Önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya ölümü kucaklama biçimi ve ardında bıraktığı mirasla bir manifesto yazmıştır. Bu manifestoyu akıntıya karşı yüzmek için, gerçeği ısrarla açığa çıkarmak için, bilimsel olana sadık kalmak için, tarihsel sorumlulukları bilince çıkarmak için sınıf mücadelesinde referans almalıyız. Ancak bu şekilde bir ele alış onu layıkıyla anmak, devrettiği kızıl bayrağı yükseğe taşıma sorumluluğuna denk düşecektir. Kaypakkaya bizim için kültleştirilecek, resmi önünde güzellemeler yazılacak ve fetişleştirilecek bir önder değildir. Bu biçimde bir ele alış onu ve onun ideolojik-teorik-politik tutumunu yüzeyselleştirir. Onu sahiplenme tutumumuzun gerçek özünü karartır. İbrahim’i anmak onu teorisiyle, yöntemiyle, politik tutumuyla, sınıfsal duruşuyla ve davaya bağlılığıyla kavramaktan, anlamaktan geçmektedir. Buna odaklanmayan bir sahiplenme ve anma anlayışı onun ideallerine ve üstlendiği ve yönümüzü çizdiği tarihsel sorumluluğa denk gelmeyecektir.
İbrahim’in bize bıraktığı esas miras büyük düşünen, cüretli davranan, iddia ile donanan, gerçeğin sırrına ulaşan ve yaşama geçiren bir mirastır. Bu miras 24 yıllık kısa ömründe adeta simgeleşmiştir. İbrahim tarihsel sorumlulukla, toplumsal sorumlulukla kurduğu ilişkide adeta bir öğrenci olmuştur. Bu sorumluluklarını öğrenirken, sahiplenirken sosyal pratiği ile yarattığı sonuçlarla bugün öğretmen olabilmiştir. Onun sınıf mücadelesini öğrenirken, kavramaya çalışırken pratik sürecinde çıkan sonuçlar, rehber niteliğinde bir bütünlüğe de ulaşmıştır. Bu ne demektir? Bu sınıf mücadelesinin sorunlarına kafa yorma, onunla yoğrulma, ona yakından bakmayı becerme, sürekli ileri olanı sahiplenme ve uygulamaya koyma süreci öğrenirken aynı zamanda öğretmen olmayı sağlayacak nesnel zemine kavuşma anlamına gelir.
Kaypakkaya oluşmuş tabulara savaş açmayı, onlara meydan okumayı uzaydan gelen doğru bilgiyle ya da bir vahiyle yapmadı. O doğru bilgiye ulaşmanın yegane yolu olan pratik deneyimle kitabi bilginin eşsiz uyumunu sağlayabildiği için, bu yasaya sadakatla bağlı kaldığı için başardı.
Kaypakkaya doğrudan bilgi edinme ve dolaylı bilgi edinme yollarına hiçbir sınır koymadı. O toplumsal pratikte oluşma, gelişme ve yok olup gitmenin sonsuz olduğu diyalektik materyalist görüşünün insan bilgisinde de oluşma, gelişme ve yok olup gitmeyi içerdiğini bilerek gelişme dinamiğinin özünü yakalayabildi. Sınıf mücadelesinin her türlü pratiğine girerek, hiçbir toplumsal mücadeleyi küçümsemeyerek doğrudan bilgi deneyimini yetkinleştirdi. Yine sınıf mücadelesinin edinilmiş ve bilimsel soyutlamaya dayanan dolaylı deneyimlerine de büyük bir açlık ve iştahla sarılarak beslenmeyi başarabildi. Yani özcesi İbrahim algısal bilgi ve ussal bilginin tek bir sürecin sonucu olduğu kavrayışına erişerek, yani diyalektik materyalist kavrayışı cisimleştirerek donanma yöntemini seçmiştir. Kaypakkaya bu yöntemiyle genç yaşında eskiyi, paçavra olanı atmaktan, onunla mücadeleye tutuşmaktan çekinmemiştir. Tarihsel süreci de kendi içinde hesaplaşmayı da oluşma, gelişme ve yok olup gitme diyalektiğine tabi tutmuştur. Onu cüretli kılan, yanlışa karşı savaş açma cesaretiyle donatan, tek başına olsa da doğruya tutkuyla sarılma cesareti veren işte bu diyalektik materyalist özü kavrayışıdır.
İbrahim oluşmuş kabullenilmiş fikirlerin, teorilerin mutlaklığına değil değişebilirliğine, gelişimine ve kuşkusuz yok olup gitmesine dair güçlü bir ideolojik kavrayışa sahiptir. Bu yaklaşımını bütünlüklü olarak yaşamına baktığımızda görmek mümkündür. Sürekli bir şekilde pratik, teorik ve örgütsel olarak ileriye doğru arayışlara odaklanan, bunları bulmaya çalışan bir gelişim ve ilerleme içinde olmuştur. Bu süreç İbrahim’in keskin bir bilimsel sorgulayıcılık yeteneğine kavuşmasını, doğru bilgiye ulaşma ve onu geliştirme sürecine yönlendirmiştir. Bu yaklaşım bir dizi toplumsal, siyasal ve teorik sorunda da rehberi olmuştur. Kuşkusuz bir dizi meseleye dair bugünden baktığımızda onun doğruluğunu ispatlayan sorunlara karşı takındığı tavırlarda beslendiği kaynağı göstermektedir. Ne zengin bir teorik donanım edinerek ne de kendi pratik deneyimlerine dayanarak bunu başarmıştır. O toplumsal, siyasal ve teorik sorunları esas ve tali ayrımına tutarak odaklanacağı noktaları tespit ederek teori ile pratiğin uyumunu ve birliğini gerçekleştirip düğümleri çözmeyi başarmıştır.
Kemalizm meselesindeki doğru ideolojik ve teorik yaklaşımının kaynağı da burasıdır. İbrahim hiçbir sorunu ve meseleyi sınıfsal karakterden ayrı düşünmemiştir. Bütün meselelere, sınıfların bu sorun karşısındaki tutumu bağlamında yaklaşmış, sınıfların bu konudaki tutumlarına ve gerçekleşen çıkarlarına odaklanarak analiz yapmıştır. Yine tarihsel sürece, olay/ara o tarihsel bağlamdaki koşullar ve durum üzerinden değil her zaman içinde bulunulan gerçeklik üzerinden yani bugünün gözüyle bakmayı başarmıştır. Bu diyalektik-tarihsel materyalist yöntem ona geniş bir sorgulama, tahlil etme ve hesaplaşma alanı sağlamıştır.
Kuşkusuz bu İbrahim’in en güçlü silahı kuşanması anlamına gelmektedir. İbrahim’in Kemalizm’e yönelik devrimci-komünist tavrı onu bu kriterler üzerinden incelemesinden ileri gelmektedir. Onu sadece oluşma biçimiyle değil gelişme biçimiyle ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinden tahlil etmiştir. İçinden geçtiği sürecin siyasal özelliklerini, temel yapısını, sosyal dokusunu, ekonomik karakterini ve egemen sınıfların dayandığı ideolojik paradigmayı ve onun sürekliliğini ve geldiği evreyi ileri düzeyde kavrayabildiği için Kemalizm’in tarihsel, sınıfsal ve siyasal niteliğine dair bir berraklaşma ve netlik yakalamıştır. Marks dünü anlamak için bugünü tam kavramak, feodalizmi anlamak için kapitalizmi anlamak lazım gelir derken bir diyalektik yönteme işaret ediyordu. İbrahim de Kemalizm’in gerçek özünü kavrama süreci, içinde geçtiği süreci kavramasına paralel olmuştur. Yani İbrahim’i doğru sonuca götüren, tarihsel bir vaka gibi duran soruna açıklık getiren tutumu sosyal pratiğinden edindiği deneyimler ve çıkardığı sonuçlar, ülkenin sosyal yapısına dair somut incelemeleri, iktisadi yapısına dair çözümlemeleri, sınıf mücadelesine ve sınıflar arasındaki ilişki ve ittifaklara dair genel ve özel tahlilleri, toplumsal çelişkilerin karakteristik yapısına dair yaklaşımları onun bu sorun karşısındaki doğru tutumunun temeli olmuştur. Yani bir akademik çalışma ve inceleme değildir onunkisi. Yalınkat proletaryanın devrim ihtiyacının yarattığı bilimsel soyutlamadır.
İbrahim bu konuda vardığı sonuçları bir sınırlama, yumuşatma, benimsenen genel eğilimle çatışmama kaygısını taşımaksızın oluşturmuş, savunmuş ve bunun kabul görmesi için her türlü sağ ve sol sapma ile güçlü ideolojik mücadelelere girişmiştir. Bu onun düşünsel ve pratik olarak gelişimini ve ilerlemesini sağlayan faktörlerden biri olmuştur. Dönemin tüm Marksist erbaplarını, bilirkişilerini, mal olmuş “komünistlerini” ve genç dinamik devrimci önderlerini ve anlayışları karşısına alarak bu mücadeleyi yürütmüştür. Kemalizm’in tarihsel ilericiliği, anti-emperyalistliği ve hatta devrimciliğinden kimsenin en ufak şüphesinin dahi olmadığı, hatta bu argümanlarla devrimcilerin sahiplenip müttefik olarak tanımladığı bir ideolojik ve siyasi akıma karşı; onun faşist karaktere sahip, halk düşmanı bir ideoloji olduğunu savunup, kavgaya tutuşmak tam anlamıyla akıntıya karşı yüzmek, kasırgaya karşı direnmek anlamına gelmektedir.
İbrahim oluşmuş, yerleşmiş ve kabul görmüş olana tabi olan değil, onu MLM felsefenin özellikleriyle ele alma yaklaşımına bağlı kalmıştır. İbrahim’in Kemalizm meselesini çözümleyişinde MLM felsefenin iki özelliğine de sadık kaldığını görüyoruz. Yani onun sınıf-sallığına ve onun uygulanabilir oluşuna. İbrahim Kemalizm’in gerçekliğini ele alırken araştırırken kendi öznel duygularına değil toplumsal pratikteki nesnel sonuçlara yani ezilen sınıfların yararına, Kürt ulusuna ve diğer ezilen milliyetlere yaklaşımına, emperyalizmle olan ilişkilerine dayanmıştır. İbrahim Kaypakkaya doğru devrimci ve komünist yöntemle özgün ve özel bir öğretmenimizdir. Rehber alalım. Ama doğru bilginin yakalanmasında onun gelişim yasalarına sadık kalarak…