Siyonizm, kökenleri çok eskilere dayanan dinsel olgulardan beslenir. Ama asla bir başına dinle açıklanamayacak kadar kapitalizme ait ideolojik-politik bir harekettir. Adını ve “amacını”, tanrının seçilmiş bir halk olan Yahudilere yurt olarak vaat ettiği topraklar olarak görülen, ilk Yahudi tapınağı olan Süleyman Tapınağı’nın bulunduğu varsayılan Sion Dağı’na geri dönme düşünden almıştır. Sınırlarının yurt olarak belirlediği Filistin’den, Nil ve Fırat’ı da içine alan toprakların tümünü kapsayacak şekilde genişleten, büyük İsrail devletini kurmayı hedefleyen ve bu uğurda her türlü terör ve katliamı meşru gören faşist bir ideoloji olan Siyonizm, bugün bölge halkının barışı önündeki en büyük engellerden biridir. Nitekim 1948’de kuruluşundan bu yana Filistin topraklarının büyük bölümünü işgal altında tutan ve bu işgali giderek derinleştiren bir yerde durması da siyonizmin pratik ifadesidir.
Tarih boyunca birçok defa katliam ve soykırıma uğrayan Yahudiler ve Siyonist hareket için 1881 yılı önemli bir yerde durur. 1881 yılında Rus Çarı Aleksandr’ın bir suikastle öldürülmesi ve bu ölümün sorumlusu olarak bir Yahudinin görülmesi Çarlık Rusyası’ nda Yahudilere dönük büyük bir şiddet dalgasını da beraberinde getirdi. Sürgün, katliam ve talan bu şiddet dalgasının başka bir adı oldu. 1882 yılına gelindiğinde ise siyonizmin ilk politik girişimi olan “siyon sevgisi” adlı bir hareket ortaya çıktı. Siyonizmin siyasal bir strateji olarak ortaya çıkması ise Theodar Herzl’le ve onun öncülüğünde 1897’de Basel’de toplanan 1.Dünya Siyonist Kongresi’nde kurulan “Dünya Siyonist Örgütü” ile gerçekleşti. Kasım 1917’de yayınlanan Belfour Bildirisi ise İngiliz emperyalizminin siyonizme açık desteği ve siyonizmin önünü açan bir belge olarak tarihe geçti.
Filistin’e Yahudi göçü her geçen gün giderek artsa da 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda nüfusun %83’ünü hala Araplar oluşturuyordu. Ancak bu tarihlerde emperyalist devletler politik olarak siyonizmi destekleme tavrında netleşmişti. Bu netleşme elbette dünya ve bölgedeki konjonktürel durumdan bağımsız değildi. Sovyetler Birliği’nin emperyalizm için yarattığı “tehlike” bunlardan birisiydi. Siyonistler yine de 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasına kadar Filistin’de istediği başarıyı elde edemedi. 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi bölgede ortaya çıkan konjonktürden faydalanmasını bildiler. Nazilerin yahudilere yaptığı soykırımdan kaçanların büyük göç dalgaları yaratarak Filistin’e göçü artık Filistin’de İngiliz “çözümünü” ortadan kaldırmış, savaş sonrası ise bölge hegemonyası İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin ABD emperyalizmine geçişi Filistin sorununda da yeni bir aşamayı getirdi. 1922’de Filistin’de 84 bin olan yahudi nüfusu 1948’de 650 bine ulaşmıştı.
Hagarag, Dalmach, Ingun gibi Siyonist çetelerin yaptığı katliam ve işgallerle yaklaşık 700 bin Filistinli daha bu yıllarda komşu ülkelerde mülteci durumuna düşürülmüştü bile.
1948’e gelindiğinde hepimizin bildiği gibi Birleşmiş Milletler (BM) kararıyla Filistin toprakları ikiye bölünerek ABD’nin bölge jandarması olan İsrail devleti kuruldu. Bu süreç dört büyük Arap-İsrail savaşının ve direniş hareketlerinin görkemle mücadeleler yürüttüğü, ihanetler gördüğü bir süreçle günümüze kadar gelindi Bu süreçte Filistin halkının bütün yetersizlik ve eksikliklerine rağmen devrimci ve komünistler dışında gerçek dostları olmadı. Bugün kalan son parçalarını da işgal ederek, bütün Filistin’i ele geçirerek büyük İsrail devleti hayalini gerçekleştirme yönünde önemli bir aşamayı tamamlamayı hedefleyen Siyonist İsrail yönetiminin, üç büyük dinin(Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) kutsal mekanlarını barındıran Kudüs’ün kontrolünü tamamen ele geçirmek ve kurulacak Yahudi devletinin başkenti ilan etmek için Mescid-i Aksa üzerinden yaptığı hamlelere karşı, Arap ülkeleri ve TC devletinin göstermiş olduğu sözde tepkiler altına gizledikleri tarihsel ikiyüzlülüğü ve ihaneti görüp teşhir etmek için Filistin halkının emperyalizm ve siyonizme karşı verdiği direniş tarihinde bul ülkelerin aldığı tutumlara bakmak bile yeterlidir. Daha Filistin’in bölünmesinin gündeme geldiği yıllarda bu Arap devletleri kalan Filistin topraklarını aralarında nasıl paylaşacaklarının kavgasını vermeye başlamışlardır. Milyonlarca Filistinlinin mülteci konumuna düşürülüp, insanlık dışı koşullarda bir yaşama mahkûm edilmesi binlerce Filistinlinin kendi ülke sınırları içindeki mülteci kamplarında bomba ve mermilerle katledilip boğazlanmasına göz yuman hatta bunun için emperyalist güçler ve Siyonistlerle işbirliği yapan bu dost görünümlü Arap devletleri Filistin halkının kanı içinde boğazlarına kadar batmış durumdalardır. TC’nin Filistin Ulusal Kurtuluş mücadelesine yaklaşımına da değinmeden geçmemek gerek.
TC’nin Filistin Ulusal Kurtuluş mücadelesine yaklaşımı
TC bölgede İsrail ile birlikte emperyalizmin uşaklığını(jandarmalığını) yapan ülkeler içindeki temel taşlardan birisidir. İsral’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan TC yine 1950’de İsrail ile yaptığı ticaret anlaşmasıyla İsrail’in bölgedeki tercini kırma noktasında bir Siyonist dostu olarak kritik bir duruş sergilemiştir. 1990’lardan sonra iyice güçlenen bu ilişki bugün “one minute” gibi popülist göstermelik çıkışlarla renklense de, esası bölge halklarına dönük düşmanlıkta tam bir çıkar birliğidir. Nihayetinde “mavi Marmara” süreci bunun en yakın örneklerinden biridir. Dolayısıyla Filistin halkıyla barış, kardeşlik, özgürlük adına ne kadar tumturaklı laf üretip söyleseler de emperyalizm ve onun yerli uşaklarının Filistin halkına tek hediyesi olabilir o da söylemlerin aksine, dün olduğu gibi bugünde kan, gözyaşı, zulüm ve ölümdür. Bugün Filistin halkının da kurtuluşu, bütün dünya halklarının olduğu gibi emperyalizme, siyonizme ve bölge gericiliğine karşı örgütlü ve güçlü bir mücadeleden geçmektedir.