Bu yazı Partizan Dergisi’nin 94. sayısından alınmıştır.
“Bir kez komünist oldunuz mu sonsuza kadar öylesiniz demek değildir ve hiçbir geçmiş liyakat bir aksamayı veya mevcut dalgınlığı ortadan kaldırmaz; çünkü bir komünist olma mücadelesi ölene kadar vermemiz gereken sürekli bir mücadeledir.”
(Otto VARGAS)*
*Otto Vargas, Arjantin Devrimci Komünist Partisi’nde 51 yıl süreyle Genel Sekreterlik yapmış komünist bir lider. PCR 1918’de kuruldu. 1956’dan sonra Sovyet revizyonizmine bağlı kaldı. Otto Vargas 1968’de Arjantin Devrimci Komünist Partisi’ni kurdu. Parti 3. Kongresinde Maoizmi benimsedi. Otto Vargas 14 Şubat 2019’da öldü.
1. Bölüm
Ferhat Ali’nin 2018 yılının kasım ayında yayımlanan “iki çizgi mücadelesi” adlı kitabı, teorinin komünist hareketteki yerinin ve Mao Zedung’un bilime kazandırdıklarının anlaşılmasındaki büyük önemi nedeniyle dikkate değerdir. Bu çok önemli teori hakkında incelemeler ve tartışmalar yapmak özellikle komünist çizgiyi kavramak bakımından gereklidir. Çalışmasıyla bize böyle bir fırsat verdiği için F. Ali’ye teşekkür ediyoruz.
Ayrıca kitap devrim mücadelesinde ihtiyaç duyulan deneyimleri, büyük ustalardan seçilmiş güçlü perspektifleri ve amansız ideolojik mücadele örneklerini barındırdığı için de eksiklikleri, yanlışları ortaya konduğu durumda yardımcı olacak türdendir.
Tartışmadan önce şu bilgiyi paylaşalım: Teori Mao’ya ait olmakla birlikte elimizde onun tarafından yazılmış bir makale bulunmamaktadır. Buna karşın onun felsefe alanındaki çalışmaları ve genel yaklaşımları, komünist partisi anlayışını ortaya koyan söylem, eylem ve makaleleri teori hakkında önemli veriler içermektedir. F. Ali’nin kitabından hareketle teoriyi tartışırken savunacağımız görüşün bunlara dayanacağını şimdiden belirtelim. Unutmamalıyız ki kavramak için hepimizin düşünme yeteneği ve MLM’nin büyük birikimi var; kendimiz yürüyebiliriz ve yürümeliyiz. Teoriyi etraflıca tartışabilecek ve en ileri seviyede bilince çıkaracak yeterli koşula sahibiz…
Parti Bir Çelişkidir
F. Ali’nin kitabında dikkatimizi çeken ilk özellik; teorinin, kitabın sunu bölümünde özellikle vurgulanmış olmasına karşın partinin bir çelişki olarak kavranmasına dayandırılmaması oldu. F. Ali’nin hareket noktası “yabancı” fikirlerin komünist partisine dışarıdan girmesi olmuş; oysa çelişki yasasına göre bir çelişki olarak parti kendisi olmayanı gene kendinde barındırıyor olmalıdır! Sunudaki vurgu, içerik bakımından her ne kadar yetersiz olsa da teorinin çelişki yasasına dayandığını belirtmesi bakımından önemlidir. F. Ali ise baştan sona, kitabın hiçbir yerinde çelişki yasasını konu etmemiş. Bu eksiklik iki çizgi mücadelesinin sürekliliğinin reddedilmesini kolaylaştırmıştır. F. Ali iki çizgi mücadelesinin sürekliliğini kabul etmiyor; bunun kaçınılmaz ama geçici olduğunu savunuyor.
“Apaçık bir gerçektir ki parti içinde iki çizgi mücadelesi kaçınılmazdır. Meşru değildir ama kaçınılmazdır; sürekli değildir ama kaçınılmazdır.” (F. Ali, 2018, s. 108)
Parti içindeki görüş ayrılıklarının ve aykırı çizgilerin de kaçınılmazlığını etraflıca ortaya koyan F. Ali çizgi kavramının özel bir durumu ifade ettiğini ispata girişerek iki çizgi mücadelesinin sürekli olamayacağını açıklıyor. Bu açıklamayla aslında “herkese ait” veya “herkesin savunabileceği” bir “teori” kurmakta olduğunun ise farkında değil. İki çizgi mücadelesinin bu açıklaması Mao’yu, “parti içinde burjuvaziyi meşrulaştırmak”la suçlayan düşmanlarına karşı savunmamak demektir. Çünkü Mao Zedung’un bu kesimlerce iftiralara uğramasının nedeni bunların diyalektiği, her alanda olduğu gibi parti anlayışında da uygulamamaları ve iki çizgi mücadelesini tam da süreklilik özelliği nedeniyle reddetmeleridir. F. Ali ayrımın tam da diyalektik konusunda yani iki çizgi mücadelesinin sadece kaçınılmazlığında değil kaçınılmaz olanın da sürekliliğinde olduğunu anlayamamış.
Konuya sağlıklı bir giriş yapabilmek bakımından Han Su Yin’in Sabah Tufanı kitabından yapacağımız alıntılar doğrudan Mao’nun yaklaşımı olarak kabul edilebileceğinden yararlı olacaktır. Çünkü Han Su Yin Çin Devrimini yakından izlemiş, ÇKP’nin önder kadrolarıyla bizzat görüşmüş, ÇKP’ye ait kaynaklara doğrudan ulaşıp onlardan yararlanmış ve Çin Devriminin tanınmasına ve gelişmesine çalışmalarıyla katkı vermeyi amaç edinmiş bir yazardır. Han Su Yin konu hakkında şunları yazmış:
“Mao’nun bütün siyasi yaşamı boyunca vurgu yaptığı ‘demokratik merkeziyetçilik’ ilkesi ancak parti yaşamında tartışma ve mücadele süreci yeterince yaşanırsa yansıyacaktı ve iki farklı siyasi düşünme biçimi arasında ideolojik cepheleşme olarak ortaya çıkacaktı.
“Bu nedenle parti içinde açık ya da gizli, sessiz ya da kriz biçiminde yaşanan ‘iki çizgi mücadelesi’ sürekli olarak yaşanacaktı. Bu istenmeyen bir durum olarak görülemezdi, tam aksine evrendeki bütün varlıklar, olayları ve olguları yöneten temel yasaya yani diyalektik yasasına, zıtların birliği ilkesine uygun ve yaşanması gereken bir durumdu. Toplumda yaygın olan inançlar kişilerde, belirli bir fikrin savunucularında cisimleşir, bu kişiler bir araya gelerek grupları ya da klikleri oluştururlar. Parti de bu evrensel yasanın dışında kalamazdı. ‘Bütün varlıkların gelişme sürecinde çelişki bulunur.’ Çelişkiler fikir ayrılığı düzeyinde kaldığı sürece ve devrimin ya da partinin gelişmesine zarar vermedikçe varlıklarına izin verilebilir. Çelişkiler partinin varlığını tehlikeye sokuyor, bölünmeye neden oluyor ya da partiyi temel hedefinden saptırıyorsa büyük mücadelenin yaşanması kaçınılmaz olur.”
“Mao’nun devrim sanatına yaptığı en büyük katkı, bu çalışmaları gerekli ve kaçınılmaz olarak değerlendirmesi ile bu olumsuz unsurları gelişmenin itici gücü durumuna getiren yöntemler geliştirmesidir. Parti birliğinin korunması ilkesi, çelişkili gibi görünse de sürekliliği kabul edilen parti içi mücadeleler temelinde yaşatılmıştır. İdeolojik mücadelelerin olmamasının partinin kemikleşmesine ve çürümesine yol açacağı biliniyordu. Çizgi mücadeleleri partinin dinamiğinin güvencesiydi; ancak çelişkileri çözme mücadelesi gelişmeyi sağlayabilirdi.” (Han Su Yin, 1999, s. 25-26)
Bu uzunca alıntı bize temel bakış açımızın ve dayanacağımız argümanların neler olduğu hakkında birçok veri sunuyor. Öncelikle dikkat çekeceğimiz veriler iki çizgi mücadelesinin evrensel çelişki yasasıyla ilişkilendirilmesi ve partinin temel dolayısıyla sürekli bir özelliği olarak ele alınmış olmasıdır. Doğruluğundan, bilime uygunluğundan şüphe etmediğimiz bu veriler F. Ali’nin çalışmasının temel eksiklikleridir.
Nisan Yayımcılık’ın yayımladığı çalışmanın sunu bölümünde “komünist parti içindeki son gelişmeler”in bu konunun önemine işaret ettiği belirtilerek bize teorinin soyut değil somut bir gereksinime karşılık geldiği anımsatılmış. Bu anımsatmanın hakkını vermek üzere ama bundan çok, konunun temelinin bu çalışmada eksik dolayısıyla yanlış kurulduğuna işaret edip teorinin önemini ve derinliğini tartışacağız.
Teorinin Dayanakları ve Kuruluş Süreci Hakkında
Sunu bölümünde Nisan Yayımcılık iki çizgi mücadelesinden söz ederken partiyi bir çelişki olarak kavradığını düşündüren, bu kanıyı uyandıran cümleler kurmuş:
“Parti bir çelişkiyse eğer -ki öyledir- komünist partilerin içinde farklı çizgilerin, akımların, sapmaların, görüşlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.” (F. Ali, 2018, s. 17)
“Bizatihi kendisi bir çelişki olan partinin içinde, hayatın olağan akışına ve sınıf mücadelesine paralel ortaya çıkan farklı çizgi, sapma ve görüşlerin nasıl ele alınması ve aşılması gerektiği önemlidir.” (A.g.e., s. 17)
Sunudaki bu cümleler iki çizgi mücadelesinin partinin bir çelişki (zıtların birliği) olduğu gerçekliği üzerinden açıklanacağına ilişkin bir fikir verse de kitapta bunu göremiyoruz. Doğruya yakın ama tam olarak doğru olmayan bu cümlelerin kitabın içeriğini de yanlış sunduğunu belirtmeliyiz.
İki çizgi mücadelesi teorisi sunuda belirtildiği gibi komünist partisinin, başka her şey gibi bir çelişki olarak kavranmasının ürünüdür. F. Ali bu temel tezi hiç konu etmeden, öyle anlaşılıyor ki bu tezin önemini, belirleyiciliğini kavramadan iki çizgi mücadelesi üzerine “tarihsel ve teorik” bir çalışma yapmış! Bu çalışmanın iki çizgi mücadelesi hakkında olduğu doğrudur. Çünkü bütün çalışma komünist hareketin deneyimlerini içermektedir. Komünist harekete ve özel olarak parti içindeki mücadelelere ilişkin her şey iki çizgi mücadelesinin konusudur. Ne var ki amaç iki çizgi mücadelesini teorik temelleriyle açıklamaksa bu çalışma teorinin özü hakkında hiçbir şey içermemektedir!
Bilindiği gibi iki çizgi mücadelesi teori olarak bilimin Maoizm aşamasına aittir ve Mao Zedung tarafından kurulmuştur. Kuşkusuz Marks’tan itibaren Engels’in, Lenin ve Stalin gibi komünist ustaların parti çalışmaları, genel olarak komünistlerin, proletaryanın iktidarı için verdikleri mücadeleler iki çizgi mücadelesinin teori düzeyine gelmesinin koşullarını ve pratik sürecini oluşturur. Kendisi de bu sürecin önemli önderlerinden biri olan Mao bu mücadelelerin sentezi olan teoriyi ancak bu sürece dayanarak ve bu sürecin analizi sonucunda kurmayı başarmıştır. Teori Mao tarafından bu biçimde bilime kazandırılmıştır. Bu nedenle iki çizgi mücadelesi teorisi komünist hareketin diğer büyük dört ustasının temel görüş ve yaklaşımlarıyla, komünist hareketin gelişim çizgisiyle ve tüm gerçekliğiyle uyumludur. Bununla beraber bilimin üçüncü aşamasında kurulmuş olan bu teori Mao sayesinde komünistlerin en güçlü silahlarından biri haline gelmiştir.
Teoride Diyalektiğin Belirleyici Rolü
Lenin, diyalektiğin “gerçek anlamda nesnelerin özündeki çelişmenin incelenmesi” olduğunu söyler. Mao da “Her şeyin bir çelişmesi vardır ve her şeyin hareketi ve gelişmesi bu çelişmeden kaynaklanır.” der. Tüm olay ve olguları incelemenin yönteminin diyalektik olması gerektiğine işaret eden diyalektik materyalizmin bu iki ustası en sade anlatımla bize iç çelişkisini saptamadan hiçbir şeyi tam olarak kavrayamayacağımızı öğretirler. “Her şeyi ancak iç çelişkisiyle kavrayabiliriz.” dediğimizde elbette dış etmenlerin varlığını inkâr etmiş olmuyoruz ama bunları ikincil etmenler olarak değerlendiriyoruz. Lenin ve Mao yoldaşların işaretine uygun olarak ve kuşkusuz doğru olduğu için her şey gibi partinin varlığını ve gelişimini kavramanın da yolu, onu iç çelişkisini açığa çıkartarak incelemektir. F. Ali’nin çalışmasında komünist partisinin nitelikleri, gelişimi; iç savaşımında dayanılacak esaslar, deneyimlenmiş yöntemler, komünist önderlerin birbirleri ile uyumlu bakış açıları gibi konularda çok değerli ve üzerinde çalışmamız gereken bilgiler var. Ancak Maoculuk adına komünist partisini liberalizm çukuruna çekenlere (F. Ali onlardan böyle söz ediyor, biz de ayrıca kimlik belirtmeyeceğiz) veya Enver Hoca gibi dogmato-revizyonist bir akımı temsil edenlere karşı bu çalışmanın esasen yetersiz olduğunu söylemeliyiz. F. Ali liberallerin ve Hocacıların yorumlarını, genel yaklaşımlarını, akıl yürütmelerini derinliğine ele alıp, genelleştirip bütün olarak en temelden düzeltmemektedir; sadece belirgin, yüzeyden de görülebilen pürüzleri, özellikle çarpıtmaları göstererek onları mahkûm ediyor. Böyle yaparak o, diyalektik materyalizmi değil mekanik materyalizmi uygulamış, bakış açısını bununla sınırlamış oluyor.
Oysa iki çizgi mücadelesi ya da komünist partisi hakkındaki bir çalışma daha baştan ve özellikle komünist hareketin ekseni olarak komünist çizginin üzerinde durmalıydı. Komünist çizginin kaynağı olan çelişki tanımlanmadığında iki çizgi mücadelesinin teorik düzlemde incelenmekte olduğu söylenemez. Yoğunlaşmamız gereken çelişki nedir? Diyalektik inceleme bu soruya yanıt vermekle başlayabilir.
Çelişki Hareketin Kendisindedir
Mao Zedung “Çelişme Üzerine” başlıklı ünlü makalesinde materyalist diyalektik yöntem için şunları yazıyor:
“… Diyalektik materyalist dünya görüşü, bir şeyin gelişmesini anlayabilmek için onu içsel olarak ve başka şeylerle ilişkileri içinde incelememiz gerektiğini savunur. Başka bir deyişle, şeylerin gelişmesi onların içsel ve zorunlu kendi kendine hareketi olarak görülmelidir. Buna karşılık, her şey kendi hareketi içinde çevresindeki şeylerle karşılıklı ilişki içindedir ve hem onlardan etkilenir hem de onları etkiler. Bir şeyin gelişmesinin temel nedeni dışsal değil içseldir; o şeyin bağrında taşıdığı çelişmededir. Her şeyin bir iç çelişmesi vardır ve her şeyin hareketi ve gelişmesi bu iç çelişmeden kaynaklanır. Bir şeyin içindeki çelişirlik o şeyin gelişmesinin temel nedenidir; o şeyin başka şeylerle olan karşılıklı ilişkileri ve karşılıklı etkilenmeleri ise ikincil nedenlerdir.” (Mao Zedung, 2000, 416)
F. Ali, komünist hareketin “kendi kendine hareketi” olarak hiçbir neden göstermiyor ama dışarıdan gelen, kaynağı dışarıda olan “başka şeyler”i neredeyse iç çelişki düzeyinde ele alıyor. Bunları çelişkinin nedeni olarak, iki çizgi mücadelesinin kaynağı olarak gösteriyor. Kitabın ileriki bölümlerinde iki çizgi mücadelesinin neredeyse sadece hiziplerle mücadele olarak tanımlandığını görüyoruz. Böylece daha baştan diyalektik olmayan bir inceleme yönteminin kaçınılmaz sonuçlarından biri gerçekleşmiş oluyor; görüntü veya görünen şey sorunun esası olarak değerlendiriliyor. Çünkü çelişkinin evrenselliği dolayısıyla baştan sona varlığı iki çizgi mücadelesi bakımından, genel bir söylemi tercih edersek komünist partisi bakımından, üstelik sunu bölümündeki “partinin de bir çelişki olduğu” tespitine rağmen ihmal ediliyor hatta bu tez üstü kapalı reddediliyor.
Yansıma Tezi
Komünist partisinin, toplumdaki sınıf savaşımını bağrında taşıdığını F. Ali açık bir biçimde dile getirmekte, bu gerçekliği önemle vurgulamaktadır:
“Proletaryayı ve onu temsil eden proletaryanın Komünist Partisini, antagonizmalarla parçalanmış ve dereceli kutuplaşmalara bölünmüş bu toplumsal tablonun dışında düşünemeyiz…” (F. Ali, 2018, s. 24)
Komünist partisinin toplumun bir yansısı olduğu gerçeği bizim görüşümüzün de temel dayanağıdır ama bize göre bu gerçeklik iki çizgi mücadelesinin sadece kaçınılmazlığının değil sürekliliğinin de nedenidir. Çünkü proletarya ile burjuvazinin iki kutbunu oluşturdukları çelişki ne geçicidir ne de sürecin belli bir aşamasında var olur; bu çelişki kapitalist toplumda başından itibaren vardır ve bu, toplumun tüm kalıntılarıyla, izleriyle birlikte proletaryanın kendisiyle birlikte burjuvaziyi de yok edeceği sona kadar sürer. F. Ali toplumun bir yansısı olarak parti içindeki farklı görüşleri dolayısıyla mücadeleyi “Özel mülkiyete dayalı düzenler, kapitalizm var olduğu sürece, sınıflar arası çelişme ve çatışmalar var olduğu sürece, proletarya kendi anti-teziyle eyerli olduğu sürece komünist partisinde burjuva etki ve bu etkinin maddi üreticileri her daim var olmaya ve sürekli olarak sürgün vermeye devam edecektir.” (a.g.e, s. 150) diyerek açıklıyor. Burada, cümledeki tanımların sınırlı ve belirsiz biçimleri kafa karışıklığı yaratsa da F. Ali parti içindeki mücadelenin sürekliliğini kabule yakın duruyor; “her daim var olmaya ve sürekli sürgün vermeye” diyerek bundan açıkça söz ediyor. Ne var ki onun iki çizgi mücadelesini hiziplerle mücadele olarak tanımlaması, parti içindeki tüm mücadeleleri iki çizgi mücadelesine dahil etmemesi “sürekli sürgün vermeye devam edecek” ifadesinin içeriğini ortaya çıkarıyor. O aslında sürekliliği inkâr ediyor. Bu da komünist partisinin toplumun bir yansısı olduğu konusunda F. Ali’den farklı düşündüğümüzü, yansıma tezi hakkında ayrıştığımızı gösterir.
Mao partinin bir yansıma olarak kavranmasını şöyle anlatıyor:
“Parti içinde durmadan farklı türden düşünceler arasında karşıtlık ve mücadele ortaya çıkar. Bu, toplumdaki sınıflar arasındaki ve eski ile yeni arasındaki çelişmelerin parti içindeki bir yansımasıdır. Parti içindeki gelişmeler ve çelişmeleri çözmek için verilen ideolojik mücadele olmasaydı partinin hayatı sona ererdi.” (Mao Zedung, 2000, s. 421)
Burada yansıma ve yansıma dolayısıyla çelişkiler partinin varlık koşulu olarak kavranıyor.
Bu anlatımdan hemen önce Mao “kavramlarımızdaki her farklılığın nesnel bir çelişmeyi yansıttığı kabul edilmelidir. Nesnel çelişmeler öznel düşüncede yansırlar ve bu süreç kavramların çelişmeli hareketini oluşturur, düşüncenin gelişmesini sağlar ve insan düşüncesindeki sorunları durmadan çözer.” (a.g.e., s. 421) diyerek “yansıma tezi”nin içeriğini ortaya koyuyor.
İçinde bulunduğu toplumun sınıfları arasındaki çelişkilerin partideki yansımasını “burjuvazinin partiye sızması” veya gene bu sınıfın partiye etki etmesi gibi “dışa ait” tanımlarla açıklamak Mao’daki tanımlara esasen uygun değildir; bu tanımlar önemli derecede eksik kalmaktadır. Elbette yansımanın bu biçimlerdeki gelişmelere, çelişmelere ve mücadelelere dönüşme olanağı vardır ancak bunlar belirli biçimlerdir sadece; ne esas olandır ne de içeriği oluştururlar. Oysa esasa yönelik bir tanımlama yapmamız gerekir. Yansıma bütün olarak partinin varlığında, onun kendi hareketinde, ona içkin bir çelişmeli süreç olarak tanımlanmalıdır. Parti toplumdaki sınıf savaşımıyla ilişkili olduğu derecede; bu savaşımı incelemek, teorik, politik ve pratik düzeylerde kararlar, tavırlar geliştirmek, kavramlar üretip bilinç oluşturmak ile uğraştığı, işi bu olduğu derecede toplumun yansımasıdır. Kuşkusuz parti toplumun kendisi olamaz ama “belli bir bakış açısı”yla ve “belli bir erek”le onun gerçekliğine yaklaşık bir yansımadır. Başka bir deyişle toplum partinin tüm düşünme ve eylem alanını kaplar. Tıpkı insan beyninin nesnel dünyayla ilişkisindeki durum gibi; burada özgün olan partinin bakış açısı ve ereğidir.
“Bilgi ile uğraşan öğretidir mantık. Bilgi teorisidir. Bilgi, insan aracılığıyla (ya da insan tarafından) yansısıdır doğanın. Ama bu yansı basit değildir, dolayımsız değildir; bir dizi soyutlamadan, kavramların, yasaların vs. oluşmasından, form’landırılmasından meydana gelen bir süreçtir bu, -ve bu kavramlar, yasalar vs. (düşünce, bilim=mantıksal ide) sürekli hareket ve gelişim halindeki doğanın evrensel yasalarını, görecel olarak, yaklaşık olarak kucaklamaktadırlar…” (Lenin, Felsefe Defterleri, Minör Yay. İstanbul 2013, s. 147-48)
“Yansı doğanın bilgisidir.” diyor Lenin. Toplumun partiye yansımasından anlamamız gerekeni bu tez tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu tezi “partide toplumun yansıması nedir” veya “nasıldır” sorusuna yanıt vermekte kullanmalıyız. Bu durumda toplumdaki sınıf savaşımının izini sürmek, bu savaşımın partideki görünümünü anlamaya çalışmak temel yaklaşımımız olmalıdır. F. Ali ile ayrışmamız da burada başlıyor zaten. O yansımayı “burjuvazinin sızması” biçiminde kavrıyor ve “komünist partisinin toplumsal tablonun dışında düşünülmeyeceği”ni söyleyerek yansıma tezini tamamlamış oluyor. Oysa asıl olan toplumdaki sınıf savaşımının izini parti içinde sürmek, sınıf savaşımını bu yapı içindeki özgün biçimiyle keşfedip kavramaktır. Bu özgün yapıda yani komünist partisinde burjuvazi ideolojik düzlemde yer bulur, “yansıma”nın özgün biçimi ideolojide açığa çıkar ve ideolojik olan da mutlaka politik, teorik, örgütsel biçimlerde gerçekleşme olanağı bulur.
Mao “çelişki üzerine” makalesinde düşünce alanındaki çelişmeyi şöyle tarif ediyor: “… sözgelimi, insanın önünde var olan sınırsız bilgi edinme yeteneği ile bu yeteneğin ancak, dış koşullar tarafından sınırlanan ve sınırlı bir bilgiye sahip olan insanlarda bulunması arasındaki çelişme -bize göre hiç değilse pratik bakımdan- sonsuz bir kuşaklar dizisi ve sonsuz bir ilerleme içinde çözüme kavuşur.” (Mao Zedung, 2000, s. 420)
Komünist partisinin toplumdaki sınıf çelişkileriyle ilişkisi “bilgi edinme yeteneği” ile “sınırlı bilgiye sahip olma” arasındaki çelişkinin sonsuz bir ilerleme içindeki çözülmesine benzer. Elbette birincisinde süreç, sınıflı toplumlar dönemiyle sınırlı olacaktır.
Mao’da çelişki tezi bilgilenme süreciyle beraber pratiği dönüştürme eylemini de içeriyor. Bilgi edinme yeteneğimiz ve sınırlı bilgi kapasitemiz bir çelişkidir ve bilgi edinme sürecimiz bu çelişkinin sonsuz çözümleriyle ilerler. Çözümler pratikle gerçekleşir. Komünist partisinin “sınıflar arasındaki savaşımın yansıması” olarak kavranması partinin bu savaşımı oluşturan çelişkileri görmesi, incelemesi, kavramlara dönüştürmesi, ussal bilgi sürecinde çözümlemesi ve çözmesi sınıfların ilk göründüklerinden, ilk kavranışlarından ve belli kavramlarla düşünceye dönüşmelerinden çok daha fazlasıdır: Onları kendileri olmayan bir sürece doğru yönlendirmesi, onlarda içerili olan kendisi olmayana doğru biçimlendirmesidir. Bu nedenle komünist partisinde yansıyan sınıflar arasındaki savaşım partinin kendi hareketinde basit bir yansıma veya ileri sürüldüğü biçimiyle “dışarından sızma”dan ibaret değildir hatta böyle bir olay da değildir. Bunların ötesinde bu iki çizgi mücadelesinin teorik açılımıdır; yansıma iki çizgi mücadelesinin ta kendisidir. Şöyle de diyebiliriz: parti sınıflar arasındaki savaşımın komünizme doğru biçimlendirildiği (bu onu komünist hareket yapan özelliktir) yerdir; bu anlamda sınıflar arasındaki savaşımın en yüksek biçimi –formudur.
Bilginin nesnel hareketle ilişkisi nasıl ki sürekli ve diyalektikse partinin de sınıf savaşımı ile ilişkisi sürekli ve diyalektiktir. Partinin hiçbir politikası, kararı, eğilimi, organı, üyesi, eylemi bundan ayrı veya bağımsız değildir, olamaz. Böyle bir şeyin olması, olduğu yer itibariyle “partinin hayatının sona ermesi”dir. Dolayısıyla partinin belli bir dönemde veya belli bir sorun özgülünde iki çizgi mücadelesine tanık olabileceği ama bunun sürekli olamayacağı görüşü son derecede eksik bir kavrayışın ürünüdür, yanlıştır. Partinin kendisi iki çizgi mücadelesidir. Genel bir söylemle komünist çizgi komünizme doğru bir süreklilik halinde komünist olmayana karşı mücadele ile var olur ve gelişir. Komünist çizginin kendisi olmayana karşı mücadelesinden ibaret partideki bu hareket onun toplumdaki sınıf savaşımının ve doğru ile yanlış arasındaki çelişkilerin yansıması olmasından ileri gelir.
F.Ali, Mao’dan bir alıntı yaparak şunu iddia ediyor: “Dikkat edilsin ‘yansıma’ diyor; sınıf mücadelesi demiyor. Çünkü parti içinde sağ ve sol sapmaya karşı verilen ideolojik etkileme, dönüştürme, yola getirme mücadelesidir, sınıf mücadelesi değildir.”
Mao alıntıda yansımayı şöyle açıklanmış: “… partimiz tarihinde doğru siyasetlerle yanlış siyasetler arasındaki mücadelelerin özünde dışarıdaki sınıf mücadelesinin parti içinde yansıması yatar.”
F. Ali, “sınıf mücadelesi demiyor” yorumuyla sınıf mücadelesinden ayrı bir niteliğin konu edildiğini açıklamaya çalışıyor. Bu yorumla parti içindeki mücadelenin sınıfların çıkarlarına dayanan çelişmelerden farklı olacağını, bununla beraber sürekliliğin de iddia edilemeyeceğini kanıtlamış oluyor. Oysa Mao, açıkça parti içi mücadelenin dışarıdaki sınıf mücadelesinin yansıması olduğunu savunuyor. Buna yönelik önceki sayfalarda Mao’dan başka bir alıntı daha vermiştik. Başka alıntılar da bulunabilir ama yapmamız gereken iş bu değil. Yapmamız gereken şey yansıma tezini incelemek ve kavramaktır. Elbette Mao “komünist partisi içindeki sınıf mücadelesi”nden söz etmeyecekti; biz de kavramları böyle kullanmıyoruz; çünkü komünist partisi safını belirlemiş ve proletarya diktatörlüğü yoluyla sınıfsız topluma doğru yönelmiş hareketin kendisidir; sınıf savaşımındaki konumu bellidir. Sınıf mücadelesi onun nesnesidir. Tıpkı beyin ile doğanın ilişkisindeki gibi. Doğa beyinde madde olarak değil düşünce olarak yansır. Örneğin düşünce olarak ağaç kavramı doğadaki ağaç kavramıyla aynı değildir; beyindeki düşünce sürecinin bir ürünü olarak, kavram olarak ağaçtır. Bununla beraber kavram olarak ağaç doğadaki ağacın her türlü bilgisi ile yüklüdür. Kavram olarak ağacın varlığını doğadaki ağaçla açıklarız. “Bir bilginin gelişiminin izi onun kaynağı olan nesnenin varlığında yatar.” dendiğinde bilgi ile nesne arasındaki diyalektik ilişki konu ediliyor demektir. Kavram olarak ağaç doğadaki ağaç değildir; bununla birlikte kavram olarak ağaç doğal ağacın tüm özelliklerini onu kavrayabildiği derecede kendinde taşır; özne nesnenin bilgisine “yaklaşık” olarak sahip olur. Diyalektik materyalizmin tezlerinden birisidir bu. F. Ali, “sınıf mücadelesi demiyor, yansıma diyor” tespitiyle olmadık çıkarımlar yapsa da aslında Mao’nun ifadesi sınıf mücadelesinin düşünce alanındaki gelişimini anlatıyor: sınıf mücadelesi parti içerisindeki her türden karar, fikir, tavır, eğilim, kavram, eylem vs.’dir. Sınıf mücadelesinin gelişimi partide bu biçimlerde, bu formlarda yansır. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin tüm özelliklerini biz bu biçimler içinde görebiliriz, çözümleyip kavrayabiliriz. İki çizgi mücadelesi bunun teorisidir.
Yansıma kavramını “sınıf mücadelesi demiyor” diyerek yanlış yorumlayan F. Ali, buradan hareketle şu basit sonuca ulaştırıyor akıl yürütmelerini: “Parti içindeki bir yoldaşıyla önemsiz bir konudaki, güncel bir sorundaki ya da pratik bir sorundaki küçücük bir ayrım noktasının parti içindeki burjuva çizgi olamayacağı, düşünmeyi becerenler için apaçık olsa gerektir.” (F. Ali, 2018, s. 44) Tabii ki “küçücük bir ayrım noktası”nın bir çizgi olamayacağı açıktır; bununla beraber “küçücük bir ayrım noktası”nda da doğru ve yanlış siyasetlerin mücadelesinin var olduğu şüphe götürmezdir. F. Ali özdeki hareketi inceleme konusu yapmaya taraftar değil; o görünenle meşgul olmayı, düşünme yeteneğini onunla sınırlamayı tercih ediyor.
F. Ali kimi zaman parti içindeki diyalektik harekete yakınlaşsa da esas olarak ama ısrarlı bir biçimde bundan uzak duruyor. Örneğin Enver Hoca’yı eleştirirken kavrayışı bundan “tamamen” uzaktır. Dolayısıyla Hoca’nın kimi duraklamalarını, çarpıtmalarını ya es geçiyor ya da derinliğine inerek mahkum edemiyor. Mesela Mao Zedung’un iki çizginin gerekliliğini örgütlediği iddiasını esaslı bir şekilde yanıtlayamıyor ve “iki çizgi”nin zıtların birliği olarak kavranmasını kabullenmeyen Hoca’nın kaba materyalizmde duraklamasını es geçiyor. F. Ali ya kendisi de kaba materyalizme başvurup Hoca’nın iddiasını reddediyor ya da iddiayı tartışmıyor.
Evet en genel söylemle Mao’nun “iki çizgi”yi öğütlemediği doğrudur ama zaten böyle bir öğüt iddiası öğüdün kendisi gibi saçmadır! Mao’nun iki çizgi mücadelesini komünist partisinin varlığında doğal yani zıtların birliği olarak kavradığını kabul eden Hoca, doğal olanın; zıtların birliği olarak kaçınılmaz olan bir olayın “öğütlenmesi”nin abes olacağının farkında değil. Çok açık ki bu iddia iki çizgi mücadelesini hiç anlamamış, bunun ne demek olduğunu hiç bilmeyen, diyalektikten bihaber birisinin ya da salt düşmanlık yapan birisinin uydurmasından ibarettir. Doğal ve zıtların birliği olarak var olan iki çizgi mücadelesinin farklı siyasi düşünme yöntemlerini veya farklı bakış açılarını içereceği nesnel, tartışılmaz bir bilgidir!.. Mao’nun öğüdü farklı fikirlerin yasaklanmaması olabilir, eleştirinin bastırılmaması olabilir, sorgulamanın önüne geçilmemesi olabilir ki bunlar iki çizgiyi öğütlemek biçiminde tanımlanamazlar. Bunlar iki çizgi mücadelesinde yöntem sorunlarına yönelik öğütler olabilir. Zıtların birliği yasasının partideki gerçekleşmesi olan iki çizgi mücadelesinin ve tabii ki “iki çizgi”nin öğütlenmesi abestir. İki çizgi mücadelesi komünist çizginin varlığı ve gelişimi düzleminde kavranır, olumlanır fakat ikinci çizgilerin olanaklı hale getirilmesi, teşvik edilmesi olarak kavranamaz. Mao parti içinde iki çizgi mücadelesinin canlılık göstergesi, hareketlilik belirtisi ve ilerleme nedeni olduğu için ‘istenmeyen bir durum’ olarak değerlendirilemeyeceğini, aksine bu mücadelenin gerekli olduğunu komünist çizginin gelişimi düzleminde savunmuştur. Tıpkı proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin maddi üretim süreci bakımından kaçınılmazlığı gibi; bununla beraber bu kaçınılmazlığın burjuvaziyi örgütlemekle veya burjuvazinin varlığını öğütlemekle ilgili olamayacağı açıktır. Ya da yaşam ve ölümü birlikte ele almamız gibi: Yaşamı ölümle birlikte, ölümün varlığında gerçekleşen bir olay olarak tanımladığımızda ölümü öğütlemiş olmayız; bununla birlikte yaşamın gerçekleşmesi, sürmesi, hatta var olabilmesi ölümü gerektirir. Öğütleme uydurmasını F. Ali anlamlı veya olanaklı bir yaklaşımmış gibi ele alıyor ve yanıtlıyor. Bunun abes, anlamsız bir uydurma olduğunu göremiyor. F. Ali, Mao’nun çizgi mücadelelerinde, ilke konularında ne derece sağlam, güçlü ve ödünsüz olduğunu yeterli kanıtlarla ortaya koyuyor, Enver Hoca’nın çarpıtma, gerçeği ters yüz etme çalışmalarını teşhir ediyor; ama bu uydurmanın tutarsızlığını, iddianın kendi içindeki açmazını tartışmıyor, teorik düzlemde bunu safsatalar çukuruna gönderemiyor. Buradaki yetersizliğinin nedeni iki çizgiyi tanım düzeyinde olsa da Enver Hoca gibi kavramasıdır…
F. Ali de Hoca gibi iki çizgi mücadelesini hiziplerin, burjuva platformların varlığında veya bu niteliğe yakın oluşumların çatışmalarında olanaklı görüyor. Böyle kavrandığında ve bu teori düzeyinde savunulduğunda konu kaçınılmaz olarak hiziplerin meşruluğu sorununa gelir. İki çizgi mücadelesinden böyle söz etmek ikinci çizgileri -geçici veya kaçınılmaz ilan edilmesi de fark etmez- her ikisi (F. Ali ve Hoca) için de kabul etmek, meşru görmek eleştirisini hak eder. İşte F. Ali’yi, Hoca karşısındaki tartışmada başarısız, daha doğrusu yetersiz kılan nokta esas olarak burasıdır. Ama F. Ali’nin yetersizliği Hoca’yı bu tartışmada üstün kılmıyor; onun konumu değişmiyor. Hoca her koşulda haksızdır çünkü o gerçekliği ters yüz ederek, çarpıtmalara başvurarak sadece propaganda yapıyor, dogmato-revizyonizmin propagandasını Mao karşıtlığı içinde sergiliyor. F. Ali ise yetersizliği nedeniyle tartışmayı sonuçlandıramıyor. İki çizgi mücadelesini ikinci çizgilerin meşruluğu zemininde tartışmak meselenin özünden tamamen uzaklaşmak anlamına gelir. Komünist çizginin varlığında tanımlanabilir olan iki çizgi mücadelesi komünist olmayana – tabiî ki gene çizgi temelinde- karşı mücadeledir. Diyalektik materyalizmin temel öğretisi (karşıtların birliği) “doğanın (ve zihin ve toplumun da) bütün görüngülerinde ve olaylarında çelişkilerle dolu, BİRBİRİNİ DIŞLAYAN, karşıt eğilimlerin kabul edilmesi (açığa çıkarılması) demektir. KENDİ HAREKETİ içinde, kendiliğinden gelişmesi içinde, canlı varlığı içinde dünyadaki bütün olayları bilmenin koşulu, onun karşıtların birliği olduğunu bilmektir. Gelişme KARŞITLARIN ‘mücadelesi’dir.” (Lenin, 1997, s. 96-97) tezine dayanır.
Enver Hoca’nın bu tezden “bihaber” olduğu, bu tezi kavramadığı ya da benimsemediği açıktır. F. Ali de bu tezi iki çizgi mücadelesi konulu çalışmasında ihmal ediyor. Mao Zedung’un parti kavrayışı konusunda iki ayrı cephede duran Hoca ve F. Ali iki çizgi mücadelesini hiziplerle veya ona yakın oluşumlarla mücadele içinde kavramak anlayışında buluşuyorlar. Böylece tartışma Mao’nun “iki çizgi”yi meşru görüp görmediği sorunsalına mahkûm ediliyor! Her ikisi de partinin diyalektik olarak kavranmasından uzak bir yaklaşımla çizgi kavramını kaba, onun sadece bir şekli olabilecek hizip (genel söylersek “aykırı oluşum”) olarak açıklıyor. Oysa Mao’nun parti içerisinde burjuva platformlara/hiziplere demokratik merkeziyetçilik ve sağlam, tam disiplinli parti birliği temelinde net biçimde karşı olduğu, her oluştuklarında bunlara karşı en amansız mücadele örneklerini sergilediği ve bunu sürekli salık verdiği ne derecede doğruysa iki çizgi mücadelesini parti içi mücadele, partinin yaşama belirtisi, gelişiminin dinamiği olarak kavradığı da aynı derecede doğrudur. Komünist partisi içindeki mücadeleler iki çizgi mücadelesi olarak teorileştirildiğinde hiç tartışmasız süreklilik de, kaçınılmazlık da, meşruluk da, gerekli görme de teorinin alt başlıkları olarak kabul edilir ve incelenir. Mesele bunun bir öğüt olarak değil gerçeklik olarak, varlığını sürdürmenin zorunlu koşulu olarak kavranmasıdır. Komünist partisinde komünist çizginin varlığı iki çizgi mücadelesini koşullayan temel nedendir…
Çalışmadaki Ayırt Edici Özellik
Komünist partisini kavramak veya iki çizgi mücadelesinin teorik temellerini açıklamak diyalektiği uygulamakla olanaklıdır. F. Ali ise diyalektiği daha baştan incelemenin/çalışmanın dışında bırakıyor; parti içindeki görüş ayrılıklarının, sapmaların, aykırı çizgilerin nihayetinde bir toplum içi organizma olan partiye belli koşullar altında burjuva saflardan gerçekleşen savrulmalarla ve burjuvaziden etkilenmelerle girdiğini, kaçınılmazlığın da bundan ötürü olduğunu anlatıyor.
Elbette içinde yer aldığı toplumdan bağımsız olamaz komünist partisi. Toplumdaki çeşitli fikirlerden de farklı sınıfların farklı tavırlarından da, farklı sınıfların çatışmalı çıkarlarından da, olası savrulmalardan da, taktik politikalardan da etkilenecektir. Bu etkilenmelere karşı mücadelede komünistler hem bilinçli hem de uyanık olmak zorundadır. Bunun yolu da sözü edilen etkilenmeleri inceleme görevini yürütecek donanımı edinmektir. Bu göreve, bu donanıma kendine komünist diyen hiç kimse -dogmato-revizyonist veya liberal işçi siyasetinden biri de olsa- ne sözde ne pratikte karşı çıkabilir. İki çizginin teorik temeli kabaca buysa eğer F. Ali’nin tam karşıt cephede konumlandırdığı Hoca’nın teori düzeyinde kavramadığı veya inkâr ettiği nedir? Tüm bunları iki çizgi mücadelesi henüz teori olarak oluşturulmamışken Stalin yoldaş da üstelik çok iyi denebilecek bir düzeyde ortaya koymuştur. Lenin yoldaştan da bunlarla ilgili tüm önemli açılımları okumak olanaklı. Teori bunlardan ibaretse eğer Mao iki çizgi mücadelesi ile Leninist parti anlayışını sadece tekrarlamış; bu konuda yeni hiçbir şey söylememiş demektir!
Bu kitabın ayırt edici özelliği tam da bu noktada ortaya çıkmakta: İki çizgi mücadelesini, Mao’ya rağmen savunuyor görünüyor, aslında Mao’nun düşüncesini teorinin dışına itiyor, onun katkısını silikleştiriyor ve esasen de siliyor!.. Mao’nun parti içi mücadele konusundaki özgünlüğünü teorik düzeyde reddeden F. Ali’ye göre iki çizgi mücadelesini Lenin ve Stalin, hatta genel çerçevesini de Engels her yönüyle ortaya koymuşlardır. Mao Zedung ise onlardan farklı bir tez, görüş ortaya koymamıştır; ona göre Mao, bir ölçüde yöntem zenginliği katmış oluyor aslında.
Oysa gerçek bundan farklıdır. Mao’nun felsefe yazılarını, çelişki yasasına getirdiği üstün yorumu iki çizgi mücadelesine uyguladığımızda ve komünist partisinin niteliklerine yönelik değerlendirmelerini bunların ışığında okuduğumuzda gerçeği görürüz.
Komünist Çizginin Özgünlüğü
Komünist çizginin somutlaştığı yegâne yerler komünist partileri ve tabii ki komünist partilerinden oluşan uluslararası komünist platformlardır. Komünist çizgi parti ile somutlaşır ama bu bize onun kaynağını göstermiş olmaz. O ne proletaryanın kendiliğinden mücadelesinde ne de salt akademik çalışmalarda keşfedilmiştir, onun kaynağı en genel anlamda tüm sınıf mücadelesidir; ama her türden sınıf mücadelesi de değil, kapitalizmin ileri derecede gelişmesiyle ayırt edici özellikler kazanmış olan sınıf mücadelesidir. Marks, Joseph Weydemeyer’e kendi buluşunun ne olduğunu açıklarken bu sınıf mücadelesini şöyle tanımlamıştır:
“Bana gelince, modern toplumda ne sınıfların ne onlar arasındaki savaşımın varlığını bulmuş olmanın onuru bana ait. Benden çok zaman önce burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini ortaya koydular. Benim yeni olarak yaptığım şey: 1) sınıfların varlığının, üretimin gelişmesindeki belli tarihsel aşamalarla ilgili olduğunu, 2) sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağını, 3) bu diktatörlüğün, yalnızca bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız toluma bir geçiş olduğunu göstermekten ibarettir.” (Marks- Engels, 1995, 75)
Komünist fikrin gerçekleşebilir bir çizgi, dolayısıyla gerçek bir hareket haline dönüşebilmesi Marks’ın “yeni olarak yaptığı şey”in koşullarının oluşumuna bağlıydı. Hiç kuşkusuz bu koşullar “kendisiyle beraber tüm sınıfları ortadan kaldıracak” bir sınıfla doğrudan ilgilidir. Marks komünist hareketin ilkelerini, bu anlamda çizgisini ileri derecede gelişmiş kapitalizm koşullarında, proletaryanın yetkinleşen sınıf mücadelesine paralellik içinde ortaya koyabildi.
“Birçok Avrupa ülkesinin toplumsal ekonomisinin çok gelişmiş kapitalizm aşamasına ulaşmasıyla, üretici güçlerin, sınıf mücadelesinin ve bilimlerin tarihte eşi görülmemiş bir düzeye erişmesiyle ve sanayi proletaryasının tarihi gelişmenin en büyük itici gücü durumuna gelmesiyle birlikte diyalektik Marksist dünya görüşü doğdu.” (Mao, 2000, 414, 415)
Marksist dünya görüşünün doğuş koşulları onun maddi gücü olan partinin çelişmeli hareketini kavramak bakımından belirleyici önemdedir. Hem Mao’nun hem de ondan önceki ustaların sıklıkla dikkat çektikleri nesnel gelişmeler parti içi savaşımın nedenlerini anlamamız için olmazsa olmaz, göz ardı edilemez verilerdir. Çok gelişmiş kapitalizm aşamasında üretici güçlerin, sınıf mücadelesinin ve bilimin eriştiği düzey ve tarihin itici gücü durumuna gelen sanayi proletaryasının varlığı komünist partisinin dayandığı temelleri veya kaynaklarını ifade ediyor. Bir tanesinin eksikliği komünist bilincin/hareketin doğum koşullarının eksik olması, tamamlanmaması anlamına gelirdi. Şunu da belirtelim: her bir neden bir diğeriyle ilişkilidir, bu nedenlerin tarihin belli bir dönemindeki yan yanalığı kesinlikle rastlantı değildir.
Parti içi savaşımı proletarya saflarında ve komünist partisine savrulan küçük burjuvaların ya da “safkan” proletaryanın dışındaki unsurların aykırılıklarıyla açıklamak sözü edilen koşulları oluşturan nedenlerin komünist bilince yol açan birlikteliğini önemsizleştirmektedir. Komünist bilincin temel unsurlarından olan diyalektiği örneğin safkan proletarya geliştirmemiştir ya da genel olarak sosyalist bilinç proletarya içinde değil aydınlar içinde doğmuştur. O halde “çok gelişmiş kapitalizm koşulları” sadece proletaryanın kendi hareketi olmamalıdır; o da içinde olmak üzere Mao’dan yaptığımız alıntıdaki nedenlerin toplamı/bütünüdür bu koşullar. Komünist bilinç, dolayısıyla komünist çizgi ve hareket tüm toplumun hareketi içinde gelişebilir ve kavranabilirdir. Bu hareketin incelenmesi konumuzun temeli, daha doğrusu girişi olmaktadır.
Marks kapitalist toplumu incelemeye giriştiğinde “burjuva (meta) toplumunun en basit, en olağan, en kitlesel, en gündelik, milyarlarca kez gözlemlenen ilişkisini, meta mübadelesini tahlil eder. Tahlil bu en basit görünürde (burjuva toplumunun bu ‘hücre’sinde ) modern toplumun tüm çelişkilerini (ya da tüm çelişkilerin tohumunu) açığa çıkarır. Daha sonraki anlatım bize tek tek parçalarının (Σ)’sı (toplamı) içinde, başından sonuna kadar bu çelişkilerin ve bu toplumun gelişimini (gerek büyümesini gerekse de hareketini) gösterir.” (Lenin, Aralık 1997, s. 97)
Meta mübadelesinde açığa çıkan değerin diyalektik (bir çelişme/zıtların birliği olarak) analiziyle başlayan burjuva toplumu incelemesi, Marks’ın kendisinin “benim yeni yaptığım şey” diye sözünü ettiği “bütün sınıfların ortadan kalkması için proletarya diktatörlüğü” bilincinin tüm nesnel dayanaklarıyla sunulmasıdır aslında. Bu bilinci proletarya kendi hareketinde üretemez ama proletaryanın kendi hareketi olmadan da bu bilinç üretilemezdi. Bilincin kaynağı bütün olarak toplumun hareketidir. Kullanım değeri ile değişim değeri çelişkisinden doğan modern toplumun tüm hareketinin komünizmle sonlanacağı bilgisi komünist çizginin özü hakkındaki en temel bilgidir. Proleter hareketin de içinde yer aldığı modern toplumun hücresi yani değer görüngüsü kendini en gelişmiş sosyalist toplum biçiminde de ama elbette emek gücünün meta olmaktan çıkması ve kolektif mülkiyete dönüşen üretim araçları nedeniyle farklı nitelikte gösterir. Lenin’den yaptığımız alıntı bu hareketin basit olan içinden çıkarılıp analiz edildiğini ve tüm toplumu kavramaya kadar bu analizin geliştirildiğini öğretir. Mao da bu gelişmeye, ilerlemeye dikkat çekmiştir; onun sosyalist ekonomiye yönelik tartışmaları bu bakımdan zengin bir birikim içerir. Gene burjuva toplumunun yansıması olan komünist partisinde “değerin büyüyen, gelişen, karmaşıklaşan” hareketine rastlamamız kaçınılmazdır ve nesnel bir sürecin, maddi bir hareketin yansıması olarak süreklidir; bu eşyanın tabiatı gereğidir!
Modern toplumun hücresinden doğup gelişen bütün bir sürecin içinde ve ona karşıt oluşan komünist bilincin komünist partisiyle maddi bir güce yöneldiğini dolayısıyla bu bilincin karşıtıyla aynı zeminde ve sonuna kadar mücadele içinde olduğunu; çağımızda “tarihi gelişmenin itici gücü” durumuna gelmiş olan sanayi proletaryasının da bu mücadele ile “kendi bilinci”ne, “kendi kendini yitirmenin teorik bilinci”ne (Marks-Engels, 2009, s. 62) kavuşacağını kavramak demektir. Mao iki çizgi mücadelesinin gerekli olduğunu savunduğunda egemenliğinden, yaygınlığından, sürekli üretiliyor oluşundan kuşku duymadığı burjuva ideolojisine karşı uyanık olup komünist bilincin zorunlu mücadelesine, daha da önemlisi sürekli geliştirilmesi gereğine dikkat çekmiş oluyordu. Elimizde hiçbir zaman hazır reçeteler olmayacağından (çünkü hiçbir toplum süreci bir başkasıyla tamamen aynı değildir ve aynı olamaz) ilerlemek için sürekli mücadele içinde öğrenmek zorundayız. İki çizgi mücadelesinin gerekliliği tezinden çıkaracağımız ders bu olmalıdır.
“Toplum içindeki sınıf savaşımının yansıması” olan parti içi savaşımı burjuvazinin alt tabaka unsurlarının partiye sızmasıyla açıklamak Lenin’in Kapital’de anlatılana dair yaptığı açıklamayı komünist partisi özelinde ihmal etmek olur. Oysa komünist partisi de sözü edilen “büyüme” sürecinin ve karmaşıklaşarak ilerleyen hareketin içinde bulunmaktadır; o, toplumun yıkıcı, olumsuz tarafı/kutbu olsa da gene de kapitalist toplumun bir ürünü ve parçasıdır; var oluşu kapitalizmi koşullayan bir nedendir. Marksist dünya görüşü, tek tek ülkelerdeki komünist partilerinin özgün MLM çizgileri de nihayet bu büyümenin ve hareketin en ilerideki ama kesinlikle devrimci bilgisi olarak anlaşılmalıdır. Materyalist diyalektik felsefenin öğrettiği budur. Bunun ihmal edilmesi durumunda komünist partisi ile proletarya arasındaki ilişki kavranamaz, sınıf savaşımı ile sendikal savaşım ayırt edilemez; komünist çizginin gelişmesindeki çelişki çözümlenemez ve bütün bu süreç sıçramalarla değil de “küçülme ve büyüme olarak, tekrar olarak gelişme” (Lenin, Aralık 1997, s. 97) anlayışıyla kavranır! “(Bu) hareket anlayışında KENDİ KENDİNE hareket, onun itici gücü, kaynağı, nedeni karanlıkta kalır” (aynı yerde).
Lenin’in sosyalist bilinçle proletaryanın kendiliğinden bilinci arasındaki ayrıma dair değerlendirmeleri de bu görüşün desteklenmesi bakımından dikkate değerdir ve anımsanmalıdır.
“Başkaldırmalar ezilenlerin yalnızca direnmeleriydi oysa sistemli grevle tohum halindeki sınıf savaşımını temsil ediyordu; ama yalnızca tohum halindeki. Kendi başlarına alındıklarında, bu grevler salt sendika savaşımlarıydı, henüz sosyal demokrat savaşımlar değillerdi. Bunlar işverenlerle işçilerin arasında uyanmaya başlayan düşmanlıkları gösteriyordu; ama işçiler, kendi çıkarlarının, modern siyasal ve toplumsal sistemin tümüyle uzlaşmaz bir biçimde çatıştığının bilincinde değillerdi ve olamazlardı da, yani onların bilinci henüz sosyal demokrat bir bilinç değildi.” (Lenin, 1997, s. 144)
Hemen bir sonraki paragrafta Lenin şöyle sürdürüyor açıklamayı:
“İşçilerin arasında sosyal demokrat bilincin olamayacağını söyledik. Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki işçi sınıfı kendi çabasıyla yalnızca sendika bilinci yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı savaşım vermenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancı geliştirebilir. Oysa sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir…”
Proletaryanın tarihteki yıkıcı rolünü kavraması, burjuva toplumunun tüm gerçekliği içinde vücut bulan kendi hareketinin çatışmalı/çelişmeli ilerleyişinde olanaklıdır; ne var ki bu kavrayış komünist bilinç değildir. Özel mülkiyetin proletaryayı yaratmakla kendi yok oluşunu gerçekleştirmekte olduğunu kavraması gibi proletarya da kendinde cisimleşen/somutlaşan “insanın yitimine” başkaldırı bilincini yaşayacaktır. Komünist bilinç ise tarihi bütün olarak kavramanın, proletaryanın “kendini yok ederek sınıfları ortadan kaldırma” bilincini ‘tarihin kumandası’na oturtmanın teorisidir.
Lenin’in vurguladığı gibi komünist bilinç işçi sınıfının, dolayısıyla işçi hareketinin varlığında ama onun dışında doğup gelişmiştir. Bu özellik komünist çizginin özel konumuna işaret eder. Proletaryanın varlığında “yalnızca tohum halindeki” sınıf savaşımı komünist çizginin somutlaşmasıyla “sosyal demokrat” (komünist) savaşıma dönüşür. Bu nedenle komünist çizgi burjuva toplumun tüm örgütlenmesinde hatta proletaryada veya onun birliği olarak sendikalarda değil, komünist partisi gibi özel bir yapıda gerçekliğe kavuşur.
“Kuşkusuz bir öğreti olarak sosyalizmin kökleri tıpkı proletaryanın sınıf savaşımı gibi, modern ekonomik ilişkilerde bulunmaktadır. Ve sosyalizm, ikincisi gibi kapitalizmin yığınlarda yarattığı yoksulluk ve sefalete karşı savaşımdan ortaya çıkar. Ama sosyalizm ve sınıf savaşımı yan yana doğar, birbirinden değil; her biri farklı koşullarda ortaya çıkar. Modern sosyalist bilinç, yalnızca derin bilimsel bilgi temeli üzerinden yükselebilir. Gerçekten de, modern ekonomi bilimi, diyelim modern teknoloji kadar, sosyalist üretim için bir koşuldur ve proletarya, ne denli isterse istesin, ne birini ne de ötekini yaratabilir; her ikisi de modern toplumsal süreçten ortaya çıkar. Bilimin taşıyıcısı proletarya değil, burjuva aydın tabakasıdır, modern sosyalizm bu tabakanın tek tek üyelerinin zihinlerinden kaynaklanmıştır, entelektüel olarak daha gelişmiş olan ve koşulların elverdiği yerlerde, proletaryanın sınıf savaşımının içine sokanlar, proleterlere iletenler de bunlar olmuştur. Demek oluyor ki sosyalist bilinç, proleter sınıf savaşımına dışarıdan verilen bir şeydir, onun içinden kendiliğinden çıkan bir şey değildir.” (Lenin, a.g.e., s. 153-54)
Konumuz bakımından bu anlayışın önemi şundandır: Komünist bilinç proletaryada içkin olsaydı biz onu komünist partisine özgüleyemezdik ve onu özellikle safkan proletarya için tanımlardık. Bu durumda “burjuvaziden proletaryaya doğru savrulmalarla beliren aykırı çizgi”leri de tanımlardık. Dolayısıyla bizim iki çizgi mücadelesini komünist partisi ile somutlaştırmamız da gerçekliğini kaybederdi; toplumdaki tüm örgütlenmelerde iki çizgi mücadelesi bir olasılığa sahip olurdu. Oysa Lenin bunun tam aksini kesin bir açıklıkla gösteriyor; komünist çizginin özel konumu, ortaya konduğu gibi onun proletarya ile ilişkisi de (yan yana ama birbirinden ayrı olmakla tanımlanan ilişki) görüşümüzün temeline uygun biçimde tanımlanıyor… Burjuva çizgi için de şunu belirtmeliyiz: o komünist çizginin tersine her yerdedir ve sonuna kadar vardır!
Gelişmiş ve Gelişimini Sürdürecek Komünist Çizgi MLM’dir
İki çizgi mücadelesini, komünist çizginin varlığında değil de burjuva sınıfın komünist partisine sızmasından ibaret hiziplere veya neredeyse hizip düzeyindeki oluşumlara karşı mücadelede tanımlamak/kavramak Marksizm’in, Leninizm’e ve Maoizm’e doğru gelişimini de eksik anlamaya neden olur.
Leninizm sadece hiziplere veya genel olarak burjuvazinin komünist harekete yönelik saldırılarına karşı oluşmadı. O bundan çok daha fazlasıdır; Marksizm gibi felsefede, ekonomi politikte ve bilimlerde durmaksızın süren ilerlemenin de bir sonucudur Leninizm. Burjuvazinin saldırıları veya hizipler onun oluşumuna etki eden, onu hızlandıran, kamçılayan, harekete geçiren, yoğunlaştıran vs. etkiler yaratmıştır ve bu, bilimin gelişmesinde çok önemli bir ögedir. Leninizm gibi Maoizm de burjuvazinin komünist partisindeki oluşumlarına karşı mücadele içinde gelişmekle beraber sadece bununla anlaşılmaz veya açıklanamaz. Marksizm-Leninizm-Maoizm nesnel gelişmelerin tutarlı, devrimci, komünist yorumuna dayanır öncelikle; sadece ideolojik bir akım olarak, proletaryanın çıkarlarının korunması ve gerçekleştirilmesi temelinde gelişen bir akım olarak değil -bunu zorunlu olarak içermekle beraber- o felsefenin, ekonomi politiğin, toplumdaki mücadelenin özünün, tüm sonuçların ve bilginin bilince çıkarılması, özellikle de kavranması temelinde gelişmiş bir akımdır. Bu nedenle bilim kategorisi içinde yer alır. Proletaryanın bakış açısında bulunması, bu sınıfın çıkarlarını ve kurtuluşunu temel alması onu ideolojik kılmakla birlikte “son sınıf savaşımı” dolayısıyla kendisiyle beraber tüm insanlığı kurtarmaya koşullu proletaryanın son sınıf olma özelliği nedeniyle bu ideolojik konumlanma ideolojilerin (elbette sınıflara dayalı ideolojilerin) sonunu da içerir! İdeolojik bakış açısı ile bilimin nesnel bakış açısı tarihte ilk kez, bu son sınıf savaşımı düzleminde uyum halindedir. Uyumun seyri sınıf bilinçli proletaryanın tarih sahnesinde belirmesiyle başlamıştır. Tüm bunlar bize MLM’nin sadece burjuvazinin saldırıları karşısında değil kesinlikle daha önemli ve belirleyici olarak nesnel gelişmelerin bilime uygun, bilimin nesnel bakış açısıyla da yorumlanmasıyla vücut bulduğunu gösterir. Proletaryanın dünya görüşü aynı zamanda nesnel gelişmelerin sonuçlarıyla uyumlu olmak zorundadır hatta uyumludur. Bu da onun aynı zamanda bilim olduğuna işaret eder. Bilimin “kendini savunmak”tan çok maddenin sonsuz hareketinden kaynaklanan sonsuz bilgiye sürekli erişme mücadelesi ile gelişmekte olduğunu kim inkâr edebilir? Komünist hareket, dolayısıyla komünist çizgi de sadece kendini savunmak değil bundan çok kendi kendine hareketin bir sonucu olarak, kendi bilgisini sürekli aşarak, kendini olumsuzlayarak; “Diyalektikte -o diyalektik ki olumsuzlama ögesini, tartışma götürmez biçimde ve hem de hatta en önemli ögesi olarak içinde barındırmaktadır.- özel ve belirgin olan, saf ve yalın olumsuzlama değildir, yok yere olumsuzlama değildir, şüpheci olumsuzlama değildir, duraklama, işkillenme değildir, hayır; bağın durağı olarak, olumluyu da koruyup sürdürmek şartıyla , yani hiç duraksamaz ve hiç katışıksız biçimde gelişimin durağı olarak…” (Lenin) gelişir. Burjuvazinin saldırıları komünist hareketin temel nedeni, itici gücü olarak değerlendirilemez ama kuşkusuz bu saldırılar da sonuçlarda etkendir.
Lenin, Marksizm’in “felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin doğrudan bir devamı olarak” doğduğunu söylemiştir. Bu üç kaynağın, aynı zamanda Marksizm’in üç öğesinin kapitalizmin gelişmiş olmasıyla, çok gelişmiş kapitalist toplum düzeniyle, Marks’ın Kapital’ine de temel teşkil eden çelişkinin ileri derecedeki niteliğiyle ilgili olduğu; ancak bu derecede gelişmiş bir toplum düzeyinde Marksizm’in doğabileceği, onun varlık koşulunun bu olduğu özellikle kavranmalıdır. Felsefede diyalektik, ekonomi politikte emeğe dayanan sermayenin dünya çapındaki örgütlenişi ve “özgür” kapitalist toplumun işçi sınıfı üzerindeki baskısının sonucu olarak gelişen sosyalist öğretiler Marksizm’in kaynaklarıdır ve aynı zamanda ögeleridir. MLM bunların bütün halinde kavranması ve proleter hareketin komünizme doğru geliştirilmesinin teorisidir. Komünist çizginin bu üç kaynaktan beslenen hareketinin sürekliliği felsefeden, ekonomi politikten ve toplumsal mücadeleden dolayıdır. Proletarya ancak bu mücadele içinde gelişebilir, bilinçlenebilir, zaferler kazanabilir; bu mücadele bittiğinde ise kendisi de yok olur.
Özetle, proletarya kapitalizmin var ettiği bir sınıftır, kapitalizmin dünya çapındaki egemenliğinin tamamen sona ereceği gün proletarya da yok olacaktır. Bu özelliği onun iç çelişmesini de oluşturur. “Proletaryada insan, gerçekte kendi kendini yitirmiş; ama aynı zamanda bu yitirmenin teorik bilincini de kazanmıştır.” (Marks-Engels, 2009, 62) Marks burada proletarya somutunda insanın “kendi kendini yitirmesi” ile “kurtuluş bilinci”ni aynı zamanda yaşamakta olduğunu çarpıcı bir ifade ile dile getiriyor. Proletaryanın bu çelişmesi burjuvaziyle özdeşliğinden (birliğinden) kaynaklanır. Proletarya sermayenin yaratıcısı, artı-değerin kaynağıdır ve kendini zorunlu bir biçimde kabul ettiren bir sefaletin içindedir. Kapitalizmin gelişimi “insanın yitiminin” proletarya somutunda artmasıdır, proletaryanın başkaldırısı bu yitime, insan dışılığa karşı gerçekleşmek durumundadır. Bunun teorik bilinci proletaryanın zihninde, tasarımında değil onun varlığında ve yapmak zorunda kalacağı büyük eylemin bütün sürecinde sürekli bir biçimde edinilmektedir. “En safkan proletarya” da bu çelişmeyi içerdiği için iki çizgi mücadelesinin bir alanı olmaktan çıkmaz ve çıkarılamaz!
F. Ali, Stalin’den alıntıyla proletaryanın “safkan” kesiminden söz ettiğinde kendi eksik kavrayışını biraz daha derinleştirmekten, Maoist iki çizgi mücadelesi teorisinden uzaklaşmaktan başka bir şey yapmıyor. Proletaryanın bir bütün olarak “kendi kendini yitirmiş insan”ı temsil ettiğini; meta toplumunun egemen ideolojisiyle, zihin dünyasıyla insan dışılığa mahkûm edildiğini; proletaryanın yıkıcı, başkaldıran özelliğinin tam da bugünkü dünyanın öteki kutbu olduğunu hiç konu etmiyor ve bize burjuvaziden savrularak gelenlere karşı mücadeleyi anlatıyor!
İki çizgi mücadelesini kapitalizmin tüm çelişkilerinin kaynağı olan “hücre”yi temel almadan; ama sadece bu hücrenin içinde olduğu ve belirlediği karmaşık bütününün hareketinde somutlaşan sayısız çelişmeyi rastlandığı koşullar ve sorunlarla birlikte incelemeden, ideolojik savaşımın ve gelişimin de bu hareketin dönüşmüş, diyalektik olarak gelişmiş, ileri bir boyutu olduğunu anlamadan, aynı anlama gelmek üzere parti içi savaşımın sınıflar arasındaki mücadelenin bir yansıması halinde gerçekleştiğini kavramadan açıklamak olanaksızdır.
F. Ali’nin çalışmasından hareketle tartıştığımız ve göstermek istediğimiz bu eksiklik iki çizgi mücadelesinde belirleyici bir öneme sahiptir.
II. BÖLÜM
“İki çizgi mücadelesi”nin kapsamını, dayandığı temel gerçekliği genel olarak tartıştıktan sonra F. Ali’nin ileri sürdüğü görüşleri kitaptaki sıraya göre ele almanın da yararlı olacağını sanıyoruz. Gene de bunun ayrıntılı bir kitap çözümlemesi olması beklenmemeli. Daha çok teoriye yönelik görüşlerimizi bir ölçüde somutlaştırmaya neden olacak türden bir tartışma yapmaya çalışacağız.
Komünist Partisinin Özgün Çelişkisi
Kitabın birinci bölümünde parti içindeki görüş ayrılıklarının nedenleri anlatılıyor. Burada savunulan görüşler, iki çizgi mücadelesinin teorisi olmak dışında yabancısı olmadığımız, kabul ettiğimiz görüşlerdir. Marksizm’den her tür sapmanın burjuva karşı devriminin etkisiyle gerçekleştiği ve proletarya saflarına, dolayısıyla parti saflarına da savrulan küçük burjuvaların kendi sınıf kaygılarını, yönelimlerini, düşünme biçimlerini de beraberlerinde getirdikleri kuşkusuz doğrudur. Bu küçük burjuva kaygı, yönelim ve düşünme biçimlerini özellikle ve aksatılamaz bir görev bilinciyle açığa çıkarmak, bunlarla mücadele içinde olduğunu bilmek belirleyici derecede önemlidir. Bunun sürekli bir sorun olduğunu da vurgulamalıyız. Sonuçta bu sapmalar, küçük burjuva kaygı, yönelim ve düşünme biçimleri burjuvaziye yarar, kaçınılmaz olarak bu karşı devrimci sınıfa hizmet eder, onunla uzlaşma eğilimindedirler, hatta bu uzlaşmayı dayatırlar. Bunlara başından sonuna kadar önlemler almak gerektiği açıktır. Ayrıca bu mücadele sürecinin parti saflarındaki öznelci, sekter yaklaşımların kaynağı küçük burjuvaların da arınmasına neden olacağı belirtilmelidir. Küçük burjuvalar kadar tüm “safkan proleterlerin de bu süreçten geçeceği unutulmamalıdır. Yaptığımız ek vurgu ve hatırlatmayla beraber buradaki görüşler doğrudur; Ne var ki bunlar “iki çizgi”nin teorisi olmaktan uzaktır.
F.Ali tartışmaya gerek duymadan, daha baştan en önemli sorun hakkında, doğrudan proletarya ve onun öncüsü olmaktan ibaret parti hakkında bir ön kabule sahip. Küçük burjuvaziden savrulmalar olmazdan önceyi; yani sorunu bu savrulmalardan hariç tutarak ele almayı aklından geçirmiyor. Çünkü proletaryanın ve öncüsü komünist partisinin öz çıkarlarına rağmen hareket etmeyeceği, burjuvaziyle uyum göstermeyeceği, onun çıkarlarına bağlanmayacağı kesin bir kuraldır ona göre! Bu kuralı ancak saflara savrulmuş küçük burjuvalar bozabilir, hatta “kaçınılmaz” olarak bunlar bozacaktır. Bunu kabul etmemiz gerekiyor ilkin, hiç tartışmadan üstelik! Bundan sonra ise şu söyleniyor: “… Devrimci Marksizm’den sapmaları ya da görüş ayrılıklarını yaratan şey burjuva karşı-devrimidir, proletaryanın üzerindeki burjuva etkidir. Ya da aynı anlama gelmek üzere ‘proletarya üzerinde burjuva etkinin bir tezahür’üdür.” (F. Ali, 2018, s. 13) Bu iki çizgi mücadelesinin temeli olmamakla beraber sadece belirli bir gerçekliği açıklar. Proletaryanın sınıf çıkarlarına aykırı görüşlerin komünist partisindeki varlığı burjuva sistemin taktiklerinin, uygulamalarının, temsil ettiği anlayışların vs. belirtisidir; bunlar burjuva etki olmadan gelişemezler. Tamamen doğru; fakat bu etkiyi ve savrularak saflara katılmış küçük burjuvaları iki çizgi mücadelesinin temel unsuru olarak göstermek dış nedenleri iç nedenler yerine geçirmek olur. Bu da diyalektik materyalizmin temel yasası olan çelişme yasasına, “çelişki içtedir” tezine aykırıdır.
Burjuvazinin baskısı komünist partisi içinde etkiler yaratıyorsa, burjuvaziden gelen fikirler parti içerisinde yayılma fırsatı buluyorsa, hatta bu yolla parti ele geçirilebiliyorsa komünist partisinin özü olan komünist çizginin irdelenmesi gerekir. Ünlü örnek hatırlansın: yumurtadan civciv çıkmasının temel nedeni yumurtanın içinde, uygun ısıdan önce döllenmiş hücrenin, yani zigotun bulunmasıdır. Uygun ısı ancak bu temel neden, yani zigot aracılığıyla etkili olur. Yumurtadaki zigot civcive doğru gelişme ve gelişmeme zıtlığını barındırır. Bu zıtlık var olma koşuludur. Komünist partisinin de böyle bir iç nedeni, bir zıtlığı olmalıdır, onun varlığı bunu gerektirir. Onun varlığında, daha başlangıçta, dış etkilerden, savrulmalardan da önce “kendisi olmayan” bulunuyor olmalıdır. Burjuvazinin etkisi ancak sonradan komünist çizginin gelişimine etki edebilmelidir.
F.Ali iki çizgi mücadelesini dış nedenlere bağlı ya da dış nedenlerden kaynaklanan bir olay olarak kavrıyor ve öyle açıklıyor. Yazdıklarından hareketle onun düşüncesini şöyle özetlemek mümkün; yaşam koşullarının kötüleşmesi sonucu küçük üretici – küçük mülk sahibi kesimler kolayca aşırı devrimciliğe yönelip komünist saflara kadar savrulurlar. Parti saflarına savrulan bu kesimden gelmiş komünist partisi üyeleri parti içerisinde özgün bir taban oluştururlar. Bu taban burjuva etkiye teslim olmuş, parti içerisinde genel politik çizgiye ters kulvarda yol alan, küçük burjuva ideolojide bir çizginin doğup gelişmesine kaçınılmaz olarak yol açar.( bkz. age, s. 29)
Bu açıklama parti içerisindeki burjuva görüşleri, yaklaşımları, oluşumları anlamaya bir ölçüde yardımcı olur; ama bunların parti üzerindeki etkilerini, partiyi ele geçirebilme yeteneklerini, komünist çizginin bunlarla mücadeledeki kendi hareketini, sonuç olarak da komünist hareketin gelişim dinamiğini kavramaya olanak vermez. Komünist çizginin uzaktaki dostları olarak “kolayca aşırı devrimciliğe yönelmiş, proleter saflara savrulmuş” küçük burjuvalardan söz edilebilir ve “komünist çizgiyi kavramakta zorlanacak” bu kesime özellikle dikkat çekilebilir; ne var ki bu çizginin yürütmek zorunda olduğu genel mücadelede sahip olması ve sürekli üretilmesi gereken sağlam ideolojik duruş, politik yetkinlik, teorik donanım, her yeni durum ve sorunda doğru seçimler yapabilme yeteneği bakımından pek bilgi içermez. Bunlar için daha derin, daha yoğun ve özellikle de “kendi hareketi” kavramına dayanan bir süreç üzerinde durulmalıdır.
SBKP Kruşçev liderliğinde revizyonizme mahkûm olup komünist niteliğini yitirdiğinde komünist çizgi de SBKP’de etkisizleşmiş ve hızla tasfiye edilebilmiştir. Komünist niteliğin Kruşçev revizyonizminin saldırısı ile yitirilmesi komünist çizginin kendi hareketinin, yani iki çizgi mücadelesinde başat olan unsurun kaybolması ile sonuçlanmıştır. Bunu revizyonizmin başarısından önce komünist çizginin “kendisi olmayana karşı başarısız” olması ile açıklamak gerekir. Dış neden sürecin böyle gelişmesine aracılık etmişse de komünist hareketin dinamiğinin çalışmaması, yani iç neden bu süreçteki belirleyici unsurdur. Revizyonistleşen SBKP’de “aykırı çizgi” durumuna geçen komünist çizginin hızla tasfiye edilebilmesi, hatta kaybolması bize parti içerisinde revizyonizmin egemenliğinin iki çizgi mücadelesini nasıl olanaksız kıldığını göstermesi bakımından da önemli bir veridir. Böyle zamanlarda mücadele yeni biçimlere bürünmek zorundadır. Lenin’in “fraksiyonlar dönemi” tezi bu bakımdan özeldir. Bu dönem Leninist fraksiyonun gelişiminde çok özel bir yere sahiptir ve komünist partisinin yeniden doğmasında belirleyici önemdedir.
Çin’de de benzer bir süreç yine özel bir mücadeleye neden olmuştur. ÇKP’nin, Deng önderliğindeki revizyonizmin sinsi darbesi sonucunda kapitalist yola yönelmesi ile başlayan süreçte iki çizgi mücadelesi burada da hızla geriledi ve olanaksızlaştı; mücadele yeni bir biçimle sürdürülmek zorundaydı; ama bu başarılamadı… Büyük Proleter Kültür Devrimi sırasında Mao Zedung “düşmanın nerede olduğunu bilmiyorsunuz” deyip doğru hedefi işaret ettiğinde komünistlere komünist partisini göstermişti ve komünist partisine karşı gelişen büyük kitle eylemi bir iki çizgi mücadelesi değil bir devrimdi! İktidarı ele geçirmiş olan burjuvazi şiddete dayalı bir devrimle yerinden ediliyordu. Kuşkusuz bu devrimin –hem öncesinde hem de aynı esnada- parti içindeki yansıması olarak iki çizgi mücadelesi de sürmüştür. Parti içerisindeki iki çizgi mücadelesinin koşulları ortadan kalktığında veya esas olarak olanaksızlaştığında izlenen bu devrim yolu da bizim için büyük bir deneyimdir.
Bu özel durumlarda gerçekleşen mücadele biçimleri iki çizgi mücadelesinin nerede ve nasıl olanaklı olduğu hakkında fikir vermektedir ve aynı zamanda onun “ne olmadığı”nı da öğretmektedir. İki çizgi mücadelesi komünist çizginin kendisiyle doğrudan ilgilidir. Komünist çizginin kendi gelişimi ile ilgilidir; burjuva fikirler ve bu fikirlerin hareketi ile meydana gelen sapma akım ve fraksiyonların iki çizgi mücadelesindeki konumları başat değildir; bunların teorideki konumu komünist çizginin varlığında mücadelenin konumudur. Komünist çizgi yoksa iki çizgi mücadelesi de yoktur!
Evet, Lenin’de Stalin’de revizyonizmin, oportünizmin, anarşizmin; genel olarak küçük burjuva devrimciliğinin kaçınılmazlığını kapitalist toplumda proletaryanın yanı başındaki geniş tabakalara, küçük mülk sahiplerine dayandırdılar. Bunda bir yanlış yok. Ancak sorun iki çizgi mücadelesini açıklamaksa bunun yeri belirleyici değildir. Çünkü bu kesimlere karşı mücadeleler komünist çizginin gelişimine ciddi katkılar sağlamış olsa da- bu mücadeleler bundan sonra da gerçekleşecek ve komünist çizgiyi geliştirmeye devam edecektir- komünist çizginin kendi hareketini açıklamakta yetersizdir. Lenin’i okuduğumuzda iki çizgi mücadelesine dair teorik bir açıklama değil; komünist çizginin karşıtlarına karşı mücadelesinin özel biçimlerini, belirli durumları, bu durumların gelişme süreçlerini görürüz. Burjuvazinin sürgit saldırılarının komünist saflardaki sonuçlarına karşı mücadeleyi öğreniriz; ama asıl ilgilenmemiz gereken, örneğin Marksizm’in Leninizm’e evrilme sürecidir. İki çizgi mücadelesinin gerçek sonuçları bu evrilme sürecindedir. Kaustky’nin, Plehanov’un komünist çizgiyi sürdürememelerinin nedenleri de aynı sürecin içindedir. Komünist çizginin bütün mücadeleleri bize iki çizgi mücadelesini kavramak bakımından bir başlangıç bilgisi verir; asıl mesele bu mücadelelerin komünist çizgide neleri, nasıl harekete geçirdiğidir, komünist partisinin kendi hareketinin çelişki yasasına uygun incelenmesidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi komünist çizginin gelişimi aynı zamanda komünist partisi içinde kaçınılmaz ve sürekli olan komünist olmayana, başka türlü ifade etmek gerekirse, komünist hareketi engelleyen her şeye, dolayısıyla kendi bilincine de karşıdır ve iki çizgi mücadelesi bu karşıtlıkta somutlaşır. Tam da bu nedenle bazen “hizip tasfiyeleri” gerçek ilerlemeye neden olmaz. İlerleyememek anlamındaki olumsuz sonuç hizbin niteliğinden ayrı olarak komünist çizginin kendi yetmezliklerinde anlaşılabilirdir.
İki Çizgi Mücadelesinin Basitleştirilmesi
F. Ali kitabının ikinci bölümünde çizgi kavramının açılımını yapıyor. Bu açılımın çizgiyi hiziplerle, parti içerisinde olası burjuva platformlarla eşitleme mantığına dayandığını belirtmiş ve bunun eksik dolayısıyla yanlış bir iki çizgi mücadelesi teorisine neden olduğunu açıklamıştık. Kitabın bu bölümünde bu eksik teorinin açıklamasını okuyoruz.
F. Ali “her farklı görüş ayrılığı ya da küçük görüş farklılıkları çizgi değildir” (age, s. 38) dedikten sonra Mao’dan alıntılarla bu görüşünü ispat etmeye çalışıyor. Elbette hiziplerle mücadele ve parti içerisindeki küçük hatalara karşı mücadele aynı niteliğe sahip olmaz ve Mao’nun hizipler konusunda Lenin ve Stalin’den farklı bir yaklaşımı olmadığı da bir gerçektir. Ne var ki iki çizgi mücadelesi bunun ötesindeki bir durumun, daha doğrusu bir çelişmenin teorisidir; Mao bu nedenle açıklamalarıyla özgünleşir. Mao’dan yapılan alıntılar aslında bu içerikteki kavrayışa dayanıyor; Han Suyin’in yorumuna veya tespitlerine haklılık kazandırıyor bu alıntılar.
Mao’nun “… İdeolojik öznelcilik, siyasette sağ ve ‘sol’ sapmalar, örgütlenmede sekterizm olarak bir siyasal çizgide kristalize olsunlar veya olmasınlar parti önderliğini ele geçirsinler veya geçirmesinler hep küçük burjuva ideolojisinin anti-ML ve anti-proleter görüntüleridir” sözü parti içerisindeki aykırı çizginin genel niteliğini tarif etmektedir; anti-ML ve anti-proleter kavramı tam da “aykırı çizgi”nin tanımıdır. Bu çizginin çeşitli düzeylerde belirmesi, yoğunlaşma derecesi, belirginliği mücadelenin biçimini ve seyrini etkilese de hepsinin bir bütün halinde anti-Marksist-Leninist ve anti-proleter olması nedeniyle bunlarla kesintisiz mücadele kaçınılmazdır ve hatta kesindir ve elbette süreklidir. Alıntıdaki temel görüş budur. Mao’nun “bir çizgide kristalize olma”yı iki çizgi mücadelesinde belirleyici bir öğe olarak görmediğini sadece bu alıntıdan hareketle bile anlamak mümkün. “Bir çizgide kristalize olma” hali yoğunluk derecesine işaret eder; kristalize olmamak bir çizgiye denk düşmemek, onun bir belirtisi olmamak biçiminde yorumlanamaz ve tanımlanamaz; çünkü hepsi için “anti- ML ve anti-proleter görüntüler” denmiştir!
Aynı alıntıda Mao bütün ideolojik-politik meselelerde ve örgütle ilgili sorunlarda öznelciliğin, sekterizmin, her yöndeki sapmanın komünist hareket içerisinde maddi koşulları bulunan olasılıklar dizisi olduğunu, dolayısıyla anti MLM ve anti proleter bakış açısının sürekli bir tehdit oluşturduğunu da açıkça ifade etmiş oluyor. Buna ek olarak “küçük burjuva ideolojisi”nin proletaryanın saflarında, dahası komünist partisi saflarında sadece küçük burjuvaziden proleter saflara doğru gerçekleşebilen savrulmalarla meydana gelmediğini bugüne kadarki tüm deneyimlerden artık öğrenmiş olmalıyız. Bir sınıfın tarih içerisinde ve nesnel düzeyde ideolojik bakımdan ne durumda olduğunu ortaya koymak başkadır, sınıfa dahil bireylerin ve genel olarak sınıfın andaki ideolojik durumunu tanımlamak başkadır.
“Proletaryanın o sert, ama güçlendirici emek okulundan geçmesi boşuna değildir. Söz konusu olan şu ya da bu proleterin ya da hatta tüm proletaryanın bir an için (şu an için-bn) hangi ereği tasarladığını bilmek değildir. Söz konusu olan proletaryanın ne olduğunu ve bu varlık uyarınca tarihsel olarak neyi yapmak zorunda kalacağını bilmektir.” (Marks-Engels, 2009, s, 62)
Proletaryanın tarihin akışı içinde kazanacağı bilinç onun kendiliğinden gelişen bilincinin ötesinde olacaktır; proletaryanın kendiliğinden bilinci Marks’ın “proletaryanın bir an için tasarladığı ereği” ile tarif ettiği bilinç düzeyidir ki bu bilincin burjuva hegemonyası sınırlarında olduğunu Lenin etraflıca açıklamıştır. Marksizm-Leninizm-Maoizm’in sınıfla birleşmesi aynı zaman dilimindeki iki farklı hareketin birleşmesi olarak değerlendirilmelidir. Kendiliğinden bilinci sınıf bilinci olarak kavramak, bu iki hareketi aynılaştırmak proletaryanın burjuva hegemonyası altındaki gerçekliğini ihmal etmek olur ki bu öznelciliktir ve revizyonizme götürür. Söz konusu iki hareketin birleşmesinin kendi tarihi olacaktır ve bu tarihin aynı zamanda komünist partisi tarihi olduğu açık olmalıdır. Çünkü “dışarıdan bilinç taşıma” görevi, yani iki hareketi birleştirme görevi komünist partisinindir. Bu durumda küçük burjuva ideolojisinin sınıfta var olan bir ideoloji olarak, biliminin (MLM’nin) sınıfla birleşmesi önünde bu bakımdan “ideolojik bir yönlendirici” olarak bir engel olduğu da anlaşılır. Küçük burjuva ideolojisinin “dışarıdan savrulmalar”la değil sadece, sınıfın kendiliğinden hareketinde de yer bulduğu ve burada da gelişebildiği bir gerçekliktir. Proletaryayı “kendiliğinden sınıf” olmaktan, yani burjuva ideolojisinin zincirleyen, kuşatan, dardeneyci, genel olarak söylersek reformizm sığlığından kurtaracak olan nihayet bununla mücadele ederek gelişen komünist çizgi, bilimin somutlaşan eylemi olacaktır. Komünizm bilincinin proletaryasız gerçekleşmesi olanaksız olduğu gibi proletaryanın da komünizm bilinci veya komünist hareket olmadan kurtuluşu olanaksızdır. Komünist hareket bu nedenle MLM ve proleter olmak zorundadır; ne proletaryasız MLM olabilir ne de “kendi yitiminin teorik bilinci” oluşmadan proletarya önderliğinde insanlığın kurtuluşu. Aynı sürecin ürünü olan bu iki bilincin biri diğerini belirleyecek biçimde sentezlenmesi, bu anlama gelmek üzere komünist çizginin oluşması gerekir. İki çizgi mücadelesinin teori olarak kurulacağı temellerden biridir bu nokta. O nedenle Mao nitelikleri, düzeyleri farklı da olsa hepsi için “anti- Marksist-Leninist ve anti-proleter” demektedir. Bu şu anlama gelir: Siyasal bir çizgide kristalize olsun veya olmasın, parti önderliğini ele geçirsin veya geçirmesin bütün bu öznelci, sapma, sekter görüntüler özdeki (zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına doğru ilerleyen hareketteki) küçük burjuva ideolojisinin varlık biçimleridir. Bu varlık sadece siyasi bir çizgide kristalize olduğunda veya parti önderliğini ele geçirmek üzere harekete geçtiğinde başlamaz, karşıtlık başından itibaren vardır ve sürecin sonuna kadar da var olacaktır.
Aynı sayfada yer alan diğer Mao alıntısı da F.Ali’nin görüşünü destekler nitelikte değildir. Çünkü ilke sorunlarının bazen veya geçici olarak var olduğu söylenemez. Komünistlerin iki çizgi mücadelesini aksattıkları veya küçümsedikleri her durumda ilkelerin uygulanmaması gerçekliği söz konusudur. “Modern revizyonizmle mücadele komünist hareket içindeki bir savaşımdır” dendiğinde alacağımız ders: Bu akımın komünist hareket içindeki varlığını problem edecek ve bu akımı tasfiye etmeyi başaracak bir mücadelenin gerekli olduğudur. İlke düzeyinde ele alınması gereken bu mücadele komünistlerin var olma, dolayısıyla eylemlerini sürdürme şartıdır.
F.Ali “ilkelere denk düşmesi” vurgusu için “işin iliği ve özü” diyor. Bizim de şunu sormamız gerekiyor: ilkelere denk düşmeyen ne vardır? Gelişmiş olsun/olmasın, bir platforma dönüşsün/dönüşmesin küçük burjuva ideolojisinin her bir görüntüsü onun öz hareketinden kaynaklanmaz mı? Küçük sorunların derininde ilkeler bulunmaz mı, “yüzeydeki komünist görüntü kaydığında burjuvaziye rastlanıyor” değil mi? Eğer bu görüntüler varsa, gerçekse ve sürekli rastlanansa neden özhareketin varlığı, gerçekliği ve sürekliliği yok sayılsın veya biz neden meselenin sadece niceliği ile yetinelim; neden ideolojik sürekliliğini kabul etmeyelim?… Tartışma konumuz teorik düzlemde iki çizginin varlığı ise aykırı çizginin nicel durumunu belirleyici öğe olarak ele almak yanlış bir yöntem olur; nicelik bu durumda bir alt başlık olur sadece. Konumuz proleter hareketin “kendi sonuna doğru” sürekli ilerlemesidir. Bu hareket durarak, salt kendini savunarak değil, bunları da içermekle beraber, bu sürece yansıyan küçük burjuva ideolojisinin tüm görüntüleriyle, bunların ilkelere denk düşen biçimler olduğunu; ama ilkeleri saptamanın derinlikli incelemeler gerektireceğini bilerek, dolayısıyla hiçbirini küçümsemeden, görmezlikten gelmeden ve özellikle mücadele içinde ilerleyecektir. Kendisini de yok edecek olan proletaryanın hareketi açısından bu tamamen, sonuna kadar devrimci olmak zorundadır.
“Öznelciliğin veya sekterizmin bazen çizgi niteliğine varmadan, basit bir sapma, küçük bir hata olarak gerçekleşmesi ve bir mücadele ile aşılması”(age, s. 39) dediği durumda F. Ali bu mücadelenin ne tür bir mücadele olacağını tartışmıyor. Elbette çizgiye denk düşen; ama henüz çizgileşmemiş veya hizip haline gelmemiş, bir platform oluşturmamış hataları büyük yanlışlıklarla aynı görmemek gerekir. Her bir nitelik ayrı değerlendirilmelidir; hatta niteliğin kendindeki her bir olay veya durum özel değerlendirmeye alınmalıdır. Bilimin reçete değil kılavuz olduğunu, “aynı” dediğiniz şeylerin aslında hiçbir zaman aynı olmadığını, her şeyin özgün olduğunu, gerçekliğin özgün olacağını bilmek gerekir. F. Ali çizgi kavramının teorideki yerini ısrarla belli nitelikteki sapma/öznelcilik/sekterlikle düşünüyor. Oysa temel sorun her durumda büyük veya küçük, hizip veya değil, çoğunluk veya azınlık, her ne biçimde olursa olsun komünist çizginin bunlarla mücadelesinin “kendisi olmayanla mücadelesi” olduğudur. Değişmeyen, sürekli olan ve teori düzeyinde tanımlanması gereken bu mücadeledir. Bu mücadelenin hem kaçınılmaz olduğu, dolayısıyla hem de sürekli olduğu gerçeği mutlaktır. Biz “komünist çizginin varlığı bu mücadeleyi zorunlu kılar” diyoruz. F. Ali ise bu mücadeleyi teori düzeyinde tartışmıyor, mücadeleyi biçimleri içinde teorileştirmeye çabalıyor; “Mao giysisi içinde liberal işçi siyasetine yelken açan anlayışı” (age, s. 41), hizip dediğiniz çizgileri genelleştirmekle, bu anlamda çizgi kavramını yozlaştırıp hizipleri meşrulaştırmakla deşifre edip suçluyor; bu anlayışla Maoculuk arasına, dolayısıyla aramıza mesafe koyuyor. Sözü edilen anlayışın mahkûm edilmesi gerektiği doğru; fakat teori ile ilgili çalışmada bunun çok ötesine gidilmeliydi. F. Ali bunun ötesine gidemiyor, bu yönde bir çaba da göstermemiş; çünkü durduğu yerden ötesini göremiyor.
F. Ali parti içerisindeki mücadelenin her zaman hizip niteliğindeki çizgi mücadelesi olmayacağını ustalardan aktarımlarla, onların deneyimlerinden örnekler vererek ve ilkelerin açılımını yaparak anlatıyor. Komünist partilerinin tarihinde hiziplerle mücadele çok büyük bir yer kaplasa da elbette bu tarihte “hizip niteliğinde çizgi” olmayan, küçük, kendi başınayken önemsiz, düzeltilebilir veya düzeltilmesi görece kolay; deneyim veya denetim eksikliğine, bilgisizliğe, dikkatsizliğe, tembelliğe dayanan hatalar, yanlışlar da vardır. İki çizgi mücadelesinin sürekliliğini savunan, dolayısıyla bu teorinin bir komünist partisi anlayışı olduğunu ileri sürenlerin bunu göz ardı ettikleri söylenebilir mi? Ya da iki çizgi mücadelesinin kapsamını böyle kavramak ve derinleştirmek liberal işçi siyaseti anlayışına yelken açmak mıdır? F. Ali bu sorulara “evet” denilmesinden yana. Eğer “…bazen de o noktaya varmadan, salt basit bir sapma ya da küçük bir hata olarak varlığını sürdür”en (age, s. 39) “sağ ya da ‘sol’ sapma, ideolojik öznelcilik, örgütsel alandaki sekterizm” (aynı yerde) ile mücadele etmek gerektiği açıksa bunun parti içi çelişmelerin teorisi olan iki çizgi mücadelesi kapsamında ele alınması neden liberal işçi siyaseti anlayışına yelken açmak olsun? Liberal işçi siyaseti anlayışında olanların yanlışı çizgiyi F. Ali gibi kavramamaları değil komünist çizgiye dayanmamalarıdır, bu meseleyi tartışırken komünist çizgiyi temel almamalarıdır. Onları Maoculuktan ve tabiî ki bizden ayıran temel mesele budur. Onlar için her şey iki çizginin konusudur ve iki çizgi mücadelesi her yerdedir! İki çizgi mücadelesini salt parti içi demokrasi olarak anlamak ve bu demokrasiyi bütün toplumun özgürlüğe doğru gelişmesinin dinamiği olarak lanse etmek; işte liberalizmin hastalıklı düşüncesinin özeti. Lenin’in “Ne Yapmalı”da “eleştiri özgürlüğü” adıyla eleştirdiği de bu düşünce biçimidir. F.Ali liberalizmle arasına bir çizgi çekmek yerine, kapsamını daraltıp basitleştirerek iki çizgi mücadelesi ile arasına çizgi çekiyor. Teoriyi derinlemesine kavramayı başaramıyor, hatta bunu reddediyor. F.Ali bu teoride konu edilen mücadelenin her düzeyde önemli olduğunu, küçük hataların da küçük burjuva ideolojisinin parti içerisindeki görüntüleri olduğunu, açığa çıkarılıp mücadele edilerek aşılmadığında bu hataların- “küçük burjuva ideolojisine denk düştükleri” için – gelişebileceklerini, çünkü toplumdaki çelişmelerin, partinin çelişmeler karşısındaki sonu gelmez mücadele sorumluluğunun, dolayısıyla pratiğinin bu hatalara daima kaynak olduğunu ısrarla ihmal ediyor. Oportünizmin sinsi ve ilkesiz hareket tarzını küçümsemenin küçük hatalarda içkin olan büyük yanlışları, “çizgiye denk düşen” veya “ilke düzeyindeki” ideolojik sapmaları görmemek ya da ihmal etmek olduğunu tecrübeli her devrimci gibi F.Ali de biliyor olmalıdır. Ayrıca kendisinin de ifade ettiği gibi “çok küçük hatalarda MÜCADELEYLE aşılan”; mücadele edilmediğinde aşılamazlar ve küçük hatalar kaçınılmaz olarak büyürler. İki çizgi mücadelesinin bunları da kapsıyor olması bu nedenle önemli, anlamlı, doğru ve teori düzeyinde bilime uygundur.
Çizgi ve Nesnellik
F. Ali’nin “önemli olan şey sözcüklerin içeriğidir, onların aldatıcılığına kapılmak değil” (age, s. 41) uyarısı özel bir değiniyi hak ediyor. Hemen belirtelim ki bu uyarıya konu özgülünde önce kendisi uymamış görünüyor!
Ama önce cümlenin düzeltilmesinde yarar var. Bu haliyle “sözcüklerin aldatıcılığına kapılmak önemli değil” denmiş oluyor ki denmek istenen bu değil. F. Ali bize sözcüklerin içeriğini inceleyin, öğrenin; onları biçim düzeyinde kavrarsanız aldatıcı olabilirler ve yanlış fikirlere yol açabilirler diyor. Çünkü çizgi kavramının içeriğinden bağımsız olarak genelleştirildiği düşüncesinde. Fakat görüyoruz ki sözcüğün içeriğini biçime kurban eden kendisidir. Çizgi kavramını nesnelliği inceleyerek, dolayısıyla somuttaki diyalektik hareketi takip ederek açıklamıyor F. Ali; kavramı düşünce alanındaki belli biçimleriyle örnekleyip sadece o biçimlerde kabul etmek gerektiğini savunuyor. Şöyle diyebiliriz: “İki çizgi mücadelesi” yerine “hiziplerle veya parti içindeki burjuva oluşumlarla mücadele” denseydi eğer F. Ali’nin içinden çıkamadığı “karmaşa” da yaşanmayacaktı. Ama ne yazık ki iki çizgi denmiştir ve bunun her fikir ayrılığını kapsadığı düşüncesine de kapı açılmıştır…
F.Ali çizgi kavramının içeriğini incelemiş midir? Bize bu kavramın dayandığı nesnel çelişmeyi açıklamış mıdır? Örneğin komünist çizginin kaynaklarını ve oluşum zeminini göstermiş midir? Doğrudan bir amaçla ve çabayla hayır; buna karşın dolaylı olarak parti içerisindeki fikir çatışmalarının nedenini anlatırken aslında çizgilerin nesnel hareketini göstermiştir. Onun eksik bıraktığı şey bu hareketin düşünce dünyasında aldığı biçimdir. Çizgiler bu hareketin kavramlaşmış, soyut halidir. F. Ali bu biçimin somutlaşmış hallerini konu eden alıntılarla veya olay anlatımlarıyla kavramın içeriğini tanımlamaya çalışmış. Evet, konu ettiği, ele aldığı örnekler birer çizgidir; ama bunlar “önemli”, hatta çoklukla “kriz” denilebilecek türden ve somut çizgi mücadelelerini anlatmaktadır. F. Ali sadece bunları ve “neredeyse böyle olanları” iki çizgi mücadelesinin konusu olarak kavrıyor. Böyle düşünmesinin nedenini parti içinde burjuva akımların varlığını meşrulaştırmamak biçiminde açıklıyor. Bu bir iyi niyet olsa da komünist çizginin varlığında kaçınılmaz olan komünist olmayan (dolayısıyla burjuva çizgiye denk düşen) çizginin meşruluğunu ya da meşrulaştırılmasını tartışmak saçmadır; gereksizdir. F. Ali liberal işçi siyasetine veya Hocacılara karşı iki çizgi mücadelesini savunurken bu teorinin parti içerisinde burjuvaziyi meşrulaştırmadığını açıklamaya çalışacağına, böyle bir safsatayla uğraşacağına çelişme yasasının evrenselliği ve özgünlüğünü komünist partisi somutunda irdelemeye yönelseydi bilime uygun bir yaklaşım göstermiş olurdu. İki revizyonist akımın da ortak noktası çelişme yasasına dayanmamaları, spekülasyon içinde tartışmalarıdır. F. Ali’nin, onların bu özelliğini açığa çıkarmak yerine “meşrulaştırma” tartışmasına, “Maoculuk” adına katılım göstermiş olması teorinin özüne uzaklığını somutlaştırmıştır. Çelişme yasasının parti somutunda aldığı özgün biçimi anlamakta başarısız olan Hocacı anlayış ile partideki “özgün çelişme”yi “evrensel çelişme” olarak kavrayan liberal işçi siyaseti anlayışı özde aynı çözümsüzlüğün içindeler. F. Ali bu problemleri görmekle beraber iki çizgi mücadelesini çelişme yasasına dayanarak incelemediği için yanlış tartışmaya, çözümsüzlüğe sadece görece daha ileri bir seviyede katılıyor. Hocacılara karşı partinin de başka her gerçek gibi bir çelişme olduğunu savunamıyor veya komünist çizginin komünist partisinin özgünlüğü olduğunu ortaya koyarak liberal işçi siyaseti anlayışının iki çizgi mücadelesinin içini boşalttığını gösteremiyor.
F. Ali “önemli olan ve olmayan” ya da “farklı derecelerdeki” çizgi mücadelelerini konu eden bir çalışma yapsaydı onun çizgi kavramının neden olacağı olası karmaşalara, yanılsamalara, dolayısıyla yanlış fikirlere; yani her çizgi mücadelesini aynı biçimde ele alma veya aynı görme ve çözme gibi bir yanlış anlayışa karşı iyi bir deneyim sunumu yaptığından söz edebilirdik. Ne var ki çalışma iki çizgi mücadelesinin tarihi ve teorisi hakkında ve burada çizgi kavramı, bazı önemli olaylardaki içerik genelleştirilip sadece bu içerikteki oluşumlarla açıklanıyor, bununla sınırlandırılıyor; kavramın bütün fikir ayrılıklarını, parti içi mücadeleleri kapsayacak derecede genelleştirilmesini de “fraksiyon olmayı hak etmeyen” önemsiz yanlışları, pratik-güncel sorunlara ilişkin hatalı görüşleri çizgi adı altında abartmak, “gerçeklik sınırlarını aşıp saçmalamak” diyerek mahkûm ediyor. Oysa fikirlerin kaynağını ve gelişim halindeki hareketini temel aldığımızda çizginin de bunların bütününü temsil eden bir süreç ve aynı zamanda sonuç olduğunu anlamak zor olmasa gerek ve F. Ali’nin belirlediği sınırların bu şekilde aşılması gerçeğe, dolayısıyla akla-mantığa aykırı olmaz. “Basit bir hatalı görüş”ün sınıf savaşımında sonuç olarak bir rolü olabildiğini öne sürmek onu abartmak olmaz; ama bu rolü yok saymak gerçeklikle örtüşmez! Basit ve önemsiz görüşlerin rolünden söz etmek olsa olsa dikkatli düşünmeye, uyanık davranmaya, hatta bir ölçüde tahlilci yöntemi özendirmeye neden olur.
Bir kavramı, kaynağı olan gerçekliği içinde kavramak hiç kuşkusuz önemlidir. Bunun için yapılması gereken, nesnel süreci inceleyerek kavramın gerçekliğine vakıf olmaktır. F. Ali fikirlerin, konumuz nedeniyle özellikle de aykırı fikirlerin kaynağı hakkında genel ve doğruya yakın görüşlere sahip; bununla beraber çizgi kavramını açıklarken bu fikirlerin rolünü, dolayısıyla fikirlerin gerçeklik sürecini ihmal eden bir tutum içindedir. “Çizgi” analiz edildiğinde söz konusu fikirlere, fikirlerin gerçekliğine ulaşabileceğimiz açıktır. Bu yolla “çizgi”nin sonuçta bir platform halinde görünmesinin onun sadece bir kesitini-durağını oluşturabileceğini; ama ondan ibaret olmayacağını söylemek yanlış olmaz. Çizgi aynı zamanda bir süreçtir ve sürecin her bir kesiti veya durağı çizginin kendisini ele verir. F. Ali konuyu bu düzeyde yani sınırlı bir kesit/bir durak olarak ele alıyor. Çizgi kavramını, konu ettiğimiz sürekli hareketin belli bir biçimine, esasen de son aşamasına indirgiyor. Bu indirgeme parti içinde farklı görüşlerin ya da komünist çizginin gelişmesine, somutlaşmasına karşıt olan çizgiye tekabül eden her türden düşüncenin, yönelimin, eğilimin sürekliliğine kalın bir gölge düşürmesine neden oluyor. Elbette her çizgi mücadelesini fraksiyon mücadelesi olarak görmeyelim; ama sadece bu uyarı için parti içerisindeki sürekli mücadeleyi görmezlikten gelen bir anlayışa da kapımızı kapatalım.
Sadece hizipler konusunda değil her konuda tahlilci olunmalıdır. Çünkü hiçbir şey sadece “kendi” değildir. Her şey hareket halindedir. “Saf” düşman bile “kendi içinde” tahlil edilmelidir. Hizipler konusunda da aynı tutum gösterilmelidir. Hiçbir hizip bir diğerinin aynısı olamaz; koşulları, zamanı, etkisi vs. mutlaka farklıdır. Parti içindeki hiziplerin doğrudan burjuva renkte olmayacağı genel bir doğrudur. “küçük burjuva ideolojisinin görüntüleri” dediğimizde bunların kızıl renge yakınsadığını (hiçbir zaman kızıl olmamak koşuluyla kızıla yakınlaştığını) da ifade etmiş oluyoruz. Tam da böyle olduğu için küçük ayrımların, sapmaların da mücadeleye konu edilmesini, iki çizgi mücadelesinin görüntüleri olarak değerlendirilmesini savunuyoruz. Bunun sınıf mücadelesinin parti içerisindeki biçimi/hareketi/yansıması olduğunu bilerek buradaki başarıyı toplumdaki mücadeleye ve toplumdaki mücadeleyi de buraya taşımanın büyük önemine vurgu yapıyoruz.
Bu tartışmayı yaptığı sayfalarda (s. 45 ve devamı) anlayışını açıklama çabası ile F. Ali iki çizgi mücadelesinin abartılmamasını salık verecek noktaya kadar ilerliyor. “Eğer her ayrım noktası sapma, küçük ayrılık çizgi diye adlandırılırsa Partide geriye bir şey kalmaz” diyebilmekte F. Ali! “Her şeyin çelişki olduğu” tezinin yerle yeksan edildiği bir cümledir bu. Bir şeyin hem kendisi olması hem de olmaması, bir şeyin kendinde karşıtını içermesi bu cümleye göre o şeyden geriye bir şey kalmaması demektir. Değişim veya genel olarak hareketin dinamiği nedir öyleyse? F. Ali’nin çelişki tezini reddedeceğini sanmıyoruz tabii ki; ne var ki onun partiyi bir çelişki olarak da kavrayamadığını, iki çizgi mücadelesini çelişki tezine dayanarak tahlil etmediğini apaçık görüyoruz. O partideki “karşıtına dönüşme” eğilimini, partinin de bir çelişki olmasından kaynaklanan bu gerçekliği, diyalektiğin bu yasasını en azından parti somutunda çürütmek için şunu söyleyebiliyor “Burjuva çizgi”dekiler “sizin yoldaşınız olamaz” (a.g.e., s. 46) parti içerisinde olup burjuva çizgi izleyenlere yoldaş demeye karşı beklenmedik ve tuhaf bir tepki bu. Tuhaf diyoruz, çünkü komünist partisi deneyimleriyle neredeyse tamamen uyumsuz. Sonuç olarak komünistlerin yoldaşları daima aynı parti üyeleri ve çevresi olmuştur ya da partililer daima yoldaş olarak tanımlanmıştır. Partinin gelişim dinamiği olan iki çizgi mücadelesini tartışırken böyle bir görüş ileri sürmek “partide iki çizgiden bahsedilemez” demek kadar tuhaftır…En soyut anlamda küçük burjuva çizgide yürüyenleri de yoldaş kabul etmeyebiliriz; ama somut durum içinde, verili koşulların görev ve sorumluluklarının belirlediği ilişkiler bakımından partili “herkes” yoldaştır. Parti içi ya da komünist saflardaki herkese yoldaş deriz biz. Komünist saflarda bir biçimde bulunmuş olup gene bir biçimde dışarıya savrulmuş olan kimlere kimlere yoldaş denmemiştir ki! F. Ali bu söylemiyle, “kavramların aldatıcı biçimine” değil, kendi aldanmış görüşüne kapılmış anlaşılan. Mao’nun tahlilci olun uyarısını dikkate alıp bu kavrayışını sorgulasa ve tartıştığı konuyu nesnelliği içinde incelese aykırı çizgilerin sahipleri için “… temel meselelerde hata yapan yoldaşlarla aramızda hiçbir anlaşmazlık olmadığı belirtilmelidir” dendiği halde (age, s. 45) “siyasi taktik, askeri taktik ve kadro siyasetindeki farklı yaklaşımlar”ın “çizgi” olarak tanımlanmasını; bu yaklaşımların çizgi düzeyinde değerlendirilip öyle mücadele edilmiş olmasını ele alsaydı en azından “tuhaf” ya da fazlasıyla uyumsuz söylemlere kadar gitmezdi. Çizgi denen şey taktiklerdeki ve kadro siyasetindeki farktan kaynaklanmış; yani neredeyse “çizgi olmayı hak etmiş” bir fark, dolayısıyla ayrılık! Böyle değerlendirildiği halde Zunyi toplantısı gibi Çin devriminde dönemeç kabul edilen bir toplantının –ki bu toplantının bir sürecin sonu olduğu unutulmamalıdır, bu toplantı ile konu edilen olgular dizisi önemli bir sürece karşılık gelir- temel başarısı “neredeyse çizgi bile olmayan” bu anlayışın mücadele yoluyla aşılması olmuştur. F. Ali iki çizgi mücadelesinin kapsamını ve derinliğini bu süreci tahlil ederek inceleseydi partinin diyalektik varlığına, daha doğrusu hareketine daha yakın görüşlere ulaşabilirdi.
F. Ali “Çin’de ortaya çıkan tüm çizgileri burjuva çizgi diye tanımlayabilir miyiz” sorusunu sorduktan sonra “Bunların küçük burjuva ideolojisinin yansıması olarak parti içine yansıması ayrıdır; dolayısıyla burjuva çizgi olarak ortaya çıkması apayrıdır.” (age, s. 44) diyor.
Komünist partisinin içinde burjuvazinin doğrudan temsilcilerinin bulunduğunu düşünmek gerçekten zor; hatta olanaksız. “Dolaysızca burjuva çizgi olarak ortaya çıkma”yı iki çizgi mücadelesinin temel konusu yapmak bu teoriyi bulandırmanın özel bir yöntemi olabilir. Çünkü neredeyse olanaksız, eşine rastlanmamış veya az rastlanabilir bir durumu temel bir konu gibi tartışmak teorinin özünden büsbütün uzaklaşmaktan başka bir şey değildir. Bununla beraber iki çizgi mücadelelerinde “küçük burjuva ideolojisinin yansımaları”nın komünist partilerini tepetaklak burjuva saflara savurduğunu; küçük hataların, onlarla mücadele edilmediğinde burjuvaziyle kucaklaşmaya vardığını, bu yolla siyasi iktidarların el değiştirdiğini veya iktidarı alma hamlelerinin reddedildiğini (bu proletaryayı iktidardan etmekten başka bir şey değildir, ki bu hamleyi yapmayanlar oluşan burjuva iktidarın parçası olmayı reddedemiyorlar) biliyoruz. İki çizgi mücadelesi bu nedenle bütün anlaşmazlıklar, görüş farklılıklarını, ayrılıkları, dahası ileriye doğru hamleleri içerir. Bütün anlaşmazlıklar içindeki mücadeleler komünist hareketin kazanması içerir.
Çizgiyi “siyasi bir akım olmak”la, dolayısıyla hizip düzeyindeki oluşumlarla tanımlamak Mao’nun “tahlilci olun” uyarısının bir ölçüde değersizleştirilmesine hizmet edebilir ancak. Elbette ki somut olarak komünist partisi içinde beliren her hizip, burjuva çizginin ileri derecedeki görüntüsü olduğu için en dikkate değer ve tahlil edilmesi de pek hata kabul etmez olay olmalıdır. Buna karşı olanaksızdır, bunu tartışmak da gereksizdir. Böyle olduğu için de hiziplerle mücadeleyi özel bir teori düzeyinde ele almak abartılı bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir! Maoizm’in bilime katkılarının önemli bir parçası olan iki çizgi mücadelesi, eğer “hiziplerle mücadele” ise gene “abartılmış” bir katkı olabilir bir durumda. F. Ali’nin teoriyi kavrayışı ve açıklayışı ne yazık ki böyle bir sonucu getiriyor. Bu nedenle onun, aslında Mao’nun bu önemli katkısını hiçleştirdiğini söylemek zorundayız. İki çizgi mücadelesi F. Ali’nin “çizgi kavramı” sınırları içinde tanımlanmamalıdır; bu sınırlar partiyi Maocu düzeyde kavramamızı, dolayısıyla Marksist-Leninist-Maoist parti anlayışını sürdürmemizi olanaksızlaştırır. İki çizgi mücadelesi dendiğinde F. Ali’nin tanımına uygun olan çizgilerin de ve bütün ayrılıkların, görüş farklılıklarının kaynağından, gelişimlerinden, olgunlaşmalarından, aynı süreç içinde komünist çizginin somutlaşmasından (bu, onun her somut duruma uygun olarak yaratılması ve uygulanmasıdır), karşıtıyla, yani kendisi olmayanla aynı anda ve sonuna kadar var olduğundan/olabileceğinden söz edildiği bilinmelidir; ancak böyle bir çerçeve bir teori için yeterince geniş ve uygundur!..
Bu tartışmanın devamında F. Ali belki de zorunlu olarak, çünkü deneyimle bunu gerektiriyor, “çizgi”nin kapsamını “tahlilci olma”ya bir ölçüde olanak verecek kadar genişletiyor: Bize “bir tek siyasal, askeri ya da örgütsel sorunu içeren bir nitelikte de (…) ya da bir tek konuda ilkesel görüş ayrılığına dayalı özel bir platform olarak da ortaya çıkabilir” olduğunu (bunun pek yaygın bir biçim olduğunu biz ekleyelim) söylüyor; “bunun için mutlaka her konuda bir alternatif sunması gerekmez” (age, s. 51) diye uyarıyor. Bu tanım ve yaklaşım “(çizgi) kendisini bir sistem, bir siyaset ve bir program olarak ortaya koymasıdır” tanımından, dolayısıyla yaklaşımından daha kapsamlıdır. F. Ali burada çizgi kavramını gevşetmiştir. Buna yol açan şey nedir? Bize göre bunun nedeni komünist partisi içinde beliren hiziplerin genellikle veya pek yaygın biçimde girişteki tanıma uygun bir niteliğe ulaşamamalarıdır. F. Ali “yaygın olan biçimi” içine alan bir tanımın teori bakımından daha uygun olacağını fark etmiş burada. Söz konusu hizipler çoğunlukla ya parti içi mücadeleyle aşılırlar ya da bir alternatif program, sistem, siyaset düzeyine gelmeden “en uygun yöntemi” bularak safları terk ederler.
F. Ali “(A)nlaşılır ki her farklı düşünüş kendi başına bir çizgi değildir” (age, s. 51) diyerek tanımını genişletmesine karşın kati sınıra bir kez daha dikkat çekmeye gerek duyuyor, tanımın genişlemesine aldanmayalım istiyor. Elbette her farklı düşünüş kendi başına bir çizgi değildir. Bununla beraber parti içindeki iki çizgi mücadelesi her farklı düşünüşü, dahası komünist çizginin somutlaştırılmasını, uygulama anlarını da içerir; yoksa iki çizgi mücadelesi partideki kriz dönemleriyle, büyük ilke mücadeleleri ile sınırlandırılmış ve komünist çizginin gelişim dinamiğinin anlaşılması olanıksızlaşmış olur.
“Çizgiye Gelişmek” ile İki Çizginin Baştan Sona Varlığı
Bölümün sonunda F. Ali “aldanmışlığını” adeta özetliyor: “Alternatif görüşler dile getirildiği an çizgiye karşı çizgi oluşur. Devrimin sorunlarına ya da devrim sürecine partinin resmi çizgisine karşı sistem, siyaset ve program üzerinden seçenek sunan bir çizgi noktasına dek gelişmemişse görüş ayrılıkları zaten çizgiye gelişmemiş demektir.” (a.g.e., s. 52)
“Alternatif görüşü dile getirmek” çizgiye karşı çizginin oluştuğu an olarak tanımlanıyor. Buna göre karşıt çizgi varlığın dışında olmalıdır; dolayısıyla varlık bir çelişki değildir, tezden ibarettir. Önce tez vardır; antitez ileriki bir süreçte oluşur, hatta burada oluşabilirdir… Bu “ikinin bir olması” teorisi, daha doğrusu idealizmi değil midir? Diyalektik materyalizmin “birin ikiye bölünmesi” teorisini parti bakımından bir karşılığı yok mudur yoksa! “Birin ikiye bölünmesi” teorisine göre partide iki çizgi baştan itibaren, sona kadar vardır ve iki çizgi mücadelesi de mutlaktır.
“Sovyet filozoflarının Deborin okulunu eleştiren yazılarından da anlaşılacağı gibi, Deborin okulu çelişmenin bir sürecin başlangıcında değil de o süreç ancak belli bir aşamaya ulaştığı zaman ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Böyle olsaydı, sürecin o aşamadan önceki gelişmesinin nedeni içsel değil, dışsal olurdu. Dolayısıyla Deborin dış nesnellik ve mekanik düşünce biçiminin metafizik teorilerine geri dönmektedir (…) Bu okul, her farklılığın daha başından bir çelişme içerdiğini ve farklılığın kendisinin bir çelişme olduğunu kavrayamamaktadır (…) Sorun, çelişmenin olup olmaması değil, farklı türden çelişmelerin olmasıdır. Çelişme evrensel ve mutlaktır, bütün şeylerin gelişme sürecinde vardır ve her süreçte başından sonuna kadar varlığını sürdürür.” (Mao, 2000, s. 422-423)
İki çizgi mücadelesini belli (somut) çizgi mücadeleleri içinde kavramanın kaçınılmaz sonucu “mekanik düşünce biçiminin metafizik teorilere geri dönmek” oluyor; burada F. Ali Deborin’in yolunda yürüyor. Belli bir çelişmeyi veya somut bir parti içi mücadeleyi (çizgi mücadelesini) tartıştığımızda, bunun bir “kendi süreci” olduğundan, F. Ali’nin ifadesi, sadece dar anlamda, yani belli bir çizginin “karşıt” olarak belirmesi anlamında gerçekliği içerir. Bu mücadelenin kimi zaman büyümesi, şiddetlenmesi, kimi zaman belirsizleşmesi, silikleşmesi çelişmenin olmamasından değil, farklı türden çelişmelerin olmasındandır. İki çizgi mücadelesi süreklidir, kesintisizdir ve farklı biçimlerde, farklı çelişmeler halinde belirir.
Ayrıca F. Ali çizgi olmaları bakımından alternatif görüşlerin dile getirilmesinin yeterli olduğunu söylerken tutarsızdır. Onun çizgi kavramanın ölçütleri “dile getirmenin” ötesindedir. Eğer “çizgi” kavramını sadece hizip düzeyindeki gelişmelerle açıklıyorsa “alternatif görüşlerin dile gelmesi” neden veya nasıl çizgiye gelişmiş kabul ediyor F. Ali? Alternatif görüşlerin gerçekleştirilmesi için örgütlenme söz konusu değilse, bir platforma dönüşme hali yoksa F. Ali nasıl kendi çizgi tanımını gerçekleşmiş kabul edebiliyor? Açık ki F. Ali nasıl kendi çizgi tanımını gerçekleşmiş kabul edebiliyor? Açık ki F. Ali burada da çizgi kavramının kapsamını genişletme eğiliminde. Alternatif görüşler sunmak çizgi olmanın eşiği kabul ediliyor, böylece iki çizgi mücadelesi “esaslı görüşlerin mücadelesi” olarak tanımlanmış oluyor. Bu genişletme eğilimi F. Ali’nin parti içi demokrasi anlayışının bir göstergesi olabilir; fakat bunun partiyi diyalektik olarak kavramakla ilgili olmadığını söylemeliyiz. Burada kavrayış mekaniktir: gelişmeyi karşıtların birliği olarak değil “azalma, çoğalma” olarak anlamaktır. İki çizgi mücadelesinin biçimlerini çoğaltmak veya zenginleştirmek, büyük veya şiddetli mücadeleleri çizgi mücadeleleri olarak tanımlamak, yani çizgi kavramını gevşetmek partiyi bir çelişme olarak kavramak olamaz. Çelişme yasasına göre bir şeyde çelişme olarak kavramak olamaz. Çelişme yasasına göre bir şeyde çelişme başlangıç halindeyken ve sürekli vardır; dolayısıyla mücadele de baştan sona yaşanır. Bu “bir ikiye bölünür” demektir. Bu her şey gibi partiyi de parti içerisindeki her gelişmeyi de çelişme yasasına uygun olarak tahlilci bir tutumla incelemek demektir.
Doğrudan “alternatif görüşlerin dile gelmesi” durumunu ele aldığımızda ise bunun, Mao’dan yaptığımız alıntıdaki “sorun çelişmelerin olup olmaması değil, farklı türden çelişmelerin olmasından” belirlemesindeki “farklı türden çelişmeler” kapsamında görülebileceğini söylemeliyiz. İki çizgi mücadelesi partinin bir çelişme olduğunun kavranması ile ilgiliyse “alternatif görüşlerin dile gelmesi” durumu da bunun bir biçimi, farklı türden bir çelişme olarak belirmesidir. “iki çizgi” halindeki çelişme süreklidir; bu düzeyde çelişme iki çizgi olarak tanımlanmıştır. Farklı türden çelişmeler de belirecek, gerçekleşecektir; bu parti yaşamının canlılığından başka bir şey değildir. Diyalektik materyalizmin “çelişmenin evrenselliği” ve “çelişmenin özgünlüğü” tezleri bu canlılığın kavranmasının sonucudur. F. Ali bu tezleri örneğin “ Çin Marksizmi’ni” açıklarken kullanıyor; ama komünist partisini açıklarken ihmal ediyor veya unutuyor! Oportünizm bu ihmalleri veya unutkanlıkları pek sever!
Hizip ve Uzlaşmazlık
Kitabın üçüncü bölümünde komünist partisi içinde ikinci bir çizgi”nin, yani ayrıca bir burjuva çizginin varlığı sorunu ile homojen/monolitik parti anlayışı tartışılıyor. F. Ali haklı olarak monolitik parti anlayışının bir ilke olduğunu, dolayısıyla parti içerisinde ikinci bir çizginin “caiz” olmadığını, burjuva çizginin meşruiyetinin Marksizm-Leninizmle ilgili olmadığını savunmaktadır. Mao Zedung’un da bu anlayışta olduğunu onun ilkeler konusundaki tutumunu örnekler vererek gösteriyor, hiziplere karşı amansız mücadelesini anlatarak bu görüşü perçinliyor. Biz F. Ali’nin bu temeldeki tespitlerine ve görüşlerine katılıyoruz. En net biçimde ifade edersek “Stalin’in monolitik parti anlayışını Mao’nun iki çizgi mücadelesi teorisi ile “reddettiği” iddiası doğru değildir. Çelişki yasası doğrunun tekliğini içerir ve Mao da Stalin kadar monolitik parti anlayışına sahiptir: demokratik merkeziyetçilik ilkesi bu anlayışın temelidir. Mao Zedung’un bu ilkeyi reddettiğine yönelik bütün bir parti yaşamı örnek verilebilir! F. Ali iki çizgi mücadelesi ile monolitik parti anlayışını birleştirmekte; başka bir biçimde söylersek: monolitik parti anlayışını iki çizgi mücadelesi teorisi içinde tanımlamakta başarısızdır. Bunun nedeni de teoriyi çelişme yasası içinde kavramayı düşünmemiş olmasıdır.
Öncelikle komünist partisi ilkelerinin Lenin tarafından, 1903’ten itibaren, özellikle de “Ne Yapmalı”da önemli derecede teoriye edildiğini; bununla birlikte bu ilkelerin Marks ve Engels’in tüm örgüt çalışmalarında, yönelimler halinde var olduğunu vurgulamalıyız. F.Ali’nin açıklamalarında proletaryanın mücadelesiyle gelişmekte olan harekete koşut ilkelerin de belirginleştiği görülüyor. Biz buna aynı ilkelere, onlara bir eksen oluşturması anlamında Marx ve Engels’in de uyum gösterdiğini eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Marx ve Engels de komünist çizginin yaşama geçirilmesi sürecinde en basit sorunda bile ilkelerin sulandırılmasına, gevşetilmesine tahammül etmeyen bir üslupla hareket ettiler; pratik hedeflerin gerçekleştirilmesinde ittifakların kaçınılmazlığı ile ilkelerde uzlaşma yolunu benimsemenin farklı şeyler olduğunu bilerek örgütlenmede oportünist siyasete karşı durdular. Leninist parti anlayışının tüm esasları Marx ve Engels’in çalışmalarında, polemiklerinde, proleter hareketin gelişimine yönelik değerlendirme ve perspektiflerinde bulunur. Bu da şunu kanıtlar: Komünist çizginin sürekli halde somutlaşarak gelişmesi komünist partisi ilkelerinin hem ilerlemede belirginleşmesini sağlar. “Söz konusu ilkeler ilk dönemde yoktu; ama ikinci ve sonra da üçüncü dönemde oluştu ve arttı” gibi yorumlar gerçekliği anlamak bakımından yanıltıcıdır. Bu ilkelerin komünist çizginin koşullara, proleter hareketin gelişimine, yani nesnel sürecin değişimine uygun olarak gerçekleştirilmesiyle bu ilkelerin de belirginlik kazandığını söylemeliyiz. Böylece Marx’tan Mao’ya komünist partisi anlayışının belli ilkelere dayanarak geliştiğini ve her zaman nesnel sürecin değişimine göre biçimlendiğini de kabul etmiş oluruz. Komünist hareket içerisinde oportünizmi meşru görmek gibi bir anlayışın Marx ve Engels’te de bulunmadığını; fakat hareketin içinde bulunduğu koşulların ve genel bilinç düzeyinin, “oportünizmi saf dışı etmek” bakımından örneğin Lenin’in 1912 ve sonrası döneminden farklı olduğunu kavramalıyız. Marks ve Engels için de komünist partisi içinde burjuva kanatlar “caiz” değildir; onlar burjuva anlayışlara, gruplara, ilkelerde uzlaşmacı olanlara her zaman saldırdıkları ve yekpare bir parti olma yönünde hareket ettiler. Lenin onların anlayışını ve çalışmalarını sürdürdüğü için komünist partili anlayışında döneminin en ileri seviyesine ulaşabilmiştir… F. Ali’nin bu anlatıma karşı olduğunu düşünmüyoruz; ama onun açıklamalarında yer alan boşluklar olduğunu söylemeliyiz. Sadece bir örnek olması açısından kitabın neredeyse aynı sayfalarındaki bir uyumsuzluğa dikkat çekmekle yetineceğiz.
61. sayfada Leninist Parti’nin “o ana kadar var olandan farklı bir bakış açısı”yla inşa edildiği belirtiliyor. “Farklı bir bakış açısı” tanımı hem Lenin’in 1912’den önceki dönemdeki bakış açısını hem de Marks ve Engels’in bakış açılarını olumsuzlayan bir özellik gösteriyor burada. 1912’de RSDİP’in “yeni tipte” inşa edildiği bir gerçektir; ama bunun farklı bir bakış açısıyla olanaklı olduğunu söylemek için hiçbir neden yoktur. Çünkü gene kitabın 59. sayfasında başlayıp 60. sayfasında devam eden anlatımda açıkça görüyoruz ki Marx ve Engels 1912’deki Leninist Parti anlayışına sahipler, bakış açıları 1912’deki Lenin’le aynıdır: “Başka sınıflardan bu tür insanlar proletarya hareketine katılırlarsa, ilk koşul, kendileriyle birlikte burjuva, küçük burjuva vb. önyargılarını getirmemeleri, ama proletaryanın görüşünü koşulsuz benimsemeleri olmalıdır. Ama kanıtlandığı gibi, bu insanlar burjuva ve küçük burjuva kavramlarla dopdoludurlar. Almanya gibi bir küçük burjuva ülkesinde bu kavramların kendine göre haklılığı vardır. Ama ancak Sosyal Demokrat İşçi Partisinin dışında.” Alıntıda görüleceği gibi Leninist bakış açısından farklı bir yaklaşım yok. Fark, bakış açısında değil koşullarda ve proletarya örgütlenmesinin bilinç düzeyindedir. Benzer bir sorun RSDİP’in kuruluşundan sonraki döneme dair yorumda da söz konusu. Bolşevik ve Menşevik bölünmesinde Lenin’in bakış açısı 1912’deki Prag Konferansı’yla somutlaşan bakış açısından farklı değildir; farklı olan koşullardır ve komünist çizginin gerçekleşme biçimidir. “Bir Adım İleri İki Adım Geri” broşüründe Lenin tüm süreci özetleyip sunduğunda komünist partisi ilkelerini eksen aldığını net olarak gösteriyordu… F. Ali’nin “o ana kadar var olandan farklı bir bakış açısı” belirlemesi bu gerçekliklerle uyumlu değildir. Ayrı bakış açısının sayısız örneği Marx ve Engels’in açıklamalarında, eylemlerinde rahatlıkla bulunabilir. F. Ali sorunun gerçekliklerle, komünist çizginin somutlaştırılmasıyla, dolayısıyla ilerlemekte olan hareketle ilgili olduğunu bu belirlemesiyle gölgelemiştir. Komünist hareketin, karşılaştığı sorunları çözerken kendi bilincine karşı da sürekli dönüşüm halinde olduğunu, bu dönüşümün kaçınılmaz biçimde burjuva anlayışları alt etmeyi içerdiğini kavrarsak farklı biçimlenmelerin nedenini çözmüş oluruz ve konumuzla bağlantılı olması nedeniyle belirtmeliyiz ki bu dönüşümün bütünü iki çizgi mücadelesi ile açıklanır…
F. Ali bu bölümde komünist görünümlü burjuva gruplarla ya da proletaryanın saflarında olduğunu ileri süren küçük burjuva gruplarla amansız mücadeleleri iki çizgi mücadelesinin kanıtı gibi anlatıyor. Elbette bunlar iki çizgi mücadelesine dahildirler. Fakat F. Ali “çizgi” kavramını bu türden gruplarla sınırlandırarak aslında, komünist partisi içerisindeki varlıklarının caiz olmadığını savunduğu hâlde iki çizgi mücadelesi teorisini parti içerisinde bu burjuva çizgilere/hiziplere dayandırmış olmaktadır. Oysa üçüncü bölümde kendisinin ve bizim de az önce yineleyerek savunduğumuz gibi komünist örgütlenme anlayışı parti içerisinde burjuva gruplara, dolayısıyla F. Ali’nin tanımına göre çizgilere, ikinci çizgilere karşıdır. Mao’nun iki çizgi mücadelesi teorisi ile bu bakış açısı uyumsuz mudur o halde? Komünist partisinin “hiziplerle bağdaşmaz” birliği anlayışı iki çizgi mücadelesi teorisinde bir temel ilke değil midir? Buna rağmen F. Ali, iki çizgiyi varlığı istenmeyen, kaçınılmaz ve alt edilmesi gereken bir durum olarak sunuyor. Bütün komünist ustaların da ikinci çizgilere karşı amansız bir mücadele yürüttüklerini anlatıyor. Böyleyse eğer iki çizgi mücadelesi teorisi bu mücadeleyi yumuşatmış olmalıdır, F. Ali’nin tanımladığı biçimdeki çizgilerin varlığını sadece kaçınılmaz değil gelişim için gerekli olduğunu da savunarak meşrulaştırmış olmalıdır. Mao, düşmanı küçük burjuvaların iki çizgi mücadelesine saldırırken kullandıkları tezlerden en öne çıkanı da budur. F. Ali bu saldırıları göğüslemekte başarısızdır. Çünkü “çizgi”yi burjuva platformlarla, partinin birliğiyle bağdaşmaz hiziplerle eleştirmektedir.
“Tek bir çizgi etrafında oluşan partiye karşın parti içinde zaman zaman, sık sık ikinci bir çizgi ortaya çıkabilir…” (age, s. 108) dediğinde F. Ali iki çizgi mücadelesini burjuva oluşumlarla mücadele biçiminde kavradığını ifade etmiş oluyor.
110. sayfadaki Mao’dan yapılmış alıntı savunduğu görüşün aksini içerdiği halde F. Ali yanlışından geri adım atmıyor. Mao “Partinin tahlil edilemeyeceğini, yani partini yekpare, tekdüze bir şey olduğunu ve dolayısıyla görüşme yapmaya gerek olmadığını” düşünenlere karşı aslında iki çizgi mücadelesini hatırlatmaktadır, partinin bir çelişme olduğunu, dolayısıyla komünist çizginin gelişiminin bir çelişmeli hareket olduğunu açıklamaktadır. Bu ne hiziplerin varlığını şu veya bu derece (zaman zaman veya sık sık) kabul etmek, dolayısıyla meşrulaştırmaktır ne de Stalin’in söylemlerinde somutlaşan monolitik veya yekpare bir örgüt olma amacına aykırıdır. Mao iki çizgi mücadelesini F. Ali’nin düşündüğü gibi “zaman zaman” veya “sık sık” ortaya çıkabilen ikinci bir çizgiye dayandırmamıştır; buradaki alıntıda da vurgulandığı gibi “tahlil edilebilir bir parti” gerçekliğine, “görüşme yapmaya gerek duyulacak derecede yekpare olmayan, tekdüze olmayan bir parti” gerçekliğine dayandırmıştır. Stalin’in de böyle düşündüğü doğrudur ve F. Ali’nin Stalin’den alıntı yaparak Mao’nun görüşüyle onun uyumlu olduklarını göstermesi doğru bir yaklaşımdır. Fakat aynı F. Ali’nin iki çizgi mücadelesini “ikinci çizgilerin varlığı” ile açıklaması bunların onun tarafından yeterince kavranamadığını göstermektedir.
“Partiyi yekpare, aynı görüşleri paylaşan üyelerinin monolitik birliği olarak görmek ayrı şeydir, burjuva etkinin, emperyalist baskının ve dolayısıyla dışarıdaki sınıf mücadelesinin parti içindeki en kararsız ve sallantılı unsurlar üzerinde bu yekpareliği bozan unsurları ve farklı görüşleri ortaya çıkarması başka şeydir.” (age, s. 111) diyor F. Ali. Bunların ayrı şeyler olduğu nasıl iddia edilebilir? Bu “en kararsız ve sallantılı unsurlar” monolitik birliğin yekpare, aynı görüşleri paylaşan üyelerindense eğer, ayrı şeylerden söz ettiğimiz söylenemez. Aynı şeyden söz edip “ayrı şeylerdir” demek olsa olsa kafa karışıklığıdır. Sorun “aynı şey”in yani partinin bir çelişme olarak kavranamamasıdır. Yekpare olmak yekpare olmamayı barındırır ve gelişme yekpare olmak yönünde, yekpare olmamayı yenmekle ilgilidir. Yekpareliği bozan durumlar, olaylar, sorunlar her seferinde özeldir ve tahlile muhtaçtır; dolayısıyla yekparelik de her gelişme durağında özeldir/özgündür.
“İkinci bir çizginin caiz olmadığı”nı bütün Marksizm savunmuş ve her dönemin özgünlüğüne göre de yaşama geçirmiştir. İki çizgi mücadelesi de “hiçbir koşul ve zaman dilimi” içinde ikinci bir çizginin caiz olabileceğini savunmaz veya içermez. Mao’nun demokratik merkeziyetçiliği bir ilke olarak kavradığının sayısız örneği verilebilir ki bu ilke ikinci bir çizgiye yaşam hakkı tanımaz. Mao’nun “ikinci bir çizgi”ye daima amansız bir mücadele ile karşı koyduğunu F. Ali anlatmış. Fakat bu amansız mücadeleyi iki çizgi mücadelesi ile teorize ettiğini anlatamamış. Mao parti içinde farklı görüşlerin varlığını toplumdaki çelişmelerin bir yansıması olarak kaçınılmaz ve özellikle de “canlılık” belirtisi olarak yorumladığında tam da iki çizgi mücadelesinin temeline ve sürekliliğine işaret etmiş oluyordu. Buna göre “iki çizgi” partinin gelişim motoruydu; gelişmenin dayanağı iki çizgi mücadelesiydi… İki çizgi mücadelesini hiziplerin veya “zaman zaman, sık sık ortaya çıkabilen ikinci bir çizgi”nin varlığına dayandırmak hizipleri az ya da çok meşrulaştırmakla aynı anlama gelir. Oysa iki çizgi mücadelesi tam da bu türden bir meşrulaştırma anlayışına karşı ileri sürülmelidir. İki çizgi mücadelesindeki “iki çizgi”den biri hizip vs. değildir. Hizip faaliyetlerine dönüşebilir olmakla beraber komünist hareketin “kendi bilincine karşı’ sürekli dönüşümünün tüm eskiyen yanlarıdır bu ikiliden biri. Eğer komünist bilincin sürekli gelişiminden, hareket halindeki sürekliliğinden söz ediyorsak –ki komünist partisi varsa gerçekleşen şey budur- iki çizgi mücadelesinden söz etmemiz kaçınılmazdır. Hareket varsa çelişki vardır, çelişkisiz hareket yoktur! İki çizgi mücadelesinin kaçınılmazlığı ve sürekliliği diyalektik materyalizmin bu temel tezinden gelir. F. Ali’nin çalışmasında bundan hiç söz edilmemiştir…
Kitlelerin Kazanılması Komünist Çizginin Gerçekleştirilmesidir
İki çizgi mücadelesinde yöntem ve taktiklerin konu edildiği dördüncü bölümde F. Ali partinin gelişimini hem sürekli biçimde oportünizmden arınma hem de kitlelerin mücadele yoluyla kazanılması olarak özetliyor. Bu özetlemenin Engels’in, Stalin’in tezleriyle desteklenmesi bu bölümün en güçlü yanını oluşturuyor. Özellikle Stalin’in parti içi mücadelelerdeki anlayışını ve tavırlarını olabildiğince ayrıntılı açıklamak iki çizgi mücadelesinin doğru anlaşılmasında önemli ve hatta gereklidir. Çünkü özellikle bu konuda Stalin haksız suçlamalara maruz kalmış, hakkında ciddi önyargılar oluşturulmuştur; onun iki çizgi mücadelesi teorisi ile bağdaşmayan yaklaşımlara sahip olduğu yalanı söylenip durmuştur. Oysa Stalin, komünist partisi içinde beliren hizipler de içinde olmak üzere farklı görüşlere karşı örnek alınacak derecede kendinden emin ve şaşırtıcı boyutlarda sabırlı bir mücadele yürütmüştür. Lenin’in onun için “Bana öyle geliyor ki burada Stalin’in aceleciliği, yönetme tutkusu ve netameli ‘sosyal milliyetçiliğe’ duyduğu öfke” cümlesini kurmuş olması ile Stalin’in parti içindeki farklılıklara yaklaşımındaki tam aksi tutumu şaşırtıcıdır. Kuşkusuz belli bir olaya yönelik yorumun genelleştirilmesi kadar yanılgılı bir tutum olmaz. Sovyetler Birliği gibi ekonomik olarak geride kalmış, “halklar hapishanesi” olmakla ün yapmış bir imparatorluk geçmişine sahip ülkede sosyalizmi inşa etme sürecine önderlik etmek asla önemli ve ayırt edici yetenekler olmadan başarılamazdı. Bu yeteneklerden biri ve aslında en önemlisi komünist partisini yönetebilmekti; bunun sonuç olarak iki çizgi mücadelesini başarıyla gerçekleştirmek olduğunu söylemeliyiz. Eğer Sovyetler Birliği sosyalizmin inşasında çok büyük başarılar elde etmişse -bunun aksini kimse ileri süremez- Stalin’in parti içindeki gruplara, partinin genel siyasi çizgisine aykırı görüşlere karşı sabırlı ve sonuçta çoğunluğu ikna eden büyük mücadelesinin bunda başa rol oynadığını söylemeliyiz. Tabii ki sadece bu değil, F. Ali’nin özellikle belirttiği gibi bu mücadele en sonunda kitlelerin desteğini kazanmakla ilgilidir ve Stalin halen tüm “Rus ve Sovyet” tarihinin en sevilen lideri konumundadır. Konumuz parti içi mücadele olduğundan, tam da bu konuda F. Ali’nin Stalin’e dair görüşlerine katıldığımızı belirtmeliyiz ve özellikle Mao ile ayrıştırılmasının genelde bilinçli bir çarpıtma olduğunu vurgulamalıyız.
Bununla beraber F. Ali’nin “iki çizgi mücadelesinde yöntem ve taktikler” üzerine yapılan bir değerlendirmede “halk içindeki çelişmeler” ile “parti içindeki çelişmeler”i birlikte ele alması, eğer temel bir ayrım yapılmamışsa kafa karışıklığına yol açacağı için sorunludur. İki çizgi mücadelesi komünist partisinin içinde gerçekleşir; burada gerçekleşen mücadelenin sonuçları tüm sınıflar mücadelesini, hatta dünya üzerindeki politik mücadeleleri içerir ve etkiler. Dolayısıyla halk içindeki çelişmeleri ele alma yöntemlerini “iki çizgi mücadelesinde yöntemler” konulu bir çalışmada özel olarak konu etmek ve diğer alanlardaki çelişmelerden bu şekilde ayırmak yanlış yargılara yol açabilir. Biz şunu söylemeliyiz: iki çizgi mücadelesi parti içi bir mücadele olmakla beraber komünist partisinin varlık sebebi olan tüm alanları, dolayısıyla topluma dair, aynı şekilde uluslarlararası alandaki tüm çelişmeleri de kapsar. Halk içindeki çelişmelerin ele alınma yöntem ve taktikleri ile parti içi çelişmelerin ele alınma yöntem ve taktiklerini birlikte tartışmanın, eğer özel bir sorun, karşılaştırma, ilişkilendirme söz konusu değilse teoride yeri yoktur veya olmamalıdır. Elbette iki çizgi mücadelesinin kitlelerce, yani halk içindeki çelişmelere yönelik sorunları içermesi teoride kitlelerin yerini tanımlamamızı gerektirecektir; bu da bir parti politikası olarak şekillene kitle çizgisi ile ortaya konabilirdir. Sonuç olarak partinin tüm çalışmaları kitlelerin özgürlükler dünyasına doğru hareketini gerçekleştirmeyi içerir; bu, harekete önderlik etmekle ilgilidir. Kitlelerin devrime kazanılması iki çizgi mücadelesinin de esasıdır. Nihayet konu kitle çizgisine geldiğinde Mao’nun ayırt edici görüşü ile, bilime katkısı ile karşılaşırız. F. Ali bu noktaya varamıyor ne yazık ki. Bu bölümde de Mao “hiç” farklı değildir! Mao bilime katkılarıyla Mao’dur, katkılarını konu etmediğinizde Mao’yu sıradanlaştırmış olursunuz; dahası bilimle aranıza mesafe koymuş olursunuz.
F. Ali iki çizgi mücadelesinin yöntem ve taktikleri üzerinde dururken neden halk içindeki çelişmelere yaklaşım ile parti içi çelişmeler yaklaşımı birlikte ele alma gereği duymuştur? Bunun nedenini F. Ali “Partiyi oportünistlerden, partiye aykırı fikirlerden arındırırken dayanılacak temel kitlelerdir; yani geniş çaplı bir aydınlatma kampanyası işin özüdür. Kitleler suyun kaynağıdır, bu kaynağa inmeyen hiçbir mücadele, bu iki çizgi mücadelesi de olsa başarılı olamaz. Kitlelerle bütünleşmek, o kaynağa ulaşmak ve onları bu mücadele içine çekip aktif biçimde seferber etmek. Bu aynı zamanda partinin de kendisini eğitmesi, bilemesi ve çelikleştirmesi olayıdır.” (age, s. 118) diyerek açıklıyor.
İki çizgi mücadelesi sonuçta kitlelerin devrim için bilinçlenmesine, örgütlenmesine; daha tam ifade etmek gerekirse seferber edilmesine hizmet etse de bir “aydınlatma kampanyası” değildir. Bu mücadele ideolojik düzeyi esas almakla beraber esasen bir eğitim olayı da değildir; “iki çizgi mücadelesi” adıyla tam uyumlu olarak bir mücadeledir, karşıtların “yok etmek” üzere birbirlerine hücum ettikleri bir mücadeledir; partinin kumandasında hangi sınıfın siyaset anlayışının bulunacağına karar vermek üzere süren bir mücadeledir. Bu mücadelenin kaynağı komünist çizginin kendisidir; komünist çizginin her somutlaşma hali bu mücadeleyi doğurur, besler, genişletir, sonuçlandırır ve yeniden başlatır. Bu nedenle bir “aydınlatma kampanyası” değil, parti için bir “aydınlanma” sürecidir.
İki çizgi mücadelesinin esasen ideolojik olması da bunun parti içi bir fikir tartışmasına, teorik düzlemdeki bir sınıf savaşımına dayanmasındandır. Partide “sınıf savaşımı” kavramlarla, teorik alanda yürütülür ve “burjuva siyaset anlayışı” da kendini bu araçlarla ortaya koyar. Mücadele komünist çizgi için proletaryanın sınıf çıkarlarının gerçekleştirilmesine ve bunun için bir engelden ibaret oportünizmin alt edilmesine dayanır. Öznelcilik, sekterizm ve örgüte ilişkin her türden sapma oportünizmle sonuçlandığı için kararlılıkla mücadele edilmesi gereken ve her zaman (her söylem ve eylemde) açığa çıkarılıp aşılması gereken yanılmalardır. Mücadele söz konusu olduğunda doğaldır ki eğitim de söz konusudur, aydınlanma da. Ne var ki bunlar mücadelenin kendinde gerçekleşir. Bu yüzden iki çizgi mücadelesi asla uzlaşma içermez, oportünizmin “eğitilmesi” olarak gerçekleşmez; sadece oportünizmden arınma-kurtulma ve komünist çizginin somutlaşması olarak gerçekleşir. Dolayısıyla “ideolojik eğitim”in yaşandığı yer oportünizmle mücadelenin cereyan ettiği yer değildir; komünist çizginin somutlaştığı, gelişim gösterdiği yerdir. Birincisi ikincisinin kapsamına girmek üzere oportünizmden arındırıldığı derecede eğitim sürecine dahil olur. Bunun bir “dönüştürme” eylemi olduğu açık olmalıdır. Mao “uzlaşır çelişki”nin olamayacağını söylerken çelişkilerin çözümünün sonuçta mücadele ve karşıtın yok edilmesi olduğunu vurguluyordu: ‘Sosyalizmde çelişkiler uzlaşmaz değildir’ deniyor. Bu, tüm çelişkilerin uzlaşmaz olduğunu belirten diyalektik yasalarıyla bağdaşmıyor. Uzlaşın bir çelişki nerede var olmuş ki? Bir kısmı karşıt (antagonist), bir kısmı ise karşıt değildir; ancak uzlaşmaz ve uzlaşın çelişkiler olacağı düşünülmemelidir.” (Mao, 2000, 189) Parti içerisindeki çelişmelerin çözümünde oportünizm ile mücadele hem kaçınılmaz hem de süreklidir ve dönüştürme zorunludur. Şöyle de ifade edebiliriz; “iflah olmaz, iyileştirilemez bir kopuş” durumudur, kurtuluş onun yok edilmesiyle olanaklıdır. İdeolojik eğitim oportünist unsurlar bakımından dönüşmedir, “kendisi olmaktan çıkma”dır, komünistler bakımından ise gelişmedir, birleşmedir, yayılmadır. Bu ikisinin toplam anlamı komünist çizginin, çelişmenin çözülmesi anlamında somutlaşmasıdır…
F. Ali iki çizgi mücadelesini bütünüyle hiziplerle mücadele olarak kavradığından ideolojik mücadeleyi ve eğitimi de oportünist unsurları içeren çelişmelerin çözümü olarak ele alıyor, tartışıyor. Komünist çizginin gelişmesini, somutlaşmasını da bu kapsamda konu edebiliyor. Oysa iki çizgi mücadelesinin esası komünist çizginin gelişmesidir; bu nedenle bu mücadele komünist partisinde gerçekleşebilmektedir.
“…Marksistler hem tüm nüfusun içinde hem de aydınlar arasında hâlâ azınlıktadır. Dolayısıyla Marksizm hâlâ mücadele yoluyla gelişmek zorundadır. Marksizm yalnızca mücadele yoluyla gelişebilir ve bu yalnızca geçmiş ve bugün için değil, zorunlu olarak gelecek için de doğrudur. Doğru olan, her zaman yanlış olanla mücadele içinde gelişir. Doğru, güzel ve iyi daima yanlışın, çirkinin ve kötünün karşıtı olarak var olur ve bunlar mücadele içinde gelişir. İnsanlık belli bir yanlışı reddettiği ve belli bir doğruyu kabul ettiği anda yeni doğrular yeni yanlışlarla mücadeleye koyulur. Bu mücadeleler asla sona ermeyecektir. Bu, doğrunun, doğal olarak da Marksizm’in gelişme yasasıdır.” (Mao, 1993, 445) İki çizgi mücadelesi Mao’nun sözünü ettiği gelişme yasasının komünist çizgi bakımından tanımlanmasıdır, dolayısıyla komünist partisindeki adıdır. F. Ali ideolojik mücadelenin, dolayısıyla ideolojik eğitimin de iki çizgi mücadelesiyle bağını kuramamış, sadece hiziplerle mücadelenin sonuçlarını konu etmiştir.
İdeolojik mücadele iki çizgi mücadelesinin temel yöntemi olmakla beraber iki çizgi mücadelesi de ideolojik eğitimin temel unsuru olmuştur. MLM literatür büyük oranda parti içerisindeki mücadelelerin ürünüdür. Bütün literatürün sadece gözden geçirilmesi dahi bunu fark etmemizi sağlar. Bu da iki çizgi mücadelesinin partinin gelişimindeki belirleyici rolünün ve aynı zamanda sürekliliğinin başka bir kanıtıdır. İdeolojik eğitimin temel özelliği “kendi deneyimlerinden öğrenme ve olgunlaşma”ya ağırlık vermeyi içermesidir. Dönüşümü ve gelişimi kendinde gerçekleştirmek, ezberci veya dışarıdan dayatılan eğitimi buna hizmet ettiği derecede anlamlandırmak ideolojik eğitimde önemli bir özelliktir. Mao Çin’deki tüm kampanyaları, taktikleri “Çin’e özgü kampanyalar ve taktikler” olarak tanımlarken de (F. Ali kitabında “Yüz Çiçek Açsın, Yüz Düşünce Birbiriyle Yarışsın” kampanyasını konu etmiş; fakat her şey gibi bunun da evrensel özelliğinin olduğunu ihmal ederek!) “kendi gelişimine” dikkat çekmiştir; yoksa her şeyde evrensel yan da vardır ve her şeyden öğrenmek olanaklıdır. İdeolojik eğitim somut olarak gerçekleşen iki çizgi mücadelesiyle birlikte gelişebilir ve gelişmelidir.
Partinin çelişmelerinden ayrı veya kopuk ideolojik eğitim sonuçta öznelciliğe, sekterliğe (dar grupçuluk anlamında) ve örgütsel anlayışta sapmaya yol açar. Kendi deneyimlerine, kendi hareketine dayanmayan öğrenme esas olarak eksik, dolayısıyla zayıftır. Başlı başına diyalektiğe, yani karşıtların birliğine dayanan MLM’nin, onun somutlaşması anlamında komünist çizginin ezberci biçimlerde öğrenilmesi ve hayata geçirilmesi olanaksızdır. İki çizgi mücadelesi bu nedenle ideolojik eğitimin de temel unsurudur.
F.Ali oportünizmle mücadele konusunda net belirlemeler yapmasına rağmen iki çizgi mücadelesini “karşıt/aykırı çizgilerin varlığına ‘onay’ verme”ye veya “karşıt/aykırı bir çizginin varlığı”na bağlamakla ideolojik mücadeleyi gerçeklikten koparmıştır. Bunun yaratacağı tehlike oportünizmi kendi yuvasında, kendi somutunda tanımayı olanaksızlaştırmasıdır. Kitaplardan öğrenilse de belli biçimleri ezberletilse de iki çizgi mücadelesiyle somutlaştırılmamışsa eğer bu yaklaşımla oportünizm alt edilmek üzere açığa çıkarılmaz. Defalarca, üstelik en pespaye halleriyle oportünizmin etkin olabilmesinde iki çizgi mücadelesinin yürütülememesinin payı belirleyicidir…
Evrensel Yerelde İçerilidir
Kitabın son bölümünün başlığı “proletarya partilerinin gelişmesi, güçlenmesi ve çelikleşmesi tarihi, parti içi karşıtlıklara karşı mücadele tarihidir-çelişkilerin aşılması tarihidir.” Bu başlığın uzunluğu ve bir ölçüde karmaşıklığı F. Ali’nin diyalektiği uygulayamadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. “Parti içi karşıtlıklara karşı mücadele” ifadesi ya bir kafa karışıklığının sonucudur ya da kendini ifade etme zorluğunun. “Parti içi karşıtlık olmasın” diye mücadele mi edilmelidir? İki çizgi mücadelesinin teorisi ve tarihi hakkındaki bir kitabın böyle bir mücadeleden söz etmesi başlı başına kendini, olumsuz anlamda inkâr etmesidir. Parti içi karşıtlık iki çizgi mücadelesinin nesnel zeminidir; parti, içerdiği bu karşıtlık nedeniyle varlığını sürdürür, gelişir. Sadece bu karşıtlığın varlığını kabul etmek de değildir sorun, aynı zamanda bu karşıtlık içinde mücadele etmek de yani saf tutmak da söz konusudur. Bu ifade ne yazık ki iki çizgi mücadelesini inkâr etmekle eş anlamlıdır ve üzeri çizilmesi gereken bir ifadedir.
Son bölüm bütünüyle iki çizgi mücadelesini anlatmakla beraber onu adıyla sadece Mao’dan yapılmış alıntılarda görebiliyoruz. F. Ali “parti içi savaşım” vb. diyerek iki çizgi mücadelesinden bahsediyor! Başlıktaki “kendini inkâr” da devamındaki bu tutum da F. Ali’nin partiyi bir çelişme olarak kavrayamamasının sonucudur. Böyle olduğu için o Mao’nun, komünist parti anlayışına katkılarının farkında değil. Kitap bize Mao’nun katkıları olarak “hiziplere/parti içindeki burjuva sızmalara karşı uygulanacak mücadele yöntemleri ve taktikleri”ni sunmuş oluyor sadece. Bunun dışındaki tüm görüş ve anlayışlar Engels’te, Lenin’de, Stalin’de “tamamen” vardır ve Mao da onlarla hemfikirdir! Mao’nun iki çizgi mücadelesi teorisi ile komünist partisi anlayışında yeni bir aşamayı temsil ettiğini, teoride bir sıçrama kaydettiğini F. Ali aslında kabul etmiyor ya da kitabı bunu içermiyor! Doğrusu teoriyi hiziplerle mücadele olarak kavrandığınızda böyle bir tutuma sahip olmanız da akla uygundur. Fakat gerçeklik böyle değildir. Mao, partinin bir çelişme olarak tahlil edilmesine olanak veren iki çizgi mücadelesi teorisi ile komünist partisinin gelişme dinamiğini gün yüzüne çıkarmıştır. Bu bir keşiftir. ÇKP özgülündeki tahlillerinin ürünü olan bu teori genel olarak komünist partisinin gelişim yasasını ortaya koyar. İki çizgi mücadelesi bütün komünist partilerini, komünist partilerinin bütün tarihini ve geleceklerini anlamanın, kavramanın anahtarıdır. İki çizgi mücadelesini Mao’nun yöntem ve taktikleri içinde veya farklı komünist partilerinin hiziplerle savaşımlarındaki tutumları içinde tanımlamak teoriyi kendisi olmaktan çıkarmaktır. F.Ali’nin kitabı bu nedenle iki çizgi mücadelesini aslında anlatmamış, sıradanlaştırmıştır; onu bir teori olarak değil, diyalektiğin temel yasasına uygun bir parti anlayışı olarak değil belli deneyimlerin, sıklıkla ama zaman zaman yaşanan ve yaşanabilir kabul edilen, geçici olayların (hiziplerin veya neredeyse hizip düzeyindeki olayların) bir değerlendirmesi, genel bilgisi olarak sunmuştur.
F. Ali kitabın sonunda iki çizgi mücadelesi teorisinin “nasıl bir parti” kavramında verili olduğunu (age, 223) belirtip Stalin’in bu kavrama yönelik açılımını alıntılamış. Biz de aynı alıntıyı; ama F. Ali’nin amacına/görüşüne en uygun kısmıyla sınırlayrak alalım: “…demir disiplin, eleştiriye ve fikir mücadelesine engel olmak şöyle dursun, Partinin bağrında eleştiriyi ve fikir mücadelesini önşart koşar…”
Stalin’in buradaki açılımı iki çizgi mücadelesi teorisini vermekte midir? Daha doğrusu iki çizgi mücadelesi teorisi “nasıl bir parti” kavramında mı verilidir? Bize göre hayır. “Nasıl bir parti?” sorusu Marks’tan itibaren ama esas olarak Lenin tarafından yanıtlanmıştır. Oysa iki çizgi mücadelesi Mao tarafından ortaya konmuştur. Söz konusu kavramın ve Stalin’in çok iyi ve net biçimde özetlediği içeriğin bize anlattığı şey parti içi demokrasidir; bu sorunun karşılığı olarak parti içi demokrasi anlatılmıştır. İki çizgi mücadelesi ise parti içi demokrasiyi vermez. Bu teori partinin gelişme yasasını içerir, partide karşıtların birliği ve mücadelesinin açılımını içerir.
3. BÖLÜM
TEORİNİN VERİLİ OLDUĞU KAVRAM ÜZERİNE
Parti içi demokrasinin iki çizgi mücadelesi yerine konması çok sık rastlanan bir tutum. Bunun, anlaşılır nedenleri olmakla beraber tamamen yanlış bir tutum olduğunun söylemeliyiz. Parti içi demokrasinin ön kabulü partide farklı fikirlerin olacağı veya olabileceğidir. Farklı fikirlerin de nihayet farklı çizgilerden kaynaklandığı veya F. Ali gibi düşünenler bakımından farklı fikirlerin de farklı çizgilere neden olabileceği düşüncesi sık rastladığımız bu tutumun dayanağıdır. F. Ali’de özel olarak gördüğümüz veya özel olarak öne çıkaracağımız yaklaşım şudur: İki çizgi mücadelesinden hiç söz etmemiş. Stalin’den yaptığı bir açılımı, Stalin tarafından en güçlü biçimde, derinlemesine kavrandığını hem anladığımız hem de kabul ettiğimiz bir komünist parti anlayışını, bir ilkeyi “iki çizgi mücadelesi teorisinin anlamı” olarak tanımlamıştır.
Ne “parti içi demokrasi” veya “demokratik merkeziyetçilik” ilkeleri Maoizmle beraber nitel bir gelişim göstermiştir ne de iki çizgi mücadelesi bir demokrasi anlayışı olarak açıklanmıştır. Elbette komünist partisine dair bütün ilkeler, işleyiş biçimleri, buna dair yorumlar vs. iki çizgi mücadelesinin konusudur ve parti içi demokrasi de iki çizgi mücadelesinin biçimini, somuttaki durumunu ve gelişimini anlamak, kavramak bakımından belirleyici derecede önemlidir. Dolayısıyla iki çizgi mücadelesini ele aldığımızda parti içi demokrasiyi de konu etmemiz zorunludur. Fakat parti içi demokrasinin varlığı, hatta gelişmiş hali iki çizgi mücadelesine bir kanıt değildir veya parti içi demokrasiyi gereğince uygulayan bir partinin iki çizgi mücadelesinde doğru çizgiyi takip etmekte olduğu ileri sürülemez.
Parti içi demokrasi komünistlerin demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile uyguladıkları bir örgüt işleyişidir ve buradaki amaç birliği yakalamak ve geliştirmektir. Azınlığın çoğunluğa, alt birimlerin üst birimlere, tüm birimlerin merkeze, üyelerin partiye bağlı olduğu bir işleyişte üyeler “hangi çizgi”nin uygulandığı sorusu içinde hareket etmezler. Oysa iki çizgi mücadelesi tam da hangi çizginin uygulandığı sorusu etrafında gerçekleşebilir. İlgili alıntıda Stalin’in belirttiği gibi “Ama fikir mücadelesi bitince, eleştiri tükenip karara varılınca bütün parti üyelerinin irade ve eylem birliği şarttır.”
Partinin komünist çizgiye karşı komünist olmayan (küçük burjuva ve burjuva) anlayışların, dolayısıyla bunların temsil ettiği burjuva çizginin iki kutbunu oluşturdukları bir çelişme olduğunu ileri süren komünistler demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile uygulanan parti içi demokrasiyi savunur ve gerçekleştirirler. Bununla beraber parti içi demokrasiyi komünist çizginin gerçekleşmesi olarak kavramazlar; bu onlar için bir araçtır, amaca uygun bir araç. Komünistlerin demokrasiyi bir amaç olarak kavramadıklarını F. Ali de bizim gibi kesinlikle bilir. “Demokrasici” olmak aslında utangaç, “gizli” düzenci olmaktır, düzen içi kalmaktır; bu anlamda muhafazakârlıktır. Oysa komünist partisinde komünistlerin amacı partiyi aynı zamanda kendine karşı-komünist topluma doğru değiştirmek, geliştirmektir. Demokrasi de bunun aracıdır. O halde konu parti içi demokrasi veya bunun ne derecede savunulduğu, hatta gerçekleştirildiği değil, parti içi demokrasinin hangi çizgi doğrultusunda, ne amaçla savunulduğu ve uygulandığı olmalıdır. Salt birlik, demir disiplin bize bir şey ifade etmeyeceği gibi bunun ön şartı olan eleştiri ve fikir mücadelesi de bize çizgi ile ilgili bir şey ifade etmemelidir; tüm bunların gerisinde duran ideolojiyi, dolayısıyla çizgiyi, çizginin yöneldiği amacı ortaya koymadan bir komünist partisi özelliği olan, ilke düzeyinde demokratik merkeziyetçilik diye tanımlanan parti içi demokrasiyi “nasıl bir parti” kavramının yeterli karşılığı olarak teorileştirmek ve iki çizgi mücadelesini “demir disiplinin ön şartı parti içi demokrasiye (eleştiri ve fikir mücadelesine)” indirgemek önemli bir yanlıştır.
Günümüzde ve hatta öteden beri Marksist-Leninist-Maoist olmadığı halde özellikle Mao’nun parti anlayışını “temelden-tamamen” reddettiği halde (Enver Hoca ve takipçileri özellikle örnek verilebilir ama bu onlarla sınırlı değildir) parti içi demokrasiyi dolayısıyla demokratik merkeziyetçiliği, demirden disipline sahip bir örgüt olmayı savunmayan devrimci bir parti yoktur ya da yok gibidir. İki çizgi mücadelesini kavramaktan çok uzak, komünist çizgiyi benimsememiş yığınla “komünist” hatta sosyal demokrat bu parti işleyişini bir tüzük maddesi, bir örgüt kuralı olarak benimsemekte ve uygulamaktadır. Diyebiliriz ki “parti içi demokrasi” yani parti içerisinde farklı fikirlerin olabileceği, bu farklı fikirlerin çatışmasından daha doğal ve hatta kaçınılmaz bir şey olamayacağı önermesi MLM olanların değil, neredeyse tüm küçük burjuva partilerin savunduğu bir önermedir. İki çizgi mücadelesinin bu önermede verili olduğunu iddia etmek, bu önermeyi savunan ve kendinde gerçekleştiren her partiyi iki çizgi mücadelesinin sahnesi veya zemini olarak tanımlamak sonucunu vermez mi? Komünist partisini “parti içi demokrasi”nin, bu, demir disiplini sağlamak amaçlı olsa da (ki bunun da komünist partisine özgü olduğu ileri sürülemez) mucidi, tek savunucusu ve uygulayanı gibi kavramak gerçeklikle uyumlu değildir. F. Ali hiçbir küçük burjuva partisini, parti içi demokrasiyi savunmadığına, uygulamadığına ikna edemeyeceği gibi (böyle bir çaba genel anlamda saçma olur) gene hiçbir küçük burjuva partiyi iki çizgi mücadelesini uyguladığına da ikna edemez!
F. Ali şöyle diyebilir: partide demir disiplini sağlamak üzere fikir mücadelesini tam olarak ancak komünistler savunur ve uygular. Diğerleri bunu savunsalar da tam olarak uygulayamazlar. Dolayısıyla iki çizgi mücadelesi teorisinin kendisinde verili olduğu “nasıl bir parti” kavramının Stalin tarafından ortaya konan açılımı sadece komünist partisini tanımlar, diğerleri bu tanıma uymazlar.
Evet, biz de parti içinde fikir mücadelesinin bütün burjuva anlayışlar bakımından sınırları olduğu tezini savunuruz; tam da bu nedenle komünist partisinde oluşan, söze-fikre dönüşen burjuva anlayışlar önemli derecede bölücü yani hizipçidir, sürekli olarak hizipleşme eğilimi gösterirler. Komünistler, partide birlik konusunda “tamamen” samimi ve tutarlı olmuşlardır. Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun bu konuda pek çok örnek yaklaşımı, tavrı söz konusudur. Onların bölücülüğe, hiziplere karşı verdikleri mücadelelerin temel karakteri bu nedenle sabırdır. Fakat bu demek değildir ki komünistlerin parti içi demokrasi anlayışı sınırsızdır!
Daha önce de değindik, Lenin “Ne Yapmalı” broşüründe “eleştiri özgürlüğü”nü değerlendirirken bunun parti içinde oportünizmin özgürlüğü, “devrimci çizgiyi reformist çizgiye dönüştürme özgürlüğü” olduğunu gösterir ve partinin bir tartışma kulübü olmadığını, “boş fıçı masalları”na partide yer olamayacağını nedenleriyle açıklar; Stalin de “fikir mücadelesi bitince, eleştiri tükenip karara varılınca” diyerek sınırı belirgin olarak ortaya koyar. Demek ki komünistlerin de parti içi demokrasiye dair belirledikleri bir sınır vardır. Bunun temel özelliği partinin irade ve eylem birliğidir. Partide fikir mücadelesi bu birliğe hizmet eder, eylem birliğinin en güçlü biçimde gerçekleşmesi etkin bir fikir mücadelesini şart koşar. Bu türden bir birlik tüm partilerin ve özellikle de parti önderliklerinin isteği, hatta amacıdır. Kimi partilerin bunun için parti içi demokrasiyi savsaklamaları bu gerçeği değiştirmez! O halde parti içi demokrasiyle koşullu parti birliği, dolayısıyla parti disiplini üzerine söylenen hemen hiçbir şey bize iki çizgi mücadelesi teorisini sunmaz; çünkü bunlar komünist çizgiyi şart koşmaz, her durumda komünist çizgiyi gerektirmez. Daha net ifade edersek: en sıkı disiplini sağlayan en güçlü parti içi demokrasi pratiği bize kaçınılmaz olarak komünist çizgiyi, dolayısıyla iki çizgi mücadelesini vermez; bu ikisi arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Sadece komünist çizginin, demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı bir örgütlenmeyi kendinin gerçekleşmesi için en uygun sistem olarak benimsediği söylenebilir ve söylenmelidir.
İki çizgi mücadelesi ise ne parti içi demokrasi ile sınırlıdır ne de partide sağlanmış demir disipline sahip eylem ve irade birliğiyle! En ileri düzeyde örgütlenmiş, demir disiplini başarmış ve eylem-irade birliğini gerçekleştirmekte zorlanmayan bir komünist partisinde de ya da parti birliğini önemli derecede bozan hiziplerle boğuşmak zorunda olan bir komünist partisinde de iki çizgi mücadelesi “aynı” niteliğe sahiptir. Bu nitelik iki çizgi mücadelesinin partinin gelişme yasası olmasından gelir ve bu mücadele “birleşme”ye değil hangi çizginin egemen olacağına karar vermeye hizmet eder. “Birlik” ancak verilen kararın sonucudur. Komünist çizgi etrafında bir birlik mi yoksa komünist olmayan, oportünist hatta revizyonist bir çizgi etrafında bir birlik mi? İki çizgi mücadelesinin temel sorusu budur. Bu mücadelenin “antagonist olmayan; ama uzlaşmaz karşıtlık” temelinde, komünist olanın olmayana karşı parti iktidarı odaklı bir savaşım olarak ele alınması bize iki çizgi mücadelesi teorisinin içeriğini verir. Yazımızın bütünü bu içeriği açıklama çabasıdır…
F. Ali iki çizgi mücadelesi teorisinin içeriğinin demokratik merkeziyetçilik ilkesine dayanan demir disipline sahip parti anlayışında verili olduğunu ileri sürmekle partide farklı fikirlere, eğilimlere yaklaşım sorununu temel aldığını göstermektedir; bunlara ne derecede izin verileceğinin ve bunların neden-nasıl var olduklarının kavranmasının konunun özünü oluşturduğunu teorize ederek ve Stalin’in çizdiği çerçevenin tam da bu özü barındırdığını tespit ederek aslında partinin gelişme yasası (“komünist partisinin hareketi yasası” demek daha uygundur) olan iki çizgi mücadelesini bir örgüt işleyişi politikası, bir sübjektif olgu olarak kavradığını ortaya koymaktadır. Eğer demokratik merkeziyetçilik ilkesi uygulanmıyorsa/uygulanamıyorsa, parti içi demokrasinin önünde engeller varsa iki çizgi mücadelesi de “verili” olmamalıdır! Bu durumda demokratik merkeziyetçilik için verilecek veya verilmesi gereken mücadeleyi (RSDİP’te, 2. Kongre’den itibaren Leninist fraksiyonun Martov liderliğindeki Menşevik grubuna karşı mücadelesinin özü bu olmuştur; partinin Bolşevik ve Menşevik kanatlar halinde bölünmesinde merkeziyetçiliğin de reddi belirleyicidir) iki çizgi mücadelesi olarak ele alma olanağı daha baştan reddedilmiş olmaz mı? Demokratik merkeziyetçiliğin benimsenmesi için verilecek herhangi bir andaki mücadele iki çizgi mücadelesine denk düşmez mi? Leninist parti anlayışının, “yeni tipte parti” olmanın temel bir kriteri bakımından değerlendirildiğinde; yanıtımız açık olmalıdır. İki çizgi mücadelesi ancak demokratik merkeziyetçilik halinde geçerli bir parti içi demokrasi sorunu ise Bolşevikler Menşevizme karşı bir çizgi mücadelesi vermemişler demektir!
Elbette öyle değildir. Böyle bir ele alış komünist çizgiyi demokratik merkeziyetçi örgüt koşuluna bağlar. Oysa demokratik merkeziyetçi örgüt anlayışı komünist çizginin “kendini gerçekleştirmek” üzere benimsediği, savunduğu bir model olmaktan ibarettir; yani önce çizgi vardır, model çizginin gerçekleşmesinde aracıdır; hiç kuşkusuz olmazsa olmaz bir araç olarak!
F. Ali’nin “nasıl bir parti” kavramında verili olduğunu ileri sürdüğü şey iki çizgi mücadelesi teorisi değildir. Nasıl bir parti kavramında verili olan komünist partisinin temel özellikleri; daha net söylersek, ilkeleridir. İki çizgi mücadelesi ise “parti nedir” veya “parti neden-nasıl vardır”; bununla beraber “partinin hareket yasası/gelişme yasası nedir” kavramlarında verilidir. Bu kavramlar politika alanına değil varlıkbilim alanına girer. Politika ancak komünist partisinin varlığında “komünizm için” gerçekleşme olanağı bulabilir. Biz iki çizgi mücadelesinden söz ettiğimizde “politik” düşünmüş olmuyoruz ya da politika belirlemiyoruz. Bununla yaptığımız şey komünist partisinin çelişmesini yani bir olguyu-varlığı tanımlamaktır. Kuşkusuz bir varlığı doğru tanımlamak o varlığın geleceği hakkındaki gerçeği içerir. Tıpkı toplumun sınıflardan meydana gelip topluma dair her gelişmenin sınıf mücadelesinden kaynaklandığını tespit etmenin kaçınılmaz olarak veya tutarlı bir ele alışla işçi sınıfının diktatörlüğünü öngörmeyi içermesi gibi. Burjuvazinin sınıf mücadelesini bir biçimde; ama mutlaka inkâr etme, üzerini örtme, yok sayma veya uzlaşma ile silikleştirme çabası da bunun tam aksidir. Bunlar politika alanında değil, doğrudan doğruya varlığın kendinde görülen, politika alanına/politik özneye rağmen gerçek olan, ondan önce var olan olgulara dair tutumlardır. Dolayısıyla komünist partisinde yetkili komiteler parti içi demokrasiyi kısıtladıklarında demir disiplini bozan, olanaksızlaştıran düzeyde politik yanlışlıklar yaptıklarında, ilkeleri çiğnediklerinde bile iki çizgi mücadelesinin varlığı tartışılır hale gelmez; iki çizgi mücadelesi olanağında bir eksilme de olmaz. Şartlar, biçimler, çelişmeler, sorunlar değişir; ama komünist çizginin mücadelesi bakımından nitelik değişmez. Çünkü iki çizgi mücadelesinin varlığı parti içi demokrasiden, demir disiplinden vs. öncedir: bu mücadele komünist çizginin varlığıyla, somutlaşmasıyla, örneğin parti içi demokrasiyi uygun yol ve yöntemlerle gerçekleştirme, olanaklı hale getirme yeteneğiyle ilgilidir. Lenin Menşevik grubuna karşı, Mao Li Lisan ve Wang Ming’e karşı ve İbrahim TİİKP revizyonizmine karşı bu yeteneği gösterdiler; parti içi demokrasinin ve demir disiplinin varlığında değil tam da bunların yokluğunda veya silikliğinde mücadele ettiler…
Maddeler Halinde Bir Özet
Tartışmamızın sonuçlarını özetleyerek yazımızı bitirelim. Özetlemeyi iki çizgi mücadelesinin “ne olduğu” ve “ne olmadığı” hakkındaki görüşlerle sunacağız. Bunun hem anlaşılır bir özet olacağını umuyoruz hem de tartışma üslubuna uyduğunu düşünüyoruz.
1- İki çizgi mücadelesi komünist partisinde kaçınılmaz olan hizip veya neredeyse hizip düzeyindeki “çizgi”lerle mücadele değildir.
İki çizgi mücadelesi sınıf mücadelesinin partideki yansımasının tüm biçimlerini kapsayan, komünist çizginin gelişmesinde zorunluluk halinde beliren karşıt iki bakış açısının, iki politika anlayışının uzlaşmaz mücadelesidir.
2-İki çizgi mücadelesi kaçınılmaz; ama kesintili/süreksiz bir mücadele değildir;
İki çizgi mücadelesi kaçınılmaz ve sürekli bir mücadeledir; komünist partisinin çekirdeğini oluşturur ve partinin kendinde içerilidir.
3- İki çizgi mücadelesi küçük burjuvazinin savrulmalarıyla mümkün hale gelen komünist partisine dışarıdan sızmaların ürünü değildir;
İki çizgi mücadelesi her zaman ve sonuna kadar devrimci olan komünist çizginin varlığından kaynaklanan, içte başlayan ve devam eden bir mücadeledir.
4- İki çizgi mücadelesi partide burjuvazinin temsiline olanak sunmakla ilgili bir teori değildir;
İki çizgi mücadelesi komünist partisinde cisimleşen komünist çizginin somutlaşmasına ve gelişmesine bağlı olarak her türden gerilikten beslenen burjuvazinin ideolojik düzeyde olanaksızlaştırılması ve toplum üzerindeki egemenliğinin ve giderek varlığının ortadan kaldırılmasının teorisidir.
5- İki çizgi mücadelesi parti içinde aykırı fikirlerin, çizgilerin, anlayışların meşruluğu hakkında bir teori değildir;
İki çizgi mücadelesi parti içerisinde komünist çizginin gelişmesinin ancak bir toplum gerçekliği olan burjuvaziye karşı mücadele ile olanaklı olduğu hakkındadır.
6- İki çizgi mücadelesi komünist partisinde parti içi demokrasi anlayışı değildir;
İki çizgi mücadelesi parti içi demokrasinin sadece bir araç olduğu komünist partisindeki iki karşıt kutbun uzlaşmaz mücadelesidir.
7- İki çizgi mücadelesi komünist partisinin demir disipline dayalı eylem ve irade birliği sürecinin teorisi değildir;
İki çizgi mücadelesi komünist partisindeki birliğin komünist çizgi tarafından belirlenmesi için bir teoridir.
8- İki çizgi mücadelesi “nasıl bir parti” kavramında verili değildir;
İki çizgi mücadelesi “komünist partisi nedir” kavramında verilidir.
9- İki çizgi mücadelesi farklı anlayışları karşı karşıya gelmesiyle başlayan bir mücadele değildir;
İki çizgi mücadelesi “birin ikiye bölünmesi” yasasına göre, bir çelişme olan partinin zıddını kendinde barındırmasından ileri gelen, daha başlangıçta var olan ve sonuna kadar devam edecek bir mücadeledir.
İki çizgi mücadelesi komünist partisinin gelişme yasasıdır.
KAYNAKLAR
F. Ali (2018); Tarihsel-Teorik Temelleriyle İki Çizgi Mücadelesi, Nisan Yay., İstanbul
Han Suyin (1999); Sabah Tufanı, II. Cilt, Berfin Yay., İstanbul
Lenin (Aralık, 1997); Seçme Eserler, Cilt XI, İnter Yayınları, İstanbul
Lenin (1997); Marks-Engels Marksizm, Sol Yay., Ankara
Lenin (-); Felsefe Defterleri, Sosyal Yay.
Mao Zedung (2000); Seçme Eserler, Cilt I, Kaynak Yay., İstanbul
Mao Zedung (1993); Seçme Eserler, Cilt II, Kaynak Yay., İstanbul
Marks-Engels (1995); Seçme Yazışmalar I, Sol Yay., Ankara
Marks-Engels (2009); Kutsal Aile, Sol Yay., Ankara