Nisan adı tarihimize direnişle nakşedilmiş bir bahar ayıdır. Seyit Külekçi’den Doğan Altun’a, Halil Çakıroğlu’ndan Munzur Keskin’e, Mercan Şehitleri’nden Nergiz Gülmez ve Süheyla Dağdeviren’e, en son Nergiz ve Çiğdemlere… Ve hepsinin ortak paydası 24 Nisan’da bir tohumun yeşermesine… Gelecek bir panteon kurduğunda Nisan ayı kendi anlamıyla yerini alacak burada. Doğanın, yeşilin her türüne büründüğü Nisan aynı zamanda özgür gelecek mücadelesinin kızıl ayı olacak bu panteonda.
Bir kez daha Nisan. Bir direniş destanı daha. Dört taburluk bir güç, onlarca son model teknolojik silah, binlerce asker. Kobrası, heronu, uçakları… Karşısında teknik donanımı zayıf ama yürekleri tam donanımlı iki yiğit Partizan.
Sabahın saat 5’i. Bir patlamayla uyandığımızda, uçak seslerine karışan heron sesi bir operasyonun belirtisiydi. Uçaklar yaklaşık yarım saat boyunca yüklerini boşaltıp gittiğinde heron hala dolaşıyordu. 2 saat sonra kobra ve skorsky sesleri geldiğinde artık operasyon başlamıştı. Her yanda patlayan silahlar, bombalar. Gün boyu düşmanın bağırışları, telsizlerin hızlı hızlı çalışması.
Gün boyu ne olduğunu tam olarak anlayamayacağımız bir noktada operasyonun tamamlanmasını bekliyorduk. Bilinmezliğin getirmiş olduğu çaresizlikle operasyona dair yorumlar yaparken saat on civarı bir düşman askerinin “buradalar komutanım” haykırışı ve silah sesleri. Bir şey yapamamanın çaresizliğiyle silah seslerini yorumlamaya çalışıyorduk. Arada kleş sesleri geliyordu. Ama çatışmanın hangi noktada olduğunu bir türlü netleştiremedik.
Akşam saat dokuz haberleri kulağımız TRT radyosunda. Operasyon tamamlanmış ve düşman tüm gücünü alandan çekmişti. Radyoda spikerin her zamanki zafer havasıyla olan konuşması: “Tunceli’nin Aliboğaz Vadisi’ne yapılan operasyonda üç kadın terörist etkisiz hale getirildi.” O an hangi kelimelerin yaşadığımız duyguya tercuman olacağını bilemedik. Sadece birbirimize baktık. Konuşmanın anlamı olmuyor ya bazen… Zaten siz anlatılacak olanı anlatmış, direnişinizle cevabı vermiştiniz ama yoldaş acısı ağır oluyor işte. Şimdi ne yapmalı. Bir notunda bir soruna dair şöyle yazmıştın: “Şimdi ne yapmalıyım oturup ağlamalı mı ama hayır ben elimden gelen herşeyi yapacağım.” Bir iradenin, en çıkmaz anda bile bir yol bulmanın ifadesiydi bu tavrın. Şimdi bizde ne yapacağız. Oturup ağlayacak mıyız…? Evet buna hakkımız var. Çünkü yoldaşlığın gerilla alanındaki paylaşımı insanı tek bir vücut yapıyor. Ve her kayıp öyle bir can yakıyor ki! Bir amacı olmayanların kaldıramayacağı… Ben yine de erteledim ağlamayı. Uğruna düştüğünüz kavganın zaferine değin. Ama acıyor işte. Yara derin. Yine de ilacı oluyorsun. Operasyona dair her bilgi netleşmesinde senin ve Çiğdem’in düşmana başeğmez tavrınız, ilkeli direnişiniz ve ölümü onurluca göğüslemeniz en büyük ilaç oluyor. Yanı başınızda korkunun, teslimiyetin pratiği yaşam bulurken tıpkı sizden öncekiler gibi son merminize kadar ayakta kalmaktan daha güçlü bir ilaç yok ki yaralarımıza merhem olsun.
Düşman sizin ölüm haberlerinizin narasını attı ya bol keseden. Yanıldığını hiçbir zaman anlayamayacak ! Ama ölüme değil yaşama merhaba dediğinizin anlamını bilenler sizi yaşatmaya devam ediyorlar. Düşmanın bilmediği bir şey var. Nergiz çiçeği Nisan ayında güneşe merhaba diyor. Aliboğaz’da düşman operasyon yaptığında bulunduğunuz noktanın çevresinde onlarca nergiz kökleri toprakta, doğaya o mis kokusunu salmıştı bile. Sende direnişinle halka ve yoldaşlarına merhaba demiştin aslında Nisan ayında.
Yazmak bazen o kadar zor geliyor ki. Ne demeli, nasıl anlatmalı… Kelimeler birbirine kenetleniyor ama. Anlatılan hikaye geleceğe taşınmalı ya… Siz geleceğe büyük bir köprü oldunuz. En coşkun suların geçit vermediği engelleri sizden sonrakiler aşsın diye. İşte şimdi biz o köprünün üzerinde engelleri aşmaya çalışıyoruz. Bir yanda düşmanın saldırıları diğer yanda bir dönemin “en keskin parti militanlarının (!)” partiye saldırıları… Sen her ikisine de amansızca karşı durdun. Ne düşmanın saldırıları gözünü korkuttu. Ne de partiye yönelik saldırılar kafanı bulandırdı. Tüm benliğinle ikisinin de karşısında durdun. Bazı anlar vardır, tıkanmayı aşmak için gemileri yakmak gerekir. Sen de kısa bir süre yaşadığın sıkıntılı bir sürecin içerisinde karşıladın partiye yönelik “sağ tasfiyeci” saldırıları. “Arınmak önce bireyin kendisiyle hesaplaşmasıdır” diyerek hem kendinle, hem de tasfiyeci anlayışla bir mücadeleye tutuştun. Ve gemileri yakmasını bildin. Yaşarken gösterdiğin tavır gibi direnişinle de bir cevap vermiş oldun parti düşmanlarına.
Şimdi tarihi biraz geriye alıyorum. Gerillaya ilk geldiğin zamanlara. O ışıl ışıl gözlerinle çevrene odaklanmış, gerilla yaşamını anlamaya çalışıyordun. Çok uzun denemeyecek örgütlü mücadele yaşamın seni bir kadının yaşamış olduğu çelişkilerin keskinliğiyle partiye sıkı sıkıya bağlamış ve kısa zamanda TMLGB saflarında önderleştirmişti. Şimdi yeni ve zorlu bir alanda yaşam senin için adeta yeniden başlar gibiydi. Hep hayalini kurduğun gerilla üniformasını üzerine ilk giyindiğin günü anlattığında “bir rüyadayım gibi geldi” demiştin. Eylem yoldaş diyordu; “her yeni gerilla ilk başlarda zorlanır. Burası başka bir yaşam gibidir. İlk zamanlar zorlanır, sürekli aşağıdaki yoldaşlarını, ailesini, yaşanmışlıklarını gece uykularının rüyalarında görür…” her yeni gerilla gibi sende bu rüyaları çokça gördün ama gerçek olan ilk gerilla adımlarını bir rüyadaymışçasına da yaşadın. O rüyanın en güzel anlarını yaşadın gerillada ve en zor olan yoldaş acısını da… 12 yoldaşımızı şehit verdiğimiz Kasım operasyonunda seninle aynı mevzideyken, sağımızı solumuzu uçaklar bombalarken, kendine zerre kadar kaygı duymadan aklının yoldaşlarında, özellikle uçak vuruşlarının sonrasında oluşan toz bulutunun altında kalan noktadaki yoldaşlarının telaşına kapılmış ve bir şey yapamamanın çaresizliğine isyan edişini gördüm. Sessiz ama içten…
Gerillada en çok aldığın eleştiri, kolay diyalog kurmamandı. Sense bir seferinde “insan bazen konuşmadan da anlaşılmak istiyor” demiştin bana. Evet bazen insan konuşmadan da anlaşılmak ister ama senin ki “bazen”i aştığı için hak vermemiştim sana. Şimdi artık seninle konuşamıyoruz ama anlaşıldığını bil yoldaş.
O Nisan ayında düşmanla girdiğin çatışmada kullandığın kleşin sesleri bize kadar ulaşıyordu. Bu ses hala kulaklarımda çınlıyor. Bu ses senin ölümsüzlük haykırışındı.
Sessiz, sakin ama öğrenmeye hep açık olan yanınla, en çok istediğin şey, içinde bulunduğun savaş koşullarına uygun bir gerilla olabilmekti. Bazen sorarak, bazen sadece izleyerek, ama hep gelişme isteğiyle yürümeye çalıştığın gerilla yolculuğunda en büyük özlemin düşmana darbe vurulan bir eylemde yer almaktı. 2015 yılında aldığımız askeri eğitimleri düşman üzerinde yaşama geçirme fırsatı bulduğunda 2017 bahar ayıydı. Düşman Bozan Yaylalarının çıplak sırtlarına konumlanmış ve av peşindeydi. Haber gelir gelmez toparlanıp Bozan’a çıktık. Her yoldaş 12’lerin intikam ateşiyle harlanmışken, düşmanı nasıl darbeleyeceğimizin planlarını yapmaya başlamıştık bile. Ama hayat her an istediğin gibi yürümüyor ya. Düşman daha öğle saati olmadan tepeyi boşaltmaya başladığında, gözünde yaşlar vardı. Seninle konuşurken, “çaresizlik değil yoldaş, 12’lerin sorulacak bir hesabı var. Onu yerine getirememiş olmaktan” diye tanımlamıştın. Çok değil bir hafta sonra aynı tepede yoldaşlar düşmanda mayın patlatmış ve üç düşman askerini saf dışı bırakmışlardı. Sanki sen de bu eylemin içindeymişçesine büyük bir sevinç yaşamıştın ama “yok ya bende şans yok yoldaş. Biz daha bir saat izleyemeden düşman tepeden indi. Yoldaşlar mayın patlatıyor düşman inmiyor” diyerek sitemini de gizlememiştin.
En sıkıntılı anlarında bir kutup yıldızın vardı. Partiyi böyle tanımlıyor ve hep ona sarılıyordun. Gün geldi partiye saldıran “keskin partililer” seni tesadüfen bir karşılaşma esnasında ikna ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardı ama sen ve Çiğdem yoldaş gereken cevabı vermiş, gerilla alanının partili duruşunu göstererek heveslerini kursaklarında bırakmıştınız parti kaçkınlarının. Karşılaşma anını anlatırken bile o kadar öfkeli ve tepkiliydin ki… Bir de tartışma esnasında aramızdaki politik-ideolojik farklılığa dair emareleri anlatırken, “bunlardan bir şey olmaz yoldaş. Bunların savaş gibi bir derdi yok” gerçeğini sürekli dillendiriyordun.
2015 yazında Nazımiye faaliyetinde kitle faaliyeti için gittiğiniz köyde nöbet tutarken köpek saldırmış ve merdivenlerden düşerek ciddi bir yaralanma durumun olmuştu. Neredeyse ölümün eşiğinden dönmüştün. “Yani ölümün çeşidi yok ama. Gerillada böyle bir nedenden dolayı ölmek çok komik” demiş ve korkunu da ifade etmiştin. Düşman tarafından kuşatıldığınızda ne duygularla yüklüydünüz bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, hiç tereddüt etmeden düşmana darbe vurarak “işinizi yaptığınızdır.”
Şimdi kalan görev bizim omuzlarımızda. Sen rahat uyu yoldaş. Özlemin bir dağ gibi, anıların taptaze, düşlerin gerçeğe doğru yol almaya devam ediyor.
Bir Yoldaşın