmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi ve Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonlar kapsamında AKP’nin, hükümet, parlamento, belediyeler, yargı, ordu ve polis başta olmak üzere devlet organlarının, sermaye dünyasının ve daha birçok alanın yeniden dizayn edilmesi bu çelişkilerin en derin ifadesi olmuştur. Bugün AKP’nin etrafında kümelenen kesimlerde, darbe girişimi sonrası orduda kurulan ittifakta yeni çelişki ve çatlaklar baş göstermektedir. Egemen klik ve rakip klikler arası çelişkiler, her biri faşist temelde olmak üzere yeni ittifak ve arayışları ortaya çıkarmaktadır. Erken seçim bu çelişkiler etrafında da anlam kazanmakta, işçi sınıfı, emekçi ve ezilen kesimlere düşmanlıkta ortaklaşan bir iktidar kavgasının arenası olmaktadır. Komünistlere ve devrimcilere ise egemenlerin politik krizini derinleştirme görevi düşmektedir.
DEVRİMCİ-DEMOKRATİK GÜÇLERE KAPATILAN LEGAL SİYASET SAHNESİ
Süreç aynı zamanda düzen içi rakip güçlere operasyonlar ve tüm muhalif kesimlere dönük azgın saldırılar biçiminde ilerlemiştir. Devrimci ve komünistlere, Kürt Ulusal Hareketi’ne ve örgütlü kesimlere dönük saldırılar tasfiye ve imha temelinde ilerletilmiş, halkın örgütsüz bırakılmasına odaklanmıştır. Bu şartlar altında bırakalım parlamento ve seçimleri en basit demokratik hakkın dahi baskı, yasak ve dolaysız zorla engellendiği bir döneme girilmiştir. HDP’nin, Kürt legal siyasetinin, devrimci-demokratik güçlerin seçimlerle gelmiş vekilleri, belediye başkanları, binlerce yönetici ve üyesi tutuklanmış, belediyelere kayyumlar atanmış, legal-demokratik siyaset büyük oranda yasaklanmış, içi boşaltılmış ve tasfiyeye maruz bırakılmıştır.
İşçi sınıfına, halka, Kürt ulusuna ve onların örgütlü güçlerine dönük saldırılar sadece AKP hükümetiyle sınırlı değildir. CHP, MHP, İyi Parti gibi faşist düzen partilerinin ve TÜSİAD başta olmak üzere büyük sermayenin desteğiyle bu saldırılar gerçekleştirilmiş ve açıktan ilan edilmese de sistemin ve devletin bekası için faşizmin yeni gömleğinde mutabakat sağlanmıştır. İşçi sınıfına ve en son Efrin özgülünde olduğu gibi Kürt ulusunun demokratik mücadelesine saldırılar bu mutabakatın en dolaysız biçimleridir. Kadınlara, LGBTİ’lere, gençliğe, Aleviler’e, çevre mücadelelerine, haklı ve demokratik tüm mücadelelere saldırılar yoğunlaşmış, tüm halk faşist sistemin kuşatması altına alınmıştır.
DÜZEN PARTİLERİ HALKA KARŞI FAŞİST İTTİFAKLARIN PEŞİNDEDİR
Faşizm bu şartlar altında halka bir kez daha seçim dayatmaktadır. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimi birleştirilmiş ve seçim yöntemi devletin yeni yönetim biçimine hizmet edecek şekilde dizayn edilmiştir. AKP ve R. T. Erdoğan kendi “zaferini” sağlamak amacıyla Efrin’in işgaliyle birlikte şovenist dalgayı kışkırtmış, yeni seçim düzenlemeleri getirmiş, ittifaklar kurmuş ve seçimin tarihi de dahil olmak üzere tüm süreci buna göre örgütlemiştir. Sistem içi diğer güçler AKP ve Erdoğan’ın kışkırttığı şovenist dalgaya yedeklenmiş, anti-demokratik tüm baskı ve yasalara karşı ciddi bir ses çıkarmaksızın “seçim yarışına” dahil olmuşlardır. AKP dışında kalan düzen partilerinin ittifak arayışları egemen klik pazarlıklarından öteye geçmemiş; işçi sınıfı, Kürt halkı, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin dıştalandığı aynı faşist politikadan beslenmiştir. Bu anlamda seçimler özgülünde düzen içi güçlerin kurduğu ittifakların ve ortaya çıkacak sonucun halka özünde aynı faşist seçeneklerden başka bir şey sunmayacağı daha baştan ilan edilmiştir.
Ülkemiz özgülünde 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren yapılan her seçim ve referandum daha önceki örnekleri aşan bir biçimde hakim kliğin baskı, zor ve “hile”leri altında gerçekleşmiş ve artık kelimenin tam anlamıyla bir seçim oyununa dönüştürülmüştür. Komünistler, sınıf mücadelesinin özgün koşullarına, dost ve müttefik güçlerle yürüttüğü ortak mücadeleye bağlı olarak her bir seçimde taktik politikasını şartların gerektirdiği şekilde belirlemiş ama aynı zamanda bu tarz siyasi süreçleri demokratik halk devriminin propagandası temelinde işletmiştir. Bugün gelinen noktada birleştirilen parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, faşist sistemin yeniden dizaynının ve hakim kliğin siyasi çıkarlarının açık bir payandası haline gelmiştir.
SİYASİ VE EKONOMİK KRİZ KOŞULLARINDA ERKEN SEÇİM
Emperyalist rekabetin ve çatışmaların ortaya çıkardığı koşullarda, bölgesel gelişmelerin ve Kürt ulusal sorununun siyasi yönetim krizini derinleştiren sonuçları olmuştur. Yönetim krizi hakim klik içerisinde ve AKP tabanında çeşitli çelişkileri ortaya çıkarmıştır. Bunların yanısıra siyasi krize etki eden temel etkenlerden biri de ekonomide yaşanan gelişmelerdir. AKP içinde de çeşitli çatlak sesleri ortaya çıkaran ekonomideki durgunluk ve ciddi kriz emareleri AKP ve Erdoğan’ı erken seçime zorlayan önemli sebeplerden biridir. İşçi sınıfı ve emekçi halkın yoğun bir sömürü altında tutulduğu bugünkü koşullarda ekonomideki kötü emareler AKP hükümetine işçi sınıfı ve halkın çelişki ve taleplerini eskisi gibi yönetemeyeceğinin işaretini vermektedir. Dahası ekonomideki gelişmelerin klik içi ve klikler arası çelişkileri daha da artırması olasıdır. AKP ve Erdoğan, tüm bu ekonomik-siyasi çelişki ve risklerin de etkisiyle erken seçimi dayatarak iktidarını pekiştirmenin peşindedir.
AKP ve Erdoğan’da temsil olan hakim kliğin olduğu kadar Türk hakim sınıflarının çıkarlarıyla da örtüşen faşist sistemin yeni siyasi yönelimi; yasallaştıran seçim ve yönetim biçimiyle birlikte halkı seçeneksiz bırakmaya, başka bir deyimle de faşist ‘seçeneklerden’ birine mahkum bırakmaya dönüktür. Faşist kliklerden hangisi yönetime gelirse gelsin Türk hakim sınıflarının üzerinde ortaklaştığı ana çizgi bellidir. Bu aynı zamanda dünya ve ülkedeki gelişmelerin, artan sınıfsal, ulusal ve toplumsal çelişkilerin ‘zorunlu’ koştuğu; işçi sınıfı, ezilen uluslar ve tüm halka saldırıda ortaklaşan sınıfsal bir çizgidir. Bu şartlar altında sınıf mücadelesi dolaysız bir biçim almış; sistem içiliği ya da sistem dışı mücadeleyi daha doğrudan halkın ve politik güçlerin karşısına koymuştur. 24 Haziran erken seçimleri herhangi bir seçim olmanın ötesinde bir anlam kazanmıştır. Ancak işçi sınıfı, ezilen uluslar ve geniş halk yığınları seçeneksiz değildir. Faşizme karşı mücadelenin alternatifi seçimler değildir. Gücünü haklılık ve meşruluğundan alan halkın örgütlü mücadelesidir. Sistemin dayatmalarına karşı koyuşun adresi sandık değil devrimci direniş ve mücadele hattıdır.
KİTLELERDE HEYECAN YARATMAYAN, BIKTIRICI “HİLE” VE HIRSIZLIK SAHASI OLARAK SEÇİMLER
24 Haziran seçimleri halkı ve devrimci-demokratik politik güçleri daha ileriye taşımayacaktır. Tam tersine tüm koşullar hakim kliğin iktidar hesaplarına ve daha da önemlisi Türk hakim sınıflarının siyasi çıkarlarına göre düzenlenmiş, “oyun sahası” buna göre dizayn edilmiştir. OHAL koşulları, YSK, seçim barajları, mühürsüz oylar, polis ve asker müdahalesi, seçim bölgeleri ve daha birçok konuda daha öncekileri ‘aratacak’ bir biçimde faşist bir seçim uygulamasına gidildiği koşullarda halk kitlelerinin umudunu bir kez daha seçimlere endekslemek ancak egemen sınıfların çıkarına hizmet edecektir. Kürt halkının ve Kürt legal siyasetinin baskılandığı, yok sayıldığı şartlarda özellikle T. Kürdistanı’nda polis ve asker denetiminde yapılacak seçimlerin halkın iradesini yansıtması beklenemez. Seçim aldatmacasının faşist iktidara karşı mücadele eden politik güçleri ve geniş kitleleri içerisine hapsettiği kısır döngü ve boş umutlardan çıkılmak zorundadır. Umut sandıkta değil işçi sınıfı, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin biriken öfkesinde, egemen sınıf iktidarını yıkmaya odaklanan devrimci örgütlenme, direniş ve mücadele hattında aranmalıdır.
SINIF MÜCADELESİNİN ÇETİN KOŞULLARINA HAZIRLANALIM, SEÇİMLERİ BOYKOT EDELİM!
Dünyadaki ekonomik ve politik gelişmelerin her geçen gün savaş, çatışma, sınıf ve kitle hareketleri, ezilen ulus mücadeleleri ve toplumsal ayaklanmaların işaretini verdiği günümüz koşullarında ülkemizdeki politik gelişmelerin de bu temele oturtulması, devrimci mücadelenin bu gerçeğe göre şekillenmesi kaçınılmazdır. Ülkemizde sınıfsal ve faşist baskının seçimler sonrasında daha da yoğunlaşması güçlü bir olasılıktır. Komünist ve devrimcilerin mücadele programı daha keskin koşullara dönük olmak zorundadır. Egemen sınıflar ve onların hükümeti, komünist, devrimci güçlere, Kürt Ulusal Hareketi’ne ve örgütlü tüm kesimlere dönük tasfiye saldırısıyla söz konusu koşullara hazırlık içerisindedir. Halkı örgütsüz bırakmaya ve sistem dışı seçenekleri geniş kitlelerin zihninden ideolojik-politik ve örgütsel etkileriyle yok etmeye dönük bu saldırının bir ayağını bugün seçimler yoluyla da sistemin ve faşist politik iktidarın kanıksatılması oluşturmaktadır. Halk kitlelerini sınıf mücadelesinin kaçınılmaz kıldığı devrimci mücadelelerden alıkoyan, halkın tepkisini sistem içi kulvarlarda eriten sandık aldatmacasına karşı durmak bugün politik olduğu kadar ideolojik de bir görevdir. Komünistler sınıf mücadelesinin bugün ve gelecekteki koşullarına göre konumlanacak, faşist dayatmaları ve sistem içi aldatmacayı reddederek 24 Haziran seçimlerinde halkı sandığa değil boykota çağıracaktır.
Tüm demokratik, ilerici, devrimci ve anti-faşist güçler açısından doğru politika sistemi ve gayrı meşru seçimleri tanımadığını ilan eden, propaganda ve çalışmalarıyla halkı boykot etrafında örgütleyen bir tutum benimsenmesidir. Faşizmin seçimlerle ortadan kalkmayacağını halk kitlelerine kavratmak ve onları gerçek sorunları etrafında devrimci mücadelelere taşımak bugün tarihsel ve zorunlu bir görevdir. Bu göreve odaklanmayan, kitlelerde sistem dışı alternatifi bugünden başlayarak inşa etmeyen, halkın sisteme tepkisini devrimci zaferler kazanma hedefine yöneltmeyen her tutum kaçınılmaz olarak halk potansiyelini yanlış yönlere kanalize edecektir. Yine AKP-MHP ittifakı ve Erdoğan’a karşıtlıkta somutlaşan öfkeyi sandıkta çıkacak ‘zafer’ hayalleriyle oyalayan her yaklaşım faşist diktatörlüğe bu süreçte nefes aldıracak, halka daha güçlü saldırmasının zeminini sağlayacaktır.
24 Haziran halka ve halkın örgütlü kesimlerine dönük daha büyük bir saldırı dalgasının ilk hazırlığıdır. Sömürü ve baskı düzenine karşı öfkemizi onu ve seçimlerini tanımayarak gösterelim. Sistemin belirlediği oyun kuralları ve güç dengeleri içinde sandıktan çıkacak sonuçlara, yasal ve anayasal kırıntılara değil sistem dışı devrimci mücadeleye ve sınıf savaşının zaferine odaklanalım. Faşizme karşı mücadeleyi işçi sınıfı, ezilen uluslar, baskı ve sömürü altındaki tüm kesimlerin gerçek kurtuluşu olan demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesine taşıyalım. Yönümüzü sistemin seçim aldatmacasına değil sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için devrimci kitle mücadelelerine ve halk savaşına dönelim. Faşizme karşı halkın ve devrimin çıkarları için seçimleri boykot edelim!
Kurtuluş Sandıkta Değil Devrimci Mücadelededir!
Seçimleri Boykot Et, Devrimi Örgütle!
Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez!
Kahrolsun Faşist Diktatörlük!
Yaşasın Demokratik Halk Devrimi Mücadelemiz!
PARTİZAN”