H.Merkezi:16 Ağustos 1993 yılında Ordu Mesudiye’ye bağlı Topçam nahiyesinde TC ordusu ile girdikleri çatışmada ölümsüzleşen Halk Ordusu savaşçıları Nurgül Bölükbaş ve Muzaffer Kahraman anısına: “Yaşanabilecek bir dünyanın düşüne adanmışlardı”.
Gerillalar için oldukça sıkıntılı günlerdi. Tokat’ tan Ordu Mesudiye civarına geçtikleri günden itibaren başlarını ihbarlardan alamıyorlardı. Bir şekilde bilgi gidiyor ve durmak bilmeyen koşuşturmacalar zincirleme olarak yaşanıyordu. Bazı istenmeyen gelişmelerin yaşanabileceği ta başında düşünülüyordu. Ama karşılaşılan düzeyde umulmuyordu. Yine de mevcut gelişmelere rağmen bir dizi çalışma için geri durulmuyordu. Mümkün olduğunca bütün olumsuzluklarla birlikte, koşullar zorlanarak bir şeyler yapılmaya çalışılıyordu.
Tabi bölgenin coğrafi zorlukları da ayrı bir etki yaratıyordu. Özellikle eksik olmayan yağmurlar bir günlük yaşamın ayrılmaz can sıkanıydı.
Yıldız (Nurgül Bölükbaş) ise o günlerde farklı duygular yaşıyordu. Kendisi de Ordulu olduğu için memleketinde olmanın sevinci içindeydi, Fatsalıydı. Ailesiyle düşünsel açıdan epeyce mesafeliydi. Onları, gerici olarak nitelendiriyordu. Kimi zaman da şaşırıyordu “nasıl oluyordu da, bir zamanlar Ordu’nun birçok yerinde devrimci bir uyanış yaşanırken bizimkiler uzak kalabilmişler” diye soruyor, sorguluyordu. Yine de olumlu yanından bakmaya çalışıyordu. Elinde silahıyla omuz-omuza verdiği kadınlı-erkekli yoldaşlarıyla bir gerilla olarak karşılarına çıkmayı çok istiyordu. O yüzden heyecanlanıyordu. Güzel duygularla hayaller kuruyor, sevinçlerinin kaynağı olmaya çalışıyordu.
Diğer yandan da sıkıntılar yaşanıyordu. Bölgenin iklim şartları onu zorluyordu. Kalıcı olan romatizma hastalığı vardı. Alanın bol yağışlı ve nemli olması ister istemez rahatsızlığını tetikliyordu. Ama Nurgül aldırış etmiyordu. Bir gerilla olarak amaçladığı şeylere yoğunlaşıyor ve rahatsızlığının kendisine mani olmasına izin vermiyordu.
Hemşireydi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Meslek Yüksek Okulu mezunuydu. Bir süre de Sivas Devlet Hastanesi’nde çalışmıştı. Gerilla birliğinin de sağlıkçısıydı. Severek yapıyordu işini.
Bazen kendisine bile iğne yapıyordu. Rahatsızlıklarından dolayı her ay düzenli olarak iğne vuruyordu. Hastalığı için gerekliydi bu. Kimi zaman çekilir bir kenara, oldukça pratik bir şekilde kendi iğnesini yapardı. Eli alışkındı.
Rahatsızlığı basit bir romatizma değildi. Ciddi ve sürekliydi. Herkes görüyordu yaşadıklarını Ama o hiçbir zaman yakınmıyordu, hayıflanmıyordu. Hastalığa inat, azimli bir duruş sergiliyordu. Öyle ki gerillaya katılmadan önce, sağlık sorunundan dolayı, gerilla olmasına sıcak bakılmıyordu. Kırsal şartların zor olacağı, zorlukların hastalığını tetikleyeceği ve artan sıkıntılarla gerilla alanında da istenmeyen sorunlara neden olabileceği söyleniyordu. Onun için şehirlerde çalışması öneriliyordu.
Ki o dönem Tüm Sağlık-Sen üyesiydi. Demokratik alanda mücadele ediyordu. Devrimci düşünceler ışığında sendikal alanda en iyi şekilde mücadele edilebilmesinin çabası içindeydi. Ama bunu kendisi için yeterli görmüyordu. Mücadelenin en kızgın yerinde görev almak istiyordu. Kafasında netti gerilla olmak. Kendisini durdurmaya çalışan ve hastalığını, atacağı adımların önüne çıkanlarla amansız kavga ediyorlardı. “Tamam, önemli bir rahatsızlığım var. Ama onu en iyi ben yaşıyor ve biliyorum. Bana ne ölçüde sıkıntılar veriyor farkındayım. Şundan eminim ki gerilla olmanın önüne geçecek şeyler değil. Kaldı ki kaç zamandır hayalini kurduğum ve inandığım şeyleri yapabilme isteğimden kimse vazgeçiremez beni. Kararlıyım ve kesinlikle gerillaya gideceğim. Boşuna yorulmayın yoldaşlar” diye tavırlar koyması onu özlüce ifade etmeye yetiyordu.
‘93 Nisan sonlarından gerillaya katılmıştı. Amacına ulaşabilmiş olmanın ışıltısı vardı gözlerinde. İçi içine sığmıyordu. Hayalini kurduğu bir yaşamın içindeydi artık. Yeni bir yaşama merhaba diyordu. Coşku, heyecan ve tutkulu bir duruş sarmıştı ruhunu. Davranışlarıyla da duygularını çevresindekilerle paylaşma içtenliğini gösteriyordu.
Henüz bir kaç aylık bir gerilla olmasına rağmen eylemde yer alması ise onun için tarifsiz duygular anlamına geliyordu. Amasya’ya bağlı Çengelkaya Jandarma Karakolu’na yapılan baskın eyleminde yer almıştı. Savunma grubundaydı. İlk defa silahını orada ateşlemişti. İlk defa silah sesleriyle sloganlarını orada haykırmıştı. Savaşmanın savaşçı olmanın haklı gururunu daha derinden yaşama fırsatı bulmuştu. Bir hemşire olarak insanlar için bir şeyler yapıyordu. Ama artık tüm insanlığın umutları olabilmek için bir şeyler yapıyordu. İlk eylemi, onu inanılmaz derecede etkilemişti. Ne kadar da doğru bir karar verdiğini görüyor, kendine güveni büyüyordu.
Nurgül güçlü bir iradeye sahipti. Çok fazla konuşup anlatmasa da bunu davranışlarıyla ortaya koyuyordu. Bu da gerillalara moral veriyordu. Nurgül’e olan sevgileri o yüzden daha da anlamlıydı. Nurgül de o sevgiyi hissetmenin güzelliklerini yaşıyordu.
Onunla birlikte yine memleketinde olmanın güzel duygularını yaşayan diğer bir gerilla da Muzaffer Kahraman’dı.1973 Ordu Gürgentepe doğumluydu. Gürgentepe çok uzak değildi. Birkaç günlük mesafeydi. O yüzden Nurgül’e nazaran çok daha heyecanlıydı. Yerinde duramıyordu. Bazen düşlere dalıyordu. Köyüne gitmeyi, elinde silahıyla tanıdıklara, arkadaşlara, eşe-dosta görünmeyi, gerilla olmanın gururuyla köyde dolaşmayı, onların zihinlerinde izler bırakmayı istiyordu.
Öyle hayaller kurması anlaşılırdı. Çünkü bir zamanlar kendisi de benzer şeyler yaşamıştı. ‘91-92 yıllarında köylerine gelen silahlı Partizanlarla tanışmış ve onlardan çok etkilenmiş. Bellerinde tabancalar etkileyici konuşmaları, insanı içten fetheden sıcaklıkları, gözü karalıkları ve bilinmez yanlarının gizemleriyle başka duyguların kapısını açmışlardı. Kendilerine has serüvenciler gibiydiler. Kendisi serüvenleri gizemleri severdi. Hele de yiğitlikleriyle söz ettirenler olunca ayrı bir heyecan yaratılırdı. İşte Muzaffer gerilla denilince ilk olarak öylesine etkilere kapılmıştı. O etkiler, düşleri olmuştu. Şimdi ise kendisi başkalarının düşleri olmak istiyordu. Onları düşündükçe heyecanlanıyor ve şevki artıyordu.
O ilk izlenimleri yaşadığı zamanlarda, gerillaların, kasabalarındaki bir halk düşmanını ölümle cezalandırmaları ve o eylemin yarattığı etki, kendisini daha da derin duygulara götürmüştü. Artık ideallerin şeklini çizmişti Muzaffer. Gerilla olmak vardı düşlerinde.
Ailesi yoksuldu. Geçinmeleri kolay olmuyordu. O yüzden dönem dönem İstanbul’a gidiyor, inşaatlarda çalışıyordu. Çalışmanın ne demek olduğunu biliyordu. İşçilik yapıyor, köydeki işlere koşturuyordu. Bütün çabasına rağmen yaşamın güçlükleri, sıkıntıları bitmiyordu. Çalışan, üreten, yaratan olmaklar, sömürülen de olabilmek yan yanaydı. Yaşamın gerçeklerini görüyordu. Bir yazgıdır söylenip duruluyordu. Ama ilk defa duymuştu evlerine gelen gerillalardan “ insanlar kaderlerini çizer. Onu değiştirebilmek de insanın kendi ellerindedir. İnsanlar, daha güzel bir yaşamı amaç haline getirebilirlerse en azından onun bilincine varabilirlerse, işte o zaman yazgılarına karşı da bir savaşı başlatırlar. Amacı olan insan, amacına ulaşabileceği yolu da bulur ve kendini yürütecek gücü de. Kader, alınyazısı denilen prangalar da bu düşüncelerle tarumar edilir. Yeter ki yarınlar için çarpan bir yürek taşınabilsin” sözlerini. Kendisi için açılan bir yolu işaret etmişlerdi. Yeni yeni serüvenlere açılmanın zamanıydı. Birkaç ay önce katıldığı gerillada, birkaç yıl öncesinin hayallerini taşıyordu. Daha öncede tanıdığı ve hayallerini süsleyen Partizanlarla yan yanaydı. Birlikte ve omuz omuzaydı. Bir zamanlar ideallerini süsleyenlerle artık birlikte silah kuşanmış olmaktan gurur duyuyordu.
Muzaffer pratikçiydi. Askeri olarak belirli bir potansiyele sahip olduğu görülüyordu. Bölgenin insanı olmasından dolayı da öne çıkmaya çalışıyordu. Kendini görevlere öneriyor, büyük bir istekle en iyisini yapmak için azami çaba sarf ediyordu.
Yaşanan bir pratikte de zihinlerde yarattığı izlenimi pekiştirmesini gösterebilmişti.
Gerillalar bazı ihtiyaçların temini için Mesudiye ilçesine gidecekti. İki gerilla sivil giyimli olarak ilçeye inerek alışveriş yapacaktı. Komutanlık ordulu olduğu için Muzaffer’i uygun görüyor. Muzaffer yanında başka bir gerillayla ilçeye iniyor. Alışverişi yapıp geri dönmeye hazırlanıyorlar. Bir tane de taksi tutup uygun bir gerekçeyle taksiciyi ikna ederek gerillayla buluşma noktasına kadar taksiyle gitmeye karar veriyorlar. Diğer gerilla –aynı zamanda görev sorumlusu- bir işi halletmesi gerektiğini söyleyerek ayrılıyor. Sorumlu olduğu için Muzaffer bir şey demiyor. Ama söylenen işten dolayı da kuşkulanıyor. Çünkü daha önceden konuşulan sözü edilen bir iş değildi.
Muzaffer bir süre bekliyor, söylenen zaman geçiyor. Birim sorumlusu gelmiyor. Aklına ilk gelen şey firar oluyor. Hemen malzemeleri araca yükleyip gerillaya ulaşıyor. Paniğe kapılmıyor firar edenin düşmana sığınma ihtimalini de düşünüyor ve biran önce gerillaya ulaşmayı hedefliyor, başarıyor da. Diğerinin ise firar ettiği kesinlik kazanıyor. O olayda takındığı tavır yoldaşlarından aldığı güzel duygular için de kendine güveni artmış ve daha da coşkulu bir katılımla sürecin yüküne ortak olmuştu.
’93 Ağustosu’nun sıcak günleriydi. Alandaki olumsuzluklar devam ediyordu. Gerillalar ilk defa öylesine sıklıkta ihbarlarla karşılaşıyorlardı. Sık sık ihbarların olması, gerillanın yapması gereken görevleri de sekteye uğratıyordu. Kitle gerçekliği belli düzeyde biliniyordu. Özellikle milliyetçi duyguların güçlü olduğu muhafazakâr bir tablo vardı. 12 Eylül öncecisinin birkaç yıl sonrasında da devam eden kitle gerçekliği değişmişti. Yoksulluğu yaşamalarına rağmen sindirilmişliğin, yıldırılmışlığın, güvensizliğin derin izlerinden dolayı, öz dinamiklerinden uzaklaşmışlardı.
16 Ağustos’ da Mesudiye’nin Topçam kasabasına bağlı Ortaalan köyünün yakınlarındaydı gerillalar birlik kalabalıktı. Gündelik ihtiyaçlar sık sık sorun olabiliyordu. Onun için de köylere gidiliyordu. Akşam Ortaalan mezrasına gidilecekti. Mezra küçüktü. Üç evden oluşuyordu. Karadeniz’in tipik yerleşim özellikleri mevcuttu. Havanın kararmasına doğru gerillalar kendilerine yakın olan eve giriyorlar. Aldıkları bilgilere göre üç evin kardeş evleri olduğu öğreniliyor. Üç ayrı grup şeklinde evlere yerleşiyorlar. Birlik siyasi komiserleriyle Akın(Erol Özel) de telefon etmek için köyden çıkarak telefon hatlarının geçtiği yere doğru gidiyorlar.
Gerillalar köye girdiklerinden en alttaki evden birisi kaçıyor. Mezraya yakın olan karakolun da olduğu Topçam kasabasına ihbara gidiyor. Gerillalar ise durumu bilmiyorlar. Kardeşlerden birisinin davranışlarından kuşkulanıyorlar, sorup bilgi almaya çalışıyorlar. Fakat asıl bilgiyi alamıyorlar. Köylüler tedirginliklerini korkularıyla açıklayıcı cevaplar veriyor. Gerillalar sık sık karşılaştıkları bir durum olduğu için köydeki işlerine devam ediyorlar.
Yukarıdaki grup bir nevi savunma pozisyonunda kalıyor. Yerleştikleri evin konumu da buna uygundu. Yol kendilerine yakındı. O yüzden bütün dikkatlerini güvenliğe veriyorlardı. Nurgül’ün de içinde bulunduğu grup orta evdeydi. Orada bir hasta vardı. Nurgül hastayla ilgileniyordu. En aşağıdaki evde ise birliğin kalabalık kısmı kalıyordu. Gerillanın ekmeği kalmadığı için evde hamur yoğurup ekmek yapma işine koyuluyorlar. Evden bir kişinin daha önceden kaçıp gittiğini ise zaten bilmiyorlar.
Evdekiler bir yandan ekmek işlerinin hazırlıklarıyla uğraşıyorlar bir yandan da evdekilerle konuşuyorlar. Gerilladan Beko, ekmek ateşi için evin önünde baltayla odun kesiyor. Mezra yolundan sivil kıyafetli birkaç kişi geçiyor. Karşılıklı selamlaşıyorlar. Karanlık olduğu için geçenleri tam olarak tanıyamıyor Bektaş. İşine devam ediyor.
Üst evdekiler bir süre sonra köye bir aracın geldiğini fark ediyorlar. Araç dikkat çekici, şüpheli hareketler edince gerillalar da harekete geçiyorlar. Ortadaki evde bulunanlar önceden üstteki eve gelmişlerdi. Acilen aşağıdakileri uyarmak gerekiyordu. Aracın ne olduğunu, gelenlerin kimler olduğunun bilmeseler de tedbirli olmayı esas alıyorlar.
Aşağıdakileri uyarmak için Muzaffer, Nurgül ve evin kızı yola çıkıyorlar. Üçü hızlıca mezra yoluna ilerliyorlar. Eve varamadan mezranın içine yerleşen pusu timlerinin yoğun ateşiyle karşılaşıyorlar. Apansız yakalanıyorlar. Tehlikenin gelen araçtan öte, çok daha önceden yakınlarına kadar geldiğini bilmiyorlar. İlk ateşle Nurgül ve Muzaffer şehit düşüyor. Evin kızı ise yaralanıyor.
Alt evdekiler silah sesiyle harekete geçiyorlar. Evin kuşatılmış olabileceğini düşünüyorlar. Uygun bir pencereden çarşafları birbirine bağlayıp ip gibi sarkıtarak düşmanın ateşi altında tek tek iniyorlar. Ancak Nurgül ve Muzaffer için bir şey yapamıyorlar. Gruplar parçalı biçimde çatışarak mezradan çıkıyor. Günlerce birbirlerini bulamayacakları bir süreç de başlıyor. En ilginç olanı da düşmanın sivil kıyafetler içinde kendini kamufle ederek parçalı halede mezraya yerleşirken gerillalarla karşılaşması oluyor. Beko odun keserken bilmeden selamlaşanlardandı ve bunu kabullenemiyordu. Yine telefon için mezradan çıkan Akınlar ise yol boyu birerli ikişerli insanlar görüyor. Selamlaşıp geçiyorlar. Kendileri de silahlarını kamufle ettikleri için sivil görünümlü timler onların gerilla olduklarını anlamıyor. Ya da daha büyük bir darbe vurma hesabıyla dokunmuyorlardı. Akınlar da arka arkaya birerli ikişerli köye gidenleri görmelerine rağmen şüpheci olamıyorlar. Ve telefon işleri bitince dönüşte mezranın içinden geçerek köyden ayrılıyorlar. Tabi telefon için epeyce uzağa gittiklerinden çatışmadan haberdar olmuyorlar. Silah seslerini de duyabilmeleri mümkün olmuyor. Yolları uzun olduğundan epey geç bir vakitte mezraya varıyorlar. Düşman köyden işini bitirip çekildiğinden dolayı olası bir karşılaşma da yaşanmıyor.
Sonradan daha net bilgiler alınıyor. Evden kaçan kişi doğrudan karakola gidiyor. Düşman tüm planlarını alt evde konumlanan birliği imhaya dönük yapıyor. Mezranın yakın olması, ihbarı yapan ev sahibinin de net bilgiler vermesi ellerini güçlendirmişti. Bütün mesele sessizce ev çevresini kuşatabilmekteydi. Zaten evin önünde odun kıran gerillaya dokunmamalarının da büyük hesabın bir parçası olduğu anlaşılıyordu.
Gerilla açısından en büyük zafiyet gerekli uyanıklığı, şüpheciliği gösterememeleriydi.
Özellikle üç haneli bir mezra olması, evlerdeki insan sayısının biliniyor olmasına rağmen karşılaşılan sivil görünümlü insanlara yönelik kuşkucu olmamaları büyük eksiklikti.
Olanlara rağmen silahlar patladığında etrafları sarılan gerillalar evdeki insanları kapılardan, pencerelerden uzaklaştırıp mermi alamayacakları yerlere uygun bir şekilde yerleştiriyorlar. Timler evi rastgele taramaktan geri durmuyorlar.
16 Ağustos 1993 gecesi yaşananlar, belki de göze alınan devasa bir savaşın içinde çok küçük bir parçaydı. Birikim denilen olgu küçük parçalardan süzülerek, özümsenerek elde edilebiliyordu.
Nurgül ve Muzaffer henüz gerilla olmalarının baharındaydı. Taptaze filizler gibi koparılsalar da geleceğin düşleri içinde yaşamın izlerini sürmeye devam edeceklerdir. Onların, geleceğe dair hayalleri insanlığın varmak istediği yerdir. Düşler öldürülemezdi, soldurulamazdı.
Nurgül ve Muzaffer yazgılarına isyan etmişlerdi. Yaşanabilecek bir dünyanın düşüne adanmışlardı. Biliyorlardı ki güzellikler yaratabilmek kimi zaman bedel ödemeyi zorunlu kılar. Onlar zorunluluklarda yaşamı adlandırmayı başarabilenlerdir.