İran’ın oyunu, Bağdat’ın talihi
2014’te IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin yarattığı boşlukta Kerkük dahil tartışmalı bölgelerle sınırlarını neredeyse ikiye katlamış olan Kürdistan, Bağdat için artık kayıp davaydı. IŞİD’e karşı Irak ordusu toparlanıp Haşd el Şaabi ile birlikte zafer üstüne zafer elde edince biriken özgüvenle Kerkük’ün geri döndürülebileceğine dair iyimserlik oluştu. Kerkük’ten gerisini kimse ağzına almıyordu. Gerisinden kastım Mahmur, Şengal, Hanekin, Gwer, Zummar, Şeyhan gibi yerler. Ve tabii sınır kapıları ve üsler.
Referandum, Bağdat’ın rüyasında göremediği bir fırsat sundu ve bu bölgeler kısa sürede merkezin kontrolüne geçti. Fişhabur ve Habur’da kontrolün devri ya da birlikte idaresi konusunda durum hala tam netleşmese de gidişat Bağdat’ın lehine şekilleniyor. Muhtemelen Irak Anayasası’na göre Kürdistan’ın idaresi dışında kalan bazı yerlerde de ortak askeri güç olacak.
Açıkçası ne Bağdat ne Ankara ne de Tahran Kürtlerden bu kadar hızlı bir çekilme beklemiyordu. Kerkük’te Irak hükümetine yakın bir kaynak bana dedi ki; “Irak ordusu Kerkük’te petrol sahaları ve havaalanını almayı planlıyordu. Haşd el Şaabi de kente girmeyecekti. Ama peşmerge geniş bir alandan hızlıca çekilince Irak ordusu buraları kontrol için yeterli gelmedi. Haşd el Şaabi bu yüzden girdi. Basra’dan takviye yapmak durumunda kaldık. Bu bizim de beklediğimiz bir çekilme değildi.”
***
Kürt liderleri açısından bölgesel güçler arasındaki rekabeti kullanarak yol alma stratejisi çöktü. Aynı şekilde bir küresel güce sırtını dayamanın da ulusal bir dava için garanti olmadığı bir kez daha anlaşıldı.
İlk kez bütün bölgesel güçler aynı anda Kürtlere karşı ortaklaştı. Malum Kürtler 1970’lerde Irak’la kavgalı olan İran’ın desteğiyle isyan ettiler. Bir dönem Kürtlerin bir kanadı Irak Baas’ına diş bileyen Suriye Baas’ından destek gördüler. 1990’dan sonra Bağdat’ı hedef tahtasına koyan ABD’nin himayesiyle rahatladılar. Son dönemde Bağdat’la kavgalı olan AKP iktidarının el vermesiyle göreceli ‘bağımsız devlet’ gibi hareket edebildiler. Ne var ki bağımsızlık referandumu dinamikleri değiştirecek bir etkendi; beklendiği gibi bir anda bütün bölgesel çelişki ve rekabetin rafa kaldırılmasına yetti.
Kuşkusuz bu mesele Kürt mücadelesinin dayandığı parametreler ile barındırdığı çelişkiler bakımından yıllarca tartışılacaktır.
***
ABD’nin Kürdistan’a müdahaleyi kolaylaştıran tutumu kadar bu süreçte İran’ın nasıl bir oyun kurguladığı ve Bağdat’ın hangi argümanlarla hem kendi iç dinamiklerini hem de uluslararası aktörleri ikna ettiği önemli.
Sadece fotoğraflar bile İran ile Türkiye’nin oyun oynama tarzının inceliklerini göstermeye kâfi. İran sınırları kapatarak ambargo dayattı ama Mam Celal Talabani’nin Süleymaniye’deki cenazesine Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’i göndererek Kürtlerin duygularına oynadı. Bağdat’taki törende Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani de vardı. Törene paralel Talabani ailesiyle temas kuruldu.
Daha sonra Süleymani, Süleymaniye’de Kürtleri markaja alırken ilk iş olarak Talabani’nin mezarına gidip dua etti. Sınır kapısını kapatmış gibi yapan (ama kapatmayan) Türkiye ise söz konusu bir cenaze olduğu halde bu inceliklerden imtina etti. Halbuki Talabani aynı zamanda eski Irak Cumhurbaşkanı idi. En ufak akıl yürütmenin devre dışı kaldığı, devlet geleneğinin taca çıkarıldığı, öfkenin belirleyici olduğu bir sığlık bu.
Bir ülkenin nüfuz kapasitesi diplomatik kanallarının açık olmasına bağlı. Buna rağmen Mesut Barzani ve Neçirvan Barzani’nin görüşme taleplerinin reddini matah bir şeymiş gibi böbürlenerek anlatıyorlar. Bu sertlik belki Irak hükümetinin işini kolaylaştırmak için. Fakat Bağdat’ın kazanımları kısa vadede Ankara’nın Kürdistan’da istediği bir fotoğrafı verse de esasen bu sonuç suyun karşı tarafından bakılınca “Türkiye’nin de çekilmesi” olarak görülüyor. (Türkiye’nin Rojava bağlantılı beklentileri de var, bu ayrı bir yazı konusu.)
Irak Başbakanı Haydar el Abadi, Independent’a demecinde bu süreçte Türkiye’nin hatasını kabul ettiğini söyledi. Yani Bağdat dolaylı olarak Irak güçlerinin tartışmalı bölgelere girmesini “Türkiye’nin geri adımı ve çekilmesi” olarak çerçeveliyor. Iraklılar Kürdistan’ın Bağdat’tan bağımsız olarak Türkiye üzerinden petrol satmasına imkan veren 50 yıllık anlaşma dahil Erbil’le geliştirilen ikili ortaklıklar sayesinde Barzani’nin iddiayı büyüttüğünü düşünüyor ve bundan dolayı AKP yönetimini suçluyordu. Bu süreç Türkiye’ye eski normaline dönmeyi dayattı.
***
Ankara’da gerçeği perdeleyen kakofoniyi bırakıp İran’ın saha çalımlarına bakalım; o zaman kim ne kazandı ne kaybetti daha iyi anlaşılıyor.
IŞİD’le mücadele sayesinde İran, Şii Arap ve Şii Türkmenler üzerindeki nüfuzunu daha da artırdı. Hepsi değil ama Haşd el Şaabi’nin içindeki bazı unsurlar İran’ın yönlendirmesine açık. Bölgenin başına gelen felaketlerden ABD’yi sorumlu tutan siyasal iklim de İran’a daha kolay hareket imkânı sunuyor. Bu avantajlarla elini güçlendiren İran müdahalenin altyapısını hazırladı.
Ankara’daki siyasi atmosfer “Kerkük 82”, “Musul 83”, “İdlib 84” fantezileriyle şişinip dururken Kerkük’te Kürt cephesi üzerinde derinden çalışıyordu.
Bütün bunlar Trump yönetimi Devrim Muhafızları’na yeni yaptırımlar dayatıp İran’ı bölgede geriletmeye yönelik planlara kafa patlatırken oldu. İran çok uzakta değil ve bölgede devreye sokabileceği yerel unsurlara her zaman sahip.
Referandumun ertelenmesi için birkaç kez Kürdistan’a giden Kudüs Gücü Komutanı Süleymani son vuruşları yapan aktör olsa da İranlıların Kürtlerle İran’daki sürgün yıllarına dayanan bağları devredeydi.
İran’ın nasıl çalıştığına dair gazeteci Fazıl Hawrami, Al Monitor’da ilginç bir yazı kaleme aldı. Verdiği bilgilere göre Kerkük’te kritik rol oynayan kişilerden biri Hac Ali İkbalpur’du. Tuz Hurmatuluların “Bay İkbali” diye andığı bu kişi, Devrim Muhafızları’nın Türkmen dosyasıyla ilgilenen adamı. Irak ordusu Kerkük’e girdikten sonra Haşd el Şaabi liderleri Ebu Mehdi el Mühendis ve Ebu Rıza Neccar ile aynı karede görüntülendi. 1996’da Mesud Barzani’nin çağrısıyla Saddam Hüseyin, Talabani güçlerine müdahale ettiğinde İran’a kaçan Kürtlerle ilgilenen yetkili ‘Bay İkbali’ idi. O gün bugündür Devrim Muhafızları’nın sahadaki adamı olarak çalışıyor.
‘Koordinatörlük’ ya da ‘danışmanlık’; İran’ın Irak ve Suriye cephesindeki saha faaliyetlerinde kullandığı kisve. Bu kodla çalışan onlarca ‘Bay İkbali’ olmalı.
İran Kürtler arasındaki rekabeti de iyi kullandı. Bağdat’ın yapabileceklerine dair tabloyu net aktardı.
İranlılar Süleymaniye ve Kerkük’te Kürtlerin huzuruna bir elde korku diğer elde ödülle çıktı. Tehdit karar verdiği an Bağdat’ın Kürtleri bir kez daha dağa sürecek olmasıydı. Ya ödül? Kürtler Kerkük’ü kaybedecekse ödül ne olabilirdi ki?
Goran Hareketi’nden bir kaynağın bana aktardığına göre Süleymani, Kürtlerle görüşmesinde referandumdan vazgeçmeleri halinde Irak Anayasası çerçevesinde tartışmalı bölgeler sorununun çözüleceğini ve Kürtlerin tüm haklarını alacakları vaadinde bulundu. Bu referandumdan önceki pazarlıktı. Referandumdan sonra Irak ordusu Kerkük’ü kuşattığında sürdürülen pazarlıktaki ödül ise Kerkük’te Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) yeniden tek söz sahibi olmasıydı. KYB, 2014’ten itibaren Kerkük’e KDP’nin ortak olmasından dolayı mutsuzdu. Ele geçirilen Kerkük petrolünün Türkiye üzerinden satılması ve gelirinin KDP’nin kasasına girmesi bu mutsuzluğu ikiye katlıyordu. KYB’li olsa da Kerkük Valisi Necmeddin Kerim de Barzani ile iş tutuyordu. İran bu mutsuzluğu bir umutla satın aldı.
Bir süre önce durumu değerlendirmek için aradığım Irak hükümetine yakın bir Türkmen yetkili, İran’ın yakaladığı üstünlüğe atfen çarpıcı bir laf etti: “Şu anda valinin hangi taraftan seçileceği tartışılıyor. Türkiye hala bir Türkmen’i Kerkük valisi olarak görmek istiyorsa Tahran’ı razı etsin, başka yolu yok.”
***
İran’ın oyun kapasitesi Bağdat namına sonuç aldı. Peki, Bağdat’ı talihli kılan neydi?
Abadi referandumla ilgili çözüm önerisini reddetmesi yüzünden Barzani’ye kızgın olan ABD’nin eylemsizliğini altın fırsata çevirdi.
İkincisi ABD ve Kürtlerin yazımında bizzat rol aldıkları 2005 Anayasası’na göre hareket ettiğini ısrarla vurguladı. ABD’nin buna karşı diyebileceği fazla bir şey yoktu.
Üçüncüsü gümrük ve havaalanların kontrolünü isterken Barzani yönetiminin bütçede şeffaf olmadığı ve petrolün çalındığı tezini işledi. Bu petrol işi Kürtleri de bölen bir mesele. Ki KYB’li peşmerge komutanlarından “Petrol parası Barzanilerin cebini şişirsin diye adamlarımın ölmesine izin vermeyeceğim” diyecek kadar rahatsızlığını ortaya koyanlar çıktı.
Abadi sahada durumu Bağdat’ın lehine çevirdikten sonra şimdi de özerkliğin statüsünü aşındıracak baskılar yapıyor. Bunun içini evvela bütçe kozunu oynuyor. “Erbil’in 300 bin peşmerge var açıklaması gerçekçi değil. Kürdistan’daki birçok yetkili bana küçük bir silahlı gücün bulunduğunu, kalanların ise evlerinde oturduğunu söylüyor. Federal hükümet tarafından yapılan ödemeler için dipsiz kuyuya dönüşmemeli” diyor. Bu kara delik mevzusunu çok iyi işlerken eğer merkeze bağlanırlarsa peşmerge güçlerinin maaşının doğrudan Bağdat tarafından ödeneceğini söylüyor. Bu öneri bütün memurlar için geçerli.
Bağdat’a göre Kürdistan’ın memur maaş bütçesi aylık 392 milyon dolar. Erbil ise ödenen miktarın 554 milyon dolar olduğunu savunuyor. Bunda peşmerge ve asayişin payı 341 milyon dolar. Bağdat ise memur maaşlarını Irak’ta geçerli QiCard sistemiyle doğrudan merkez tarafından ödenmesini öneriyor.
Kürdistan’da birkaç ailenin tekeline aldığı ekonomik çark maalesef hesap verilebilirliği olan şeffaf bir sistemin geliştirilmesini önledi. Bağdat bu zaaftan yürüyor ve Kürdistan’ı kımıldayamayacak duruma sokuyor.
Kürtlerin kendi yönetsel çelişkilerinin yanı sıra parti ya da aile çıkarları en kritik zamanlarda hayallerin önüne geçti.
Kalkan toz bulutu sindiğinde gördüğümüz yakıcı gerçekler böyle.
***
Evet, Kürt’ün güvendiği dağa kar yağdı, yanlış hesap yaptı, kendi çelişkilerine kurban gitti, çok açık verdi ve nihayetinde kaybetti. Kürt’ün kaybı Bağdat, Tahran ve Ankara’nın hesabına kâr olarak yazılır mı?
Sonuç ne olursa olsun Kürtler oradalar; bir yere gitmediler ve gitmeyecekler. Bölgenin arızalı kısımları bütün sorunlarıyla birlikte tekrar Bağdat’ın kontrolüne geçti. Kürtler, Saddam sonrası Irak yönetimine, 2005 Anayasası’nın yazımına ortak olarak katıldılar, o anayasaya göre de kaybettiler. Şimdi onları sistemde tutmaya yarayacak ne kaldı? Mesela Irak Anayasası, Araplaştırma siyasetine maruz bırakılmış tartışmalı bölgelerde normalleşme, nüfus sayımı ve referandum öngörüyordu. Muzaffer tayfada bu yükümlülüğü hatırlayan var mı? Hatırlamak bir yana bu soru bazılarına lüzumsuz bile gelebilir.
Fehim Taştekin – Gazete Duvar