Kadınlar hemen her gün; evde, okulda, işyerinde, sokakta, toplu taşıma araçlarında vs. bir bütün yaşamın her alanında sayısız tacize, tecavüze, şiddete maruz kalıyorlar. Kadın kimliği ve bedeni üzerinden iktidarını üreten ve sürdüren “ATAERKİL” erkek egemen sistem bulduğu her fırsatta, hayatımıza yaşam tarzımıza müdahale ederek kendi istediği, biçtiği öğretilmiş kadınlık rollerini dayatıyor. Bu rollerin dışına çıkan kadına da her türlü şiddeti uyguluyor, katlini vacip görüyor. Şort giydiği, tayt giydiği, gece yarısı sokakta olduğu, boşanmak istediği, kahkaha attığı, hamileyken sokağa çıktığı gibi saymakla bitmeyecek bahanelerle kadına yönelik şiddet ve saldırıları meşrulaştırmaya çalışıyor.
14 yıllık AKP iktidarı boyunca %1400 arttığı söylenen kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin, gelinen aşamada elimizde güncel istatistikî veriler olmasa da son yıllarda %1400’ü aştığı bir gerçek. TV kanallarını açtığımızda, gazete sayfalarını çevirdiğimizde artık sıklıkla karşımıza giyiminden, oturuşundan, yaşam tarzından dolayı saldırıya uğrayan, şiddete maruz kalan kadın haberleriyle karşılaşıyoruz. Başta kadınlar olmak üzere topluma yavaş yavaş siyasal islamın yaşam ve normları dayatılırken, dayatılan yaşamın dışında görülenlerde baskı ve şiddetle hizaya getirilmeye çalışılıyor. Ve artan şiddet örnekleriyle, uygulanan baskı ve şiddette kitleler nezdinde sıradanlaştırılarak, olağanlaştırılıyor. Bu bile kadına yönelik şiddet ve kadın katliamlarının ne aşamaya ulaştığını gösteren bir tablo.
Sadece Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporundaki verilere dahi baktığımızda; kadına yönelik şiddet, saldırı ve kadın cinayetlerindeki artış görülüyor. Rapora göre 2016 yılının ilk sayı içerisindeki 137 kadın öldürülürken 2017 yılının ilk sayısında 179 kadının öldürüldüğü belirtiliyor. Yine raporda sadece mayıs ayında 39 kadın öldürüldüğü, 38 çocuğun istismara uğradığı, 17 kadının da cinsel şiddete maruz kaldığı ifade ediliyor. Raporda çarpıcı olan diğer bir yan ise “kadınlar işkence görüyor, çocuklarının gözlerinin önünde yada çocuklarıyla öldürülüyor, şüpheli ölümler artıyor, kadınların evine patlayıcı yerleştiriliyor ‘levye’ ile öldürülüyor” gibi ifadeler yer alırken erkek egemen devletin toplumda kanıksatan/kanıksatmaya çalıştığı kadın düşmanlığının geldiği boyutları da gözler önüne seriyor.(05.06.2017 Cumhuriyet Gazetesi)
Artan kadına yönelik şiddet ve kadın katliamlarının nedenlerini irdelemeye çalıştığımızda karşımıza kuşkusuz birçok etken çıkıyor. En başta da bu saldırıları “ATAERKİL” emperyalist kapitalist sistemin ya da burjuva feodal sistemin bütünlüklü saldırılarından, cinsiyetçi politikalarından bağımsız olmadığı… Emperyalist-kapitalist sistemin daha fazla kar ve sömürü hırsıyla yarattığı sömürü, talan, açlık, yoksulluk, işsizlikle, kuralsız sömürü, esnek, güvencesiz ve taşeron çalışma sistemi en çok kadınları vurduğu gibi bu sömürü ve talanın yarattığı toplumsal yıkım da kadına sömürü, baskı, şiddet, erkek terörü ve kadın katliamları olarak dönmekte.
Ülke egemenlerinin iç ve dış politikada yaşadığı siyasi, ekonomik, askeri krizlerinin yönetememe haliyle de birleşmesi, egemenlerin iktidarlarını koruyabilmek için var olan faşizmi daha da şiddetlendirerek, açık faşizm haline getirilmesini sağladı. Faşizm ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmle de birleşerek toplumu bölüp, parçalayıp, kutuplaştırırken aynı zamanda da militarize etmekte. Hedefine de en başta kadın bedenini, kimliğini ve cinselliğini koymakta. Böylece kadına yönelik şiddetin nedenlerinden birisini faşist devlet eliyle geliştirilen militarizm oluşturmakta.
Bir diğer etken ise; ülkede adım adım siyasal islam geliştirilip yerleştirilirken, toplumunda muhafazakârlaştırılıyor olması. İslamın feodalizmle de birleşen, erkeği üstün, kadını korunmaya, bakıma muhtaç kul, köle gören, toplumsal rolünü aile ile sınırlayıp, evin dört duvar arasına hapsedip, eş, anne olmakla sınırlayan erkek egemen cinsiyetçi yaklaşımı başta Erdoğan olmak üzere iktidar sahiplerince gerici söylem ve politikalarla besleniyor. Erdoğan’ın “kadın erkek eşitliği fıtrata ters” ve AKP ünye Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci’nin “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır”(2011) söylemleri kadına bakış açılarını ve nerede gördüklerini gösterirken, kadını değersizleştirip, saldırılara da açık hale getiriyor.
AKP iktidarının ve TC egemenlerinin kadın düşmanı politikalarına baktığımızda ise emperyalizmin neo liberal politikalarıyla yaşama geçirilen kuralsız sömürü ve esnek çalışma koşulları kadını daha fazla üretimden ve toplumsal yaşamdan koparırken emeğine de değersizleştirmekte. Kurumsallaşmış erkek egemen yapıya karşı savunmasız bırakmakta. Sadece 15 Temmuz “darbe girişimi” sonrası bir yıllık süreçte bile OHAL ve KHK’larla binlerce kadın işinden edilmiş yapılan düzenleme ve çıkarılan yasalarla uzaktan çalışma, yarı zamanlı çalışma ve büyük annelerin torunlarına bakması karşılığında maaşa bağlanması gibi bir dizi düzenlemelerle esnek güvencesiz, kuralsız çalışma koşulları dayatılırken, patronun sömürüsü de arttırılmış durumda. Bu düzenlemelerle annenin kısıtlı olan süt izni kreş vs. gibi haklarının gaspını sağlarken, diğer yandan da kadınları iş yaşamından uzaklaştırmakta, evin dört duvarlarına hapsederek sadece anne-eş kimliklerini ön plana çıkarmakta. Yine çocuk yaşta evliliği ve tecavüzcüsüyle getiren “rıza” yaşını 12’ye düşüren yasal düzenlemeler yapılması/yapılmak istenmesi, aynı zamanda tecavüz sonucu hamile kalan kadın veya çocuğu doğurmaya zorlamasıyla, çocuk istismarını, kadına yönelik tecavüzü meşrulaştırarak, tecavüz ve istismarı normalleştirirken olağan, sıradanlaşan bu zeminde zaten kışkırtılan “erkekliğin” daha rahat hareket etmesine kaynaklık ediyor,buda beraberinde kadına yönelik saldırıların ve katliamların artışını getiriyor.
Kadına yönelik şiddetin, saldırıların ve katliamların artışına kaynaklık eden bir başka neden ise erkek egemen yapının kendisi ve verdiği kararlar etken oluyor. Kadının maruz kaldığı taciz, tecavüz, şiddet vs. durumlarında mahkemenin “tahrik”, “iyi hal” yerine adeta ödüllendiren koruyan kararlar vermesi, bir nevi erkeğe cezasızlık kadına ceza kesilmesi durumu şiddetin, saldırıların, ölümlerin önünü açıyor ve bu da artışı beraberinde getiriyor.
Kadına yönelik şiddet saldırı ve bunların nedenlerini irdelemeyi elbette daha da sürdürebiliriz. Ancak daha da önemlisi kadını ezen sömüren, baskı ve zulüm altında tutan, aşağılayan, hor gören, bedenini, kimliğini, emeğini yaşamın her alanında kuşatıp, tutsak etmeye çalışan burjuva-feodal ataerkil sistemin tüm saldırılarına karşı sesimizi yükselttiğimiz oranda baskı, şiddet ve kadın katliamlarının da önünde durabiliriz.
“Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim” diyen Ulrike Meinhof’un dediği gibi öfkemizi kuşanıp, dağlardan, fabrikalardan, tarlalardan, yoksul emekçi ve gecekondu mahallelerinden yükselen seslerle birleşip sokaklara, alanlara aktığımızda güçlü karşı koyuşu da örebilir, örgütleyebiliriz. Sesimize, öfkemize pranga vurmadan çığlığımızı birleştirelim ki ağ olup büyüsün zulmün sahiplerini ezmek için!