Hugo Chavez’in “21. Yüzyılın Sosyalist Alternatifi” olarak sunduğu ve 2013’te ölümüyle Nicolas Maduro’ya bıraktığı Venezuela’daki miras sanki sırat köprüsünden geçiyor. Maduro’yu diktatörleşmekle suçlayan muhalefet aylardır meydanlarda. Sokaklar yanıyor. Dükkanlar talan ediliyor. 2014’ten beri yaşanan gıda krizi trajik boyutlara ulaştı. Göç başladı. Suç oranlarındaki tırmanış ürkütücü boyutlarda seyrediyor. İlaçların yüzde 80’i bulunamıyor.
Bunun karşısında;
Irak ve Suriye’de olduğu gibi ABD’ye askeri müdahale çağrısında bulunanlar…
“Chavismo Venezüella’yı yakıyor” diye manşet atanlar…
Britanya’da İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ya da Noam Chomsky gibi geçmişte Venezüella’ya destek vermiş isimlere nedamet çağrıları yapanlar…
Sosyalizmin bir kez daha öldüğüne dair ahkâm kesenler…
ABD görünür görünmez unsurlarıyla Venezüella kazanının ateşini harlıyor. Bolivarcı dalgayı kesmek için bulunmaz bir fırsat var önlerinde: Kıtlık ve şiddet!
ALBA (Bizim Amerika Halkları İçin Bolivarcı İttifak) ile Latin soluna cesaret veren; petrole karşı sağlık anlaşmasıyla Küba ile anlamlı bir ittifak kuran; Amerikan kuşatmasına karşı İran, Çin, Rusya ve Hindistan’la ilişkiler geliştiren; Suriye’ye destek çıkan, Filistinlilere Araplardan daha çok ses veren bir ülkenin Neo-Con pazarında düşmanı bol olur.
Bugün sadece Aralık 2015’te parlamento çoğunluğunu ele geçiren muhalefet ile Chavez çizgisini sürdüren Devlet Başkanı Nikolas Maduro arasındaki siyasi restleşmeyi konuşuyor olsaydık anlamak ve anlatmak epey kolay olurdu. Siyasi buhranla birlikte enflasyonun yüzde 800’lere tırmandığı, insanların yiyecek almak için market önlerinde yüzlerce metre hatta kilometrelerce kuyruk oluşturduğu, barajlardaki su seviyesinin düşmesi nedeniyle hidroelektrik santrallerinin işlevsiz kaldığı, elektrik kesintilerinin günde 18 saati bulduğu, fabrikalarda üretimin durduğu, devlet dairelerinin haftanın beş günü kapalı kaldığı ve insanların çaresizlikle göç yoluna düştüğü bir krizden bahsediyoruz.
Haliyle mesele ne “Maduro diktatör, muhalefeti eziyor” diye ortalığı yakıp yıkan muhalefetin resmettiği kadar ucuz ne de “Bu komplodur” deyip tüm faturayı ABD’ye kesen Maduro’nun sorumluluktan kaçmasına izin verecek kadar basit.
Kuşkusuz ABD, Latin Amerika’daki sol potansiyeli yok etmek için her zaman oyunun en kirlisini oynadı. Bugün de ‘Bolivarcı Alternatifi’ çökertmek için her yolu deniyor. Buna neo-faşist ve paramiliter gruplarla şiddeti tırmandırmak, gıda ve ilaç kıtlığı yaratacak şekilde ambargolar dayatmak ya da piyasa spekülatörleri ve stokçuları kullanmak dahil.
İktidar devirme aracı olarak ‘neo-faşist’ şiddetin sahnelendiği Ukrayna’daki senaryonun bir benzerinin Venezuela’da denendiğine dair tanıklıklar okuyoruz. Muhalifler şiddetin müsebbibi olarak polis ve askerin orantısız müdahalesini gösteriyor ancak kurbanların ezici çoğunluğu Chavista. Haliyle hakikat Amerikancı medyanın resmettiğinden farklı. Söz gelimi geçen ay çalıntı polis helikopteriyle Yüksek Mahkeme’ye bir saldırı düzenlendi. Helikopterden fırlatılan iki el bombası patlamadığı için can kaybı olmadı. Pilot eski istihbarat şefi Oscar Pérez idi. İddiaya göre dört maskeli ve silahlı adamla birlikte kameraya bildiri okuyan Perez, eski general ve bakan Miguel Rodríguez Torres için çalışan biri. ABD’de malvarlığı olan Torres, Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) ve CIA’in kilit adamı.
ABD’nin Venezuela’ya yönelik plan ve niyetleri 2002’deki başarısız darbe girişiminden beri sır değil. 2012’de WikiLeaks’in sızdırdığı ABD Dışişleri’nin gizli yazışmalarında Venezüella’da iktidarın altını oymak için izlenen politikalar açık açık anlatılıyordu. Mesela Ağustos 2004’te Amerikan Büyükelçisi izlenen stratejiyi 5 maddede özetliyordu:
1- Demokratik kurumları güçlendirmek.
2- Chavez’in siyasi üslerine sızmak.
3- Chavista’yı bölmek.
4- ABD’nin hayati çıkarlarını korumak.
5- Chavez’i uluslararası alanda tecrit etmek.
2006 tarihli bir belgede ise bu stratejiye uygun olarak USAID/OTI’ın yürüttüğü faaliyetler anlatılıyordu. Buna göre OTI (Dönüşüm Girişimleri Ofisi) 15 milyon dolarlık harcamayla 300 sivil örgüte teknik destek verip uluslararası hareketlerle temaslarını sağladı. Karşı retorik çalışmaları çerçevesinde Chavista’nın güçlü olduğu bölgelerde sivil örgütler aracılığıyla 3 bin forum düzenlendi ve böylece 238 bin kişiyle temas sağlandı. ABD’nin Venezuela muhalefetine şimdiye kadar 50-60 milyon dolar harcadığı tahmin ediliyor. Bunlar yasal kılıflarla yapılanlar. Ya ötesi? Detaylarını bilmiyoruz ama geçen ay CIA Başkanı Michael Pompeo, Aspen Enstitüsü’ndeki konuşmasında Venezuela hükümetini devirmek üzere Kolombiya ve Meksika ile birlikte çalıştıklarını dolaylı olarak itiraf etti.
Özetle ABD, 2002’de halkın sarayı kuşatarak Chavez’e sahip çıktığı darbe denemesinden sonra da Latin Amerika’daki sol kuşağı başarısızlığa uğratacak çabalarından asla vazgeçmedi.
2009’da Honduras’ta Manuel Zelaya’nın askeri müdahaleyle devrilmesinden sonra Latin sol kuşağındaki çözülme başladı.
ABD’nin niyetinden kuşkumuz yok da peki her şeyden Washington ve yerli işbirlikçileri mi sorumlu? Maduro ABD’yi hem para hem de gıda piyasalarında kasten kıtlık yaratma stratejisi gütmekle suçluyor. Gıda sıkıntısı Chavez’in ölümünün ardından Maduro’nun dümene geçtiği ve muhalefetin sonuçları tanımadığı seçimlerin ardından başladı. Deniliyor ki gıda sektörünü tekelinde tutan 2-3 aile var. Bunlar hükümeti zor durumda bırakmak için stokçuluk yapıyor. Ayrıca sübvanse edilen gıda ürünlerini halka satmak yerine Kolombiya’ya kaçırıp büyük paralar kazanan şirketlerden bahsediliyor.
Belli ürünlerin fiyatlarını sabitleme çabası da ticaretin her kademesinde otomatik stokçuluğa yol açıyor. Bir AP muhabirinin izlenimine göre “yumurtanın kolisi 30 centten yukarı satılmayacak’ denildi mi yumurtalar anında raflardan kayboluyor. Yani sorun basitçe tepedeki üç kartel değil.
Ekonomistlere göre piyasadaki nakit kıtlığı, sıkı ya da tutarsız kur politikası ve merkez bankasının ithalatçı şirketlere dolar satışını kısması da fiyatları tırmandırdı. Devletten ucuza dolar alan firmalar aynı zamanda karaborsadaki aktörler. Yani Maduro’nun para politikası kendi düşmanlarının hem spekülasyon yapıp kriz yaratmalarına hem de ceplerini şişirmelerine hizmet ediyor.
Çok tekrarlanan bir ifadeyle “İktidar çözüm üretme makamıdır.” Düşünün ki altı yıldır onlarca devletin desteklediği yüzlerce örgütle cebelleşen Suriye’nin savaşta yaşamadığı boyutta bir gıda, ilaç ve elektrik krizi Venezuela’yı esir almış durumda. Demek ki Bolivarcı alternatif, övgüye layık icraatlarına karşın üç ailenin tekelini kıracak alternatifler üretememiş! 18 yıldır ABD ve içerdeki uzantılarına savaş açmış bir iktidar dolaylı dolaysız müdahalelere karşı korunaklı mekanizmalar geliştirebilmeliydi. Halka ucuz gıda dağıtmak için Gıda ve Üretim Yerel Komiteleri (CLAP) kuruldu ama yeterli değil. Üretim ve dağıtım ağına dönük daha köklü yaklaşımlar sergilenmeliydi.
Sosyalist tınılı bazı önemli kamulaştırma hareketlerine rağmen ekonominin önemli bütün damarları özel sektörde. İhracat gelirlerinin yüzde 95’i, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 55’i petrole dayanıyor. Chavismo eğitim, sağlık ve kadınlara yönelik projelerle toplumun ezilen kesimlerine ciddi bir rahatlama getirdi. Yoksulluk yüzde 50 azaltıldı. Açlık sınırındaki aileler açısından bu oran yüzde 70. Sosyal projeler sayesinde iktidar hâlâ yaslayabileceği yüzde 40 civarında bir tabana sahip. Ancak bu projelerin kaynağı petroldü. Gelirler düşünce işler sarpa sardı. Petrole dayalı ekonomiyi çeşitlendirecek çalışmaların yeterli seviyede olmaması bu krizin yapısal boyutta tartışılması gereken önemli bir boyutunu oluşturuyor.
Alt tabakalara kaynak transferindeki olumlu tabloyu bozan bir diğer faktör, iktidarın kendi çıkar çevresini yaratmış olması. ‘Boliburjuvazi’ diye adlandırılan ayrıcalıklı yeni elit Bolivarcı Alternatif’e gölge düşürüyor. Bürokrasideki rüşvet ve yolsuzluğun ulaştığı boyut da başarısız tabloyu tamamlayan bir diğer parça. Yani iktidar koltukları dar bir çevrede dönüp duruyor. Bunlar sağın uydurması değil bizatihi sol çevrelerden gelen eleştiriler.
Muhalefetin hırçınlığı, saldırganlığı ve hukuksuzluğu aşikar. Fakat Maduro’nun artan oranda popülist ve anti-emperyalist retorik kriz yönetiminde izlediği yolun doğruluğunu teyit etmeye yeter mi? Darbe arayışlarında bir devamlılık var. Bu doğru. Ama son sokak savaşının odağında Kurucu Meclis seçimleri var. Maduro 2015’te parlamentoyu muhalefet koalisyonuna kaptırınca bir yasama blokajıyla karşı karşıya kaldı. Olağanüstü hale başvurarak gücü elinde tutmayı denedi. Eyalet ve sendika seçimlerini iptal etti. Daha da önemlisi Yüksek Mahkeme’yi kendisine meydan okuyan parlamentoyu tırpanlamak için devreye soktu. Yüksek Mahkeme, biri iktidar, üçü muhalefetten dört vekilin vekilliğini iptal etti. Muhalifler karara rağmen yasama faaliyetlerine katılınca Yüksek Mahkeme dengeleri Maduro lehine çeviren bir karara imza attı: Parlamentonun tüm yetkilerini devraldı. Bu, siyasi krizi daha da derinleştirdi. Maduro krizi aşmak için yeni bir anayasa önerdi. Tabii parlamento buna da yanaşmadı. Bunun üzerine Maduro 18 yıllık kazanımları garantiye alma umuduyla yeni anayasayı yazacak kurucu meclis seçimlerini organize etti. Muhalefet bunu da boykot etti. İktidara göre 30 Temmuz’da yapılan seçimlere katılım yüzde 41.5 olarak gerçekleşti. Muhalefet ise bu oranın yüzde 20’yi aşmadığı iddiasında. Bu kesif restleşme ortamında kurucu meclisin ya da yeni anayasanın bu krizi dindirmesi de zor.
Bundan sonra Maduro ne yapabilir? Latin Amerika’daki sosyalist halka çok zayıfladı. Bolivya ve Küba bir yana artık Venezuela ile ortak hareket edecek bir bloktan bahsedemeyiz. İçeride ise ekonomik krizin en fazla hırpaladığı kesim kendi tabanı. Maduro’da Chavez kadar bu tabanı silkeleyip mobilize edecek karizma da yok. Ordu ise şimdilik sessiz. Çatışmalar derinleşirse yeni süreç Maduro’yu iki seçenekle karşı karşıya bırakacak: Ya ipleri daha fazla ele alarak otoriter bir yola sapacak ya da muhalefete geçip yeni bir çıkışı organize edecek.Sosyalist çevrelerden de ikincisini salık verenler yok değil. Tabii bu arada darbe olmazsa!
Kaynak: Gazete Duvar