HDP; OHAL, savaş ve işgal koşullarının yoğunlaştırılmış baskısı altında 3. Büyük Olağan Kongresini gerçekleştirdi. 7 Haziran seçimleri sonrası başlayan ve 15 Temmuz “darbe” girişimini kullanarak OHAL’li döneme geçen sistem, kıyıcı faşizmin en vahşi halini her alanda uygulamaktadır. Devrimci-yurtsever-komünist güçler ve radikal güçlerin ötesinde, aydın, gazeteci, sendikacı, kısacası tüm sistem karşıtları ve muhalifleri, karşı-devrimci saldırganlık ile ezmekte, sindirmeye yönelmekte.
Bugün saldırganlıkta sınır tanımayan egemenler, Kürt Ulusal Özgürlük hareketinin Rojava’daki kazanımları ve statü elde etme mücadelesine tüm zor aygıtları ve siyasi-ideolojik argümanlarıyla saldırmakta, ağır hava- kara bombardımanlarıyla Efrin’i kuşatmaya alarak katliamlar gerçekleştirmekte, uluslararası emperyal güçlerin göz yummasıyla işgal etmeye çalışmaktadır. Bu noktada, tüm faşist sistem partileri tam bir hemfikirlik içerisinde, ırkçı-faşist bir saldırganlıkta ortaklaşmışlardır. Liberal burjuva çıkışlara, hatta kendi içlerindeki çatlaklara dahi tahammül etmeyecek durumdadırlar.
İşte, demokratik-yasal siyasal platformda mücadele eden, legal toplumsal mücadele dinamiklerinden biri olan HDP, tam da bu koşullarda kongresini örgütlemiştir.
Eş Başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, 5000 civarında çalışanı-kadrosu tutuklanmış, esir alınmıştır. Bu saldırı furyası, hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Faşist diktatörlük kongre öncesinde de onlarca kongre delegesini gözaltına almış, kongreye katılımı engellemek için elinden geleni ardına koymamıştır. Saldırıların en kapsamlısı T.Kürdistanı’nda hayat bulmaktadır. Adeta büyük bir askeri ve siyasi ablukayla Kürtlere hayat çekilmez kılınmaya çalışılmakta, teslimiyet dayatılmaktadır.
HDP’NİN 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ SONRASI GİRDİĞİ POLİTİK KRİZ
HDP, egemenlerin “çözüm süreci” masasını devirmesiyle devreye koyduğu savaş/saldırı konseptine bütünsel olarak hazırlıksız yakalanmış ve buna karşı esaslı bir direniş çizgisi geliştirememiştir. Özellikle “öz savunma” direnişinin yarattığı topyekûn silahlanma ve karşı koyma çizgisi legal ve parlamento ayağında bu sürece uyum sağlayamayan yetersizlikleri ortaya çıkarmıştır. Bir yandan halkın, öz savunmanın örgütlendiği yerlerde en üst düzeyde bir mücadele biçimi (yığınların silahlanması) ile ortaya koyduğu direniş, diğer taraftan bunun çok çok gerisinde kalan 7 Haziran öncesi iklimi korumaya çalışan legal ve parlamento ayağında izlenen siyaset. Faşizmin, tankı topu ve hatta savaş uçaklarıyla şehirleri yerle bir ettiği koşullarda parlamenter ayak buna uygun şekillenmediği takdirde işlevini ve rolünü kaçınılmaz olarak kaybeder. HDP bu direniş sürecinde adeta tam anlamıyla işlevsiz kalmıştır. Politikası ve pratik tutumu bu direnişe ayak uydurmaktan uzak olmuştur. Konumlanışı 7 Haziran öncesindeki “barışçıl” iklimin yarattığı politika olmuştur. Saldırıları teşhir etmek, barış söylemini, diyalog ve uzlaşmayı dillendirmenin ötesine geçememiştir.
Savaşın dilinin ve kurallarının en keskinleştiği koşullarda HDP, görece “barışçıl” koşulların olduğu zemini ve refleksleri aşamayan, üst düzeyde bir silahlı direnişin afallatıcı ve adeta şaşkınlık yaratan etkisinde rolünü tanımlayamayan bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bu durum süreçte hem zihinsel hem de pratik-politik anlamda hazırlıksızlık olarak serencam etmiştir. Oluşan bu koşullar HDP açısından tam anlamıyla bir politik kriz olmuştur.
Ki devamında legal siyasetin ablukaya alınması ve tam bir yasakçılığa tabi kalması ile bu politik kriz HDP için daha fazla derinleşmiştir. Tüm belediyelere kayyum atanmış, onlarcası tutuklanmış ve bununla yetinilmemiş Eş Başkanlar ve milletvekilleri aynı akıbete uğramıştır. Tıpkı öz savunma sürecinde olduğu gibi bu saldırılar karşısında da HDP olabildiğince pasif kalmış ve saldırının boyutuna denk düşecek bir direniş politikası örgütleyememiştir.
Legal alanda yaşanan bu abluka ve baskı politikasına karşı bunu yaracak siyasi yönelim hala belirlenebilmiş değildir. Ki kongreye giden süreçte yaşanan tartışmalarda bu krizin devam ettiğini göstermektedir.
EŞ BAŞKANLIK TARTIŞMALARI
HDP kongresi faşist diktatörlüğün OHAL ile yarattığı topyekûn saldırı koşullarının yanında, bir de Efrin’e yönelik askeri saldırı ve işgal gibi önemli bir saldırganlığın gölgesinde kongresini gerçekleştirmiştir. Ağır baskı altında gerçekleşen bu kongrenin kuşkusuz politik tartışmaları oldukça önemlidir. Demokratik cephenin en dinamik ve etkili öznesi konumundaki HDP’nin kongresi maalesef bu saldırıları nasıl karşılayacağına dair bir politize iklim yaratmayı dahi becerememiştir. Kongrenin saldırılara karşı konumlanış ve mücadele gibi oldukça önemli sorunlar dururken “Eş Başkanların kim olacağı” tartışmasına odaklamıştır. Bu tablo hala HDP’nin ana halkayı yakalamada ve ona dair bir politik yönelim belirlemede bir politik kriz yaşadığını göstermesi açısından önemlidir. “Eş Başkanlık” tartışması saldırının boyutu ve kapsamı açısından bakılırsa adeta “meleklerin cinsiyeti” tartışmasına denk düşmektedir. HDP kongresi bu anlamda demokratik cephede ve onun etrafında kenetlenmiş halk kitlelerinde “umutvar” bir beklenti doğal olarak yaratamamıştır. Zira geniş kitleler var olan tabloda “demokrasi”, “barış”, “uzlaşma” gibi söylemlerin politik yaşamda bir karşılığı olmadığını yaşayarak görmektedir.
Özellikle “Eş Başkanlık” tartışmasının ön plana çıkması politik belirsizliğin sadece bir sonucu olarak görülmelidir. Savaşın ve saldırının sertliği, meclisin adeta askıya alındığı koşullarda kuşkusuz kendini parlamenter ölçütlerle sınırlama hali daha fazla göze batmaktadır. Bu bağlamda parlamento 7 Haziran seçimleri öncesi kazandığı işlevi bu koşullarda artık tümüyle kaybetmiş bir noktadadır. Parlamentoda örülecek bir mücadelenin politik karşılığının hiçbir şekilde olmadığı bir koşul söz konusudur. HDP’nin ise bu durumu görebildiğini söylemek mümkün değildir.
HDP kongresi tüm olumsuz koşullara rağmen gerçekleştiğini ifade etmiştik, kuşkusuz şovenizmin ağır baskısı, devletin topyekûn saldırı konumlanışında bir anlam ifade etmektedir. Özellikle binlerce insanın kongre salonunu doldurmuş olması dahi başlı başına önemlidir. Fakat kongre tartışmalarının ve sürece denk gelecek politikanın ne olması gerektiği yine Kongrede masaya yatırılmamıştır. Yeni Eş Başkanlar Pervin Buldan ve Sezai Temelli direnme çizgisinde sebat etmenin dışında süreci nasıl karşılayacağına dair bir program sunmayı bir kenara bırakalım “yeni koşullara” HDP’nin nasıl müdahale edeceğini dahi ifade edememiştir. HDP parlamentonun işlevsizleştiği koşullarda bu mevzide durmanın zorunluluğuna dair ikna edici argümanlar sunma bir yana bu duruma bir izah dahi getirme ihtiyacı görmemektedir. Faşist sistem partisi CHP muhaliflerinden, Selin Sayek Böke-İlhan Cihaner’in dahi parlamentonun işlevsizliği, faşist saldırılara karşı isyan ederek, meclis ve çalışmalarının boykot edilmesini savunduğu bir ortamda, saldırılara karşı bu sertlikte bir yanıt verme eğiliminin olduğunu göstermektedir. HDP bu beklenti ve eğilime bir cevap dahi verme zahmetine katlanmamaktadır.
KENDİLİĞİNDENLİK VE “BARIŞÇIL” KOŞULLARA KODLANMIŞ POLİTİKA TARZI!
Ancak burada sorun parlamentonun kullanılıp kullanılmaması değildir. Sorun politik yönelim meselesidir. Bu koşullarda kongre tartışmasını HDP’nin “Eş Başkanlığına” ve Selahattin Demirtaş’ın aday gösterilip gösterilmeyeceğine hapsetmesi, sorunun özüne ve esasına dair bir tartışmaya yönlendirici bir konumlanış alamamış olması onun sürece dair politikasından rahatsız olmadığına ya da “çaresizliğine” bağlanabilir. İçinde bulunduğumuz koşullar hiç kuşkusuz legal siyaset alanı için zorludur. Ancak HDP’nin zorluğu, içinden geçilen koşullar değildir. Çünkü bu ateş çemberi ve baskı politikası içinde pişerek gelmiş, yetkinleşmiş bir deneyim/birikime sahiptir HDP ve geldiği gelenek. HDP’yi kuşatan koşullar onun sorunlar karşısında üstlendiği rolün tanımıyla ilgilidir. HDP, Kürt meselesinde uzlaşmaya ve barışa dayalı tüm koşulların ortadan kalkmaması üzerine bir konumlanış belirlemiştir kendisine. Bu konumlanış aynı zamanda sistemiçi ve anayasal bir çözüm umudunun hala bu çizgi sahiplerinde oldukça diri olduğuna işaret etmektedir.
HDP’yi birçok açıdan ürkek ve pasifist kılan silahların olabildiğince sesinin fazla çıkmasıyla legal alanın sesinin kısılması koşulları değildir. Onu ürkek kılan atacağı adımlarla, öreceği sert mücadele hattıyla devletle kopuşun gerçekleşmesi ve önceki süreçte yakalanan uzlaşma zemininin olabildiğince belirsiz bir tarihe ertelenme ihtimalidir. İşte HDP’yi liberalize eden, reformizmin serin sularına daha da mahkum kılan bu yaklaşımıdır. Maalesef HDP bu konumlanışıyla saldırılara karşı etkin bir direniş örgütü değil, savaş ikliminin yaratacağı çelişkide gerilen ve belirsizliğe evrilecek zemini sistemle kurulacak bir kontak ve uzlaşmada rol üstlenme şeklinde belirlemiştir. Bu araçların kategorileştirilmesi ve statikleştirilmesidir. HDP’nin kitleleri sokağa dahi çağırmaktan imtina etmesi, faşist diktatörlüğün Kobanê Serhildanı sürecinde HDP üzerinde yarattığı psikolojik savaşın doğrudan etkisinden kaynaklıdır. Efrin saldırısında kitleleri örgütlemek ve seferber etmek bir yana direnmeye dahi çağrı yapmaması onun Kobanê Serhildanı’ndan liberal bir yaklaşımla çıkardığı derstir. Kuşkusuz sorunu direnişin meşruluğuna dair kaygının ötesindedir. Asıl kaygısı sandıkta etkilediği ve kazandığı kitleyi kaybetme korkusudur. HDP direnişçi çizginin belli bir kitlede tedirginlik yarattığını düşünmektedir. Bu durum onun direnme siyasetini lekeleyen bir anlayışa götürmektedir. Bu durum HDP’nin kendisini bir direniş örgütü olarak değil basit bir diploması aygıtı ya da sandıkta alacağı oylarla rolünü daha etkin yerine getireceği bir aygıt olarak konumlanmasına el vermektedir.
7 HAZİRAN RUHU MU ? KOBANE SERHİLDANI RUHU MU?
Bu yaklaşım ve tutum esasta demokratik bir mevzi olan örgütlenme ve siyasi organizasyon için politik intihar koşullarının oluşmasına el vermek anlamına gelir. Türkiyelileşme projesi ve paradigmasında kendine biçilen rol, onu kaybetmeme kaygısı adeta direnişe dayalı bir geleneğin ağır savaş koşullarında teste tabi tutularak genetiğinin değiştirilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. HDP bu çizgiyle barış koşullarının bir siyasi oluşumu olmanın ötesine geçemeyecektir. Bu çizgi özellikle faşizmin Kürt meselesine bakış açısındaki tarihsel kodlarıyla ve bölgesel ölçekte yaşanan savaş iklimiyle düşünüldüğünde “barışçıl” koşulların kolay olmayacağı gerçekliği içinde kendi sonunu hazırlayan bir çizgidir.
HDP’nin politik tutumu ve konumlanışına bakarak Türk devleti ile Kürt hareketi arasında uzlaşma arayışının devam ettiği sonucu çıkarılabilir. Ancak bu koşullar oluşsa dahi bir sonraki aşama bugünkünden daha sert bir çatışma ve mücadeleyi getirecektir. Bunu net söylememizin tarihsel nedenleri, ezen ve ezilen uluslar arasındaki çelişkinin uzlaşmaz karakteri, Türk egemenlerinin Kürt ulusu üzerindeki belirleyici ve egemen olma koşullarında vazgeçmeyeceği, bölgesel gelişmelerin aldığı biçim ve Türk egemen sınıflarının daha büyük politik ve ekonomik krizler içerisine girmesi ve ona uygun olarak konumlanmada ısrar etme zeminidir. Faşist diktatörlük kuruluş felsefesinden yani faşist karakterinden vazgeçemez. Kürt meselesine vereceği biçim ise bu faşist sistemin yeniden yapılandırılmasına dayanacaktır. Bu yaklaşımı da onun “gerçek çözümden” sürekli kaçmasını ve aradığı ve yakalanacak uzlaşmanın Kürt meselesine dayalı ulusal sorunun varlığını devam ettirmesini getirecektir.
Bu koşullarda HDP’nin parlamentarist, düzen içi, uzlaşma ve barışçıl çözüme vakfeden politik çizgisi sadece bir hayaldir. Saldırganlığın ve savaşın arttığı koşullarda “barışçıl” koşullardaki çizgisinde ısrar etmesi ve onu kıskançlıkla koruma yönelimi onun işlevini kaybetmesine götürecektir. Koşulların yarattığı ihtiyaca göre şekillenmeyen bir parti-örgüt elindeki güç ve olanakları kaybetmeye, misyonunu oynamaktan uzaklaşmaya mahkum kalacaktır.
HDP kongresi bu açıdan umut yaratmak, süreci karşılama iradesi gösterecek politik yönelim belirlemek bir yana kendi belirsizliğini büyütmeye vesile olmuştur.
HDP’nin var olan siyasi çizgisi ve izlediği rota deneyimlediği “çözüm sürecinden” ,” uzlaşma” arayışından ve “barışçıl” çizgiden doğru sonuçlar çıkarmaya yetenekli olmadığını göstermektedir. Faşist diktatörlüğün “barış” ve “uzlaşma” politikasına döneceğine dair bekleyiş halidir bu. Oysa faşizm “çözüm süreci” denen politikayı toplumsal değişimin ve istemlerin dayattığı bunaltıcı baskıyı hafifletmek ve sisteminin temelini koruyarak özellikle Kürt meselesine bir biçim vermek şeklinde ele almıştır. Bu ele alışta Egemenliğini yeni biçimle tesis etme ve faşist karakterini buna uygun şekillendirme ereğine dayanmaktadır. Bu yaklaşık 10 yıllık somut gelişmelerde ortaya çıkmıştır. Bu ise oyalama ve kandırma siyaseti şeklinde vuku bulmuştur. HDP’nin bu gerçeği görmek istememesi, sistemin ehlileştirilmiş bir HDP ve Kürt hareketi arayışı tüm sürece damgasını vurmuştur. Bunu bulamadığı noktada zor aygıtını en etkili ve sert şekilde devreye sokmaktan da çekinmemiştir. HDP topyekûn bileşenleri ile birlikte hala reformlarla bir ilerleme kaydedileceği, anayasalcı çözümle sorunun hallolacağı, legal siyaset olanaklarının genişletilmesiyle sürecin karşılanacağı gibi bir hayalin peşindedir. Bu özlemleri, beklentileri kuşkusuz bir sınıfsal reflekstir. Küçük burjuva sınıfın reformizmle şekillenmiş siyasal çizgisine tekabül etmektedir. Saldırılar karşısında aldığı zayıf konumlanış demokratik cephedeki kazanımları koruma ve geliştirmeye tekabül etmemektedir. Bunu dahi korumaya odaklanmayan bir direniş çizgisini oluşturamamak, legalizmin ve reformizmin çürütücü beklemeciliğinden nasiplenmeyi getirecektir.
Sonuç olarak; HDP kongresi faşizmin gem-i azıya aldığı, ağır baskı koşulları içinde boğuşan ve Kürt ulusuna yönelik içerde ve Rojava’da savaşın hakim olduğu koşullarda gerçekleşmiş, ancak bu sorunlara karşı ne yapılacağının belirgin bir hat olarak kurulamadığının gözlemlendiği sonuçlarla tamamlanmıştır. Toplumun barışa ve uzlaşmaya ne kadar ihtiyacının olduğu, 7 Haziran ruhunun yaratılmasının görev olarak benimsendiği bir kongre gerçekleşmiştir. 7 Haziran ruhu vurgusu HDP’nin gelişmeleri ve faşizmin bu ruhun oluşmasına sunduğu olanakları hangi amaçla yaptığını anlamaktan uzak olduğunu göstermektedir. Zor ve sancılı dönemlerde gösterilecek duruş ve alınacak konumlanış demokratik alanda ve legal cephede kazanımların test edilesini sağlayacaktır. HDP 7 Haziran’a evrilen süreçte elde edilen kazanımlarını koruyamadığı gibi, o sürecin yarattığı aşırı iyimserlik ve legalizmin-reformizmin yarattığı rüzgarın oluşturduğu gerici zeminin bugün ki aldığı konumlanışın kaynaklarından biri olduğunu görmekten uzaktır. Yeniden 7 Haziran ruhu vurgusu içinden geçilen koşullara hazır olmayı başaramayan, bunu karşılamaktan uzak duruşu sorgulamayan yaklaşımın tipik tezahürüdür. HDP 7 Haziran ruhunu ararken Kobanê Serhildanı ruhundan korkan ve ondan endişe duyan bir çizgiye bu saldırı sürecinde daha fazla yaklaşmıştır. Bu açıdan HDP ezilen halk yığınlarının beklentilerine tekabül eden, onun yaşadığı koşullara uyum gösteren ve onların gerçek çıkarları ve beklentileri yerine kendi reformist-legalist bakış açısını dayatan ve onun gerçekleşmesi için koşulların olgunlaşmasını bekleyen bir kendiliğindenliğin koynuna sığınmıştır. Bu durum özellikle adeta bir yay gibi gerilmiş çelişkileri karşılayamayacak, bunun yarattığı sınıf mücadelesi zemininin olanaklarını göremeyecek kadar onu miyoplaştırmaktadır.