Kolektifimizin, Ocak 2017’den itibaren kolektiften kopma ve ayrı örgütlenmeye gitme biçiminde varlığını sürdürdüğünü ilan ettiği ve toplamda iki yıldan fazla bir süreye yayılan bir hizip saldırısı altında kaldığı bilinmektedir. Bu hizip, kolektifimizin ısrarla yinelediği hizipçi faaliyete son verilmesi, PP’nin ilke, işleyiş ve tüzüğüne uyulması çağrılarını, birliği koruma amaçlı çaba ve anlaşmaları boşa çıkartmış ve Eylül 2017 tarihinde saflarımızdan kopup gitmiştir. Hareketimiz ortaya çıkan hizbin de diğer bütün hizipler gibi irade ve eylem birliğini yıkıma uğratma ve onu parçalama pratiği olduğunun elbette bilincindeydi. Hizip karşısında benimsemiş olduğu “birlikte, bir arada olalım, meşru ve hukuki zeminde durup, ideolojik ve politik olarak hesaplaşalım” yaklaşımı ise içerisinden geçtiği özel koşulların bir ürünü olarak şekillenmişti. Dolayısıyla benimsenen birliği koruma ve birlik koşullarını oluşturma tavrı, hizip gerçekliğine yabancılığın değil, kimi öznel ve nesnel koşulların gereği ve zorunluluğuydu. Bir yanda MLM’lerin Proletarya Partisi’nin birliğini koruma tavrı ve çabası, diğer yanda hizip diyalektiği biçiminde işleyen bir süreç… Olanca gerçekliğiyle sınıflar mücadelesinin kuralları hayat bulmuş ve hizip Proletarya Partisi saflarını terk etmiştir.
Hizip, “komünist” gördüğü, “ülkemizde enternasyonal proletaryanın, onun bilimi olan MLM’nin temsilcisi” dediği yapının; Proletarya Partisi’nin saflarını, “komünist bir örgüt inşa etmek” biçiminde gayr-ı ciddi ya da absürd gerekçeyle terk etmeden evvel örneğin, başarısız (açığa çıktığı için) darbe girişiminde bulunmuş, merkezileşme amacıyla hizip örgütlenmesini “geçici” ön-ekli komiteler kurma noktasına taşımış, yoğun biçimde işlettikleri, ciddi deşifrasyonları da içeren yalan, dedikodu ve iftira kampanyaları yürütmüştür. Bu örnekler ve ayrılma gerekçesi hizbin genetik kodlarının anlaşılması açısından önemli verilerdi. Hizip, öncelikle, iktidar olmayı, yönetmeyi amaç haline getirmektedir. Hizbin bu karakteri kolektif hukukunun, ilke ve işleyişinin yok sayılmasını zorunlu kılar. Hiziple birlikte bütün kirin ve pisliğin sökün etmesi bundandır. Yapıyı ele geçirme, bu, gerçekleşebilir bir olasılık durumunu korudukça saflarda kalma, gelişmeler bunu imkansız kıldığında safları terk etme!
Biz bu hizip pratiğinin özel değil genel olduğunu, tüm dünya komünist ve devrimci partilerinin tarihinin bunu gösterdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Proletarya Partisi hizip olgusuna ait içerisinde parti kaçkınlığı da olan tüm tipik gelişme ve sonuçları kendi özgünlüğü içerisinde yaşamıştır. PP saflarında ortaya çıkan tasfiyeci hizip, genel tezahürlerin dışında sınıf yapısıyla ilişkili olarak farklı siyasal ve sosyal özellikler taşıyordu. PP kaçkını tasfiyeci hizip küçük burjuva devrimciliğinin en sağcı, sağdaki temsilcileri arasındadır; üretimden ve kitlelerden kopuk, elitist ve lümpen özelliklere sahiptir. Örgüt ve önderlik anlayışı bakımından ise kuralsızlığı yüceltir, otonomcu ve anarko-liberaldir. Bu sınıf ve siyasal gerçekliğin ürünü olarak devrimci karakteri oldukça zayıf, sağcı, tasfiyeci bir grup siyasal arenaya çıkmış oldu.
Ülkemizin siyasal iklimi örneğin çatışmasızlık sürecindeki gibi görece liberal bir iklim değildi ve sağ tasfiyeci hizip Proletarya Partisi’nden devrimci durumun gerilediği, faşist saldırganlığın gemi azıya aldığı bir dönemde kaçmıştı. Yani sağ tasfiyecilerin içine doğduğu tarihi koşullar kılıçların çarpıştığı ve ateşin ateşle sınandığı koşullardı. Bundandır ki PP kaçkını hizbin havı erken dökülmüş, Proletarya Partisi’nden kaçtıkları gibi savaştan ve Türkiye devriminden de kaçmışlardır..
TASFİYECİLİĞİ DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ VE İHBARCILIKLA TAÇLANDIRANLAR
Hizbin serüveni PP’den, savaştan ve ülkemiz devriminden kaçmakla sonuçlanmış değildir, olamaz da… Ülkemiz ve dünya devrim deneyimleri göstermiştir ki bu nitelikteki bir oluşumun çürüyüp yok olma süreci karşı-devrimci saldırılar ve provokasyonlarla birlikte yürür. Kolektifimiz ise bu gerçeği bizzat yaşamıştır. Tasfiyeci kaçkınların öyküsü Proletarya Partisi’yle ilişkisi içerisinde özel bir yön taşımakla birlikte sınıflar mücadelesine dairdir ve bu özelliği nedeniyle de genel bir muhteva taşır. Öykünün birçok yapıya tanıdık gelmesi, benzerlerine tanıklık etmeleri bundandır.
Bu tasfiyeci kaçkınlık öyküsünün yeni bir aşamasını, düşmanla işbirliği içerisinde devrimcilere saldırma, devrimci-komünistleri ihbar etme aşamasını yaşıyoruz. Sözünü ettiğimiz güruhun tasfiyeciliğini ve kaçkınlığını düşmanla işbirliği ve ihbarcılıkla nasıl taçlandırdıklarına dair yaşananlar şu şekildedir:
Geçtiğimiz aylarda bir grup polis, yanlarında bir avukat ekibi ve maliye görevlileriyle birlikte kurumlarımızdan birine giderek, mülk “sahibi” tarafından haneye tecavüz iddiasıyla kaymakamlığa başvuruda bulunulduğunu söylemiş, daireyi terk etmememiz halinde zor kullanılacağı ve hukuki işlem yapılacağını belirtmişlerdir. Gelen piyasa avukatları tahliyenin “bir an önce” gerçekleşmesi yönünde çaba harcamışsa da çalışanlarımızın kararlı, soğukkanlı ve inisiyatifli tutumu sayesinde bu istek gerçekleşmemiştir. İzleyen günlerde kurumumuz aynı nedene bağlı olarak bir kez daha polisin baskınına uğramış, kaymakamlık başvurusunun gereğinin yapılması istenmiştir.
Öncelikle “işgal” diye bir durumun mevzu bahis olmadığını, “mülk sahibi” gibi görünüp faşizmin hukukuna dayanarak oldu bittiyle kuruma el koyma girişimi olduğunu belirtelim. Yasalar aracılığıyla el koyma sürecini başlatan, tasfiyeci kaçkınların yurtdışı kurumunun eş başkanıdır. Devleti, polisi arkasına alarak, devlet ve polisi üzerimize salarak kolektifimize ait maddi bir değerin üzerine yatılmak isteniyor. Devlet ve polisle iş tutma, ihbarcılık yapma “bir avuç dolar” içindir. Fakat görünür olan bu gerçekle birlikte derinlerde yatan bir öz vardır. Bu pratikle beraber asıl gerçek ortaya çıkmaktadır ki biz, asıl olarak bu gerçekle ilgiliyiz. Hizip örgütlenmesine giderek, PP’nin irade ve eylem birliğini hedefleyen, birliğe yönelik ulu orta biçimde en hoyrat saldırılarda bulunanların geldiği gerçeklikle ilgiliyiz. Hizip örgütlenmesinden Proletarya Partisi’nden kaçışa evrilmiş ve orada kalmayıp savaştan, Türkiye devriminden kaçışa sıçramış ve şimdilik iş düşmanla işbirliği yapmaya, devrimcileri ihbar etmeye varmıştır. İşte bizi ilgilendiren gerçeğin asıl bu yönüdür.
Bu sağ tasfiyeci, korkak, yaygaracı, yalancı zihniyet ve güruh dün kolektif, hizip çalışmasına tavır alarak kurumunu sahiplendiğinde “işgal”, “şiddet”, “kadına şiddet” olduğu iddiasıyla yaygara koparmış, dolaylı bir şekilde kolektifi ve bileşenlerini düşmana hedef olarak göstermekte beis görmemiştir. Bununla yetinmeyerek devrimci-demokrat kurumları yalanlarına ve yaygaracılığına ortak ederek kolektifi hedef haline getirmiştir. Dün zayıflığı ve korkaklığının bir sonucu olarak yaygaracılıkla, yalanlarla devrimci yapıları arkasına almaya çalışanlar, onların kapısını çalanlar; bugün aynı korkak ve aşağılık yaklaşımla, devrimcilikten kopuşu ilan eden bir tutumla, “sessiz sedasız” ama aynı hırs ve kolektif düşmanlığı ile faşizmin kurumlarının kapısını çalmakta, onun hukukundan, mülki idaresinden ve polisinden medet ummaktadır. Şeylerin iki yönü olduğu ve aralarında özdeşlik ilişkisinin bulunduğu, yani uygun durum ve koşullarda her şeyin karşıtına döneceği hayat içerisinde ispatlanmış bir yasadır. Dolayısıyla tasfiyeci kaçkınların evrimi ibretlik olmayıp yaşamın diyalektiğine uygun bir gelişmedir.
DEVLETLE İŞBİRLİĞİ, DEVLETE YASLANMA, DEVRİMCİLERİ İHBAR ETME DEVRİMCİ HAREKETİN YENİ “NORMALİ” OLMAMALI, OLAMAZ
Karşılaştığımız bu karşı-devrimci saldırı bizim açımızdan hizbe dair malumun ilamı olmakla birlikte, devrimci yapıların gündemine taşınması gereken ölçekte önem arz eden bir konuydu. Hem bilgilendirmek hem de soruna yaklaşım biçimlerini, sorunla ilgili anlayışlarını, çözüm önerilerini öğrenmek amacıyla devrimci yapılarla bir toplantı yapmayı gerekli ve anlamlı gördük. Çağrımıza katılım sağlayarak, olumlu yanıt veren devrimci kurumlarla verimli olduğunu düşündüğümüz tartışmalar yürütüldü. Toplantıda hazır olan kurumlar mealen devletle iş tutulmasını kabul edilemez bulduklarını ve mahkum ettiklerini belirttiler. Bu kurumlar “başvurunun koşulsuz olarak geri çekilmesi, iptal edilmesi, bu adım atıldıktan sonra durumun değerlendirilmesi” biçiminde bir karar oluşturdular. Karara uygun olarak ilgilileriyle görüşeceklerini söylediler. Kurumlar bu görüşmeyi gerçekleştirdi. Tasfiyeci kaçkınlar bu görüşme de devlete yapılan başvuruda kendilerinin bir sorumluluğunun olmadığını, … isimli yurt dışı kurumlarının eş başkanının kendi kişisel tasarrufuyla yaptığını belirtmiştir. Görüşmeyi gerçekleştiren kurumlar ise “meselenin kişinin tasarrufu olarak açıklanamayacağını, örgütlü insanları olduğuna göre gereğinin yapılmasını” belirttiklerini bizlere aktarmışlardır.
Açıktır ki sağ tasfiyeci grup manipülatif ve yaptığının arkasında durmayan, korkak bir tavır sergilemiştir. Bu tavır adı geçen kişiyi gözden çıkarma, onu “feda” etme ve zevahiri koruma tavrıdır. Fakat tasfiyeci kaçkınlar yurtdışı görüşmelerinde kimi kurumlara yapılan işi kurumsal olarak sahiplendiklerini söylemekten de geri kalmamışlardır. Bir grubu aynı konuda iki farklı açıklama yapmaya götüren neden ne olabilir? Hatırlanırsa kolektifimizin, sağ tasfiyecilerle ilgili değerlendirmelerinden biri de bunların bir yurt dışı merkezli hizip olduğuydu. Gerçekten de tasfiyeci hizip yurt dışı, özellikle Avrupa’da bir ülke ağırlıklıydı. Sağ tasfiyecileri ikili tavra götüren tam da bu güç sorunudur. Yurt dışında belli bir güce sahip oldukları için kurumsal düzeyde, ülke de ise olmayan güç nedeniyle sorumluluğu kişiye yükleyip işin içerisinden sıyrılma!.. Tanık olduklarımız ilkesizlik ve pragmatizm bataklığında çırpınanlara has davranışlardır.
Sorunu devrimci kurumların gündemine taşımamız, bu kurumlara bir çözüm dayatma ya da sorunu üzerlerine atma vb. değildir. Amacımızın ne olduğunu şöyle ifade etmiştik: “Devrimcilerin üzerine devletin ve onun polislerinin salınması, “sorunun” devlete dayanarak çözülmesi, devrimcilerin polise ihbar edilmesi gibi saldırıları yaşayan somutta her ne kadar kurumumuz olmuşsa da niteliği gereği bu saldırı tarihsel birikimlerimize, değerlerimize yöneliktir. Bu “birikim” ve “değerler” ise tarihsel olarak ezilen sınıfların ve devrimci, demokratik hareketindir. Ortaya çıkan sorunu gündeminize taşımamızın biricik nedeni budur.” Vurgulamak ve bilgilendirmek istediğimiz şey; devletle işbirliği, devlete yaslanma, devrimcileri ihbar etme gibi pratik sahiplerinin bu kez gerici, faşist unsurlar değil kendine “devrimci” diyenler olduğu, devrim ve devrimci değerlerin arkadan hançerleniyor oluşudur. Devrimci, demokratik güçlerin belki de devrimci hareketin tarihinde eşi görülmemiş bir ihbarcılık ve faşizmin hukukundan medet umma tutumuna karşı duyarlılık göstermesi için harcadığımız çaba, belirtmek gerekir ki konunun ağırlığına uygun bir yanıt bulmamıştır.
Devrimci, demokratik güçlerin bu mesele karşısındaki tutumu ağırlıkla ‘duymamak, görmemek, konuşmamak’; sanki bunlar yaşanmamış gibi hareket etmek; “olgun devrimcilik”, “akil insan” imajı sergilemek; sorunu “öğüt serenatı”na çevirmek ve kamuoyuna yönelik örtülü açıklamalar biçimiyle kendini göstermiştir. Bu tutum ve yaklaşımlar, karşılaşılan meselenin özüne dair bir kavrayışsızlık ve hiç kuşkusuz ciddiyetsizlik olarak eleştirilmeyi hak etmektedir.
Kimi devrimci hareketlerin açıklamaları ya da soruna dair verdikleri yanıtlar, düşman hukukuna dayanan karşı-devrimci suçu hafifseme ya da bir süreç boyunca gerçekleşen girişimleri görmeme biçimindedir. Çift taraflı hatalar vurgusu ve yine ortak bir çözüm masası kurma önerileri gerçeğin gözüne bakma cesareti gösterememekten başka bir şey değildir. Devrimci kurumlarla yapılan görüşme ve toplantılarda “Dostlar, şu hususu bir kez daha vurgulamak isteriz ki; tartışmak istediğimiz konu sadece bizle, yaşadığımız sorunla ve bu sorunda taraf olup olmamakla alakalı olmayan daha ciddi ve tüm devrimci hareket açısından tartışmayı ve ortak tutum geliştirmeyi fazlasıyla hak eden bir konuydu.” şeklindeki izahımız ve vurgularımız açık ve nettir. Bu eksende gerçekleştirdiğimiz girişimler sonrası, toplantı çağrımıza pratik karşılık verilmediği halde kamuoyuna “çözüm masası” kurma çağrısı kuşkusuz ciddiyet açısından tartışılırdır. Biz bu öneriyi “rol çalma” olarak algılıyor, böyle bir davranış yerine zamanında ve yerinde sorumluluğun yerine getirilmesi gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
DEVRİMCİ KÜLTÜR VE DEĞERLERİMİZİN AŞINDIRILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ!
Bu gelişmenin ardından ve süreç boyunca sergilediğimiz söz konusu ihbarcılıktan vazgeçilmesine dair girişimlerimiz maalesef sonuçsuz kalmıştır. Tasfiyeci anlayışın ihbarcısı Avrupa kurumu eşbaşkanı ile görüşme girişimimiz ise bu kişi tarafından çeşitli gerekçelerle kabul edilmemiştir. Bu sağ tasfiyeci, parti ve savaş kaçkını, korkak ve yaygaracı güruhun karşı-devrimciliğe tekabül eden bu zihniyetten her türlü girişime rağmen geri adım atmayacağı böylelikle netleşmiştir.
Devlet ve polisle işbirliği, ihbarcılık öznenin, gerçekleştirenlerin kimliğinden bağımsız olarak düşünüldüğünde karşımıza çıkan kriminal bir vakadır. Fakat bu vakanın öznesi bu sıralar “pratik devrimcilik” diyerek bu mevzuda ahkam kesen, “ilkelere sarılmak ve stratejik hatta yoğunlaşmak” gibi iddialı cümleler telafuz eden ve Kaypakkaya yoldaşın “bayatı atıp tazeyi almak” sözünü terennüm edenlerdir. Hal böyle olunca dümeni karşı-devrim güzergahına kırmış, bu güzergahta yol almaya başlamış bir grupla karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. Karşı karşıya olduğumuz şey aynı zamanda siyasal bir şizofreniye dönüşmenin örneğidir. Tasfiyeci kaçkınlar imza attıkları pratiklerle bize, herkese, “bayat” diye attıkları şeyin devrimcilik ve devrimci değerler; aldıkları “taze”nin ise düşmanla işbirliği, ihbarcılık olduğunu anlatıyorlar.
Devrimciler ve halk açısından devletin niteliği açıktır. Devrimci değerleri sahiplenen, demokratik hak ve özgürlük mücadelesi içinde saf tutan, faşizme, onun hukukuna, kolluk gücüne ve bir bütün halka düşmanlıkla şekillenmiş devlet aygıtına karşı mücadeleyi benimseyen her kesimi, kişiyi ve kurumu, doğrudan devlet kurumlarına başvuru yapılarak gerçekleştirilen bu ihbarcılığa karşı tavır almaya çağırıyoruz. Bu çürümüş ve kokuşmuş zihniyetin söz konusu tavrıyla sadece kolektifimize zarar vermeyeceği, devrimci kimliği aşındırmakla sınırlı kalmayacağı açıktır. Bu ihbarcılığı ve karşı-devrimci pratiği bir “normal” haline getirerek, bunu sahiplenen, görmezden gelmeye çalışan, bu pratiği tekil ve istisna olarak gören her kesimi, kişiyi, kurumu bir çürümenin içine doğru çekeceği, devrimci hareketin tarihinde olmayan, olması kabul edilemez olan bir şeyi “uygulanabilir” bir zemine kavuşturacağı açıktır. Devrimcilerin halkı adli vakalarda dahi faşizmin hukukuyla sorunu çözmekten uzak tutmaya, bu yönde ikna etmeye çalıştığı bilinmektedir. Bugün ise devrimcileri ve devrimci değerleri devlete ihbar etmeye, faşizmin hukukuyla sorun “çözmeye” yönelen ihbarcı bir tutumla karşı karşıyayız. İhbarcılıkta vücut bulan bu çürümüşlüğe, aşağılık ve gerici tutuma karşı herkesi tavır almaya, bu tutumu mahkum etmeye çağırıyoruz. Bu tutum ve pratiğe karşı kesin, kararlı ve net duracağımızı, bu konuda tereddütsüz olduğumuzu belirtiyor; devrimci kültür ve normları sahiplenmekten geri durmayacağımızı ilan ediyoruz. Devrimci değerlerin, normların hiçe sayılması, tarihsel birikimlerin ve kurallarının aşındırılması, kolektifin bu kuralların aşındırılarak zayıflatılması ve yıpratılmasına karşı sessiz kalmayacağımızı beyan ediyoruz. Bu güruhu uyarıyoruz, aklınızı başınıza toplayın ve devrime, devrimci değerlere saldırmaktan vazgeçin!
PARTİZAN
Ekim 2018