H.Merkezi:Alakır‘da yapılmak istenilen HES’lere karşı mücadele eden Tuğba Günel ve Birhan Erkutlu çifti geçtiğimiz günlerde evlerinin yakınında havaya ateş açılarak taciz edildiler. Çift yaşam savunuculuğu kimliklerinden dolayı ölüm tehditleri altında.
14 yıldır Kumluca Alakır vadisinde yaptıkları Bioev’de yaşamlarını sürdüren Birhan ve Tuğba çifti vadiye yapılmak istenen HES projelerine karşı mücadele ediyor.
Sermaye sahipleri Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftini katlederek ortadan “kaldırdığını” düşündüğü gibi, rantın önüne çıkan her direnişi ya da direnişçisi tehdit ve katliamcı saldırılarıyla yıldıracağını ve yok edeceğini düşünüyor. Ancak şunu unutuyorlar ki; Bu saldırılar bizi daha çok güçlendiriyor ve Munzur’dan Alakır’a örülecek mücadeleye davet çıkarıyor…
Munzur Çevre Derneği’nin facebook hesabında yayımlanan röportajı olduğu gibi paylaşıyoruz.
1) Çevre ve doğanın özgürlüğü için verdiğiniz mücadeleye, gazetelere vermiş olduğunuz röportajlardan doğru şahitlik etmiş olduk. Elbette ki burjuva basından bahsetmiyoruz! Yine her konuda olduğu gibi halkının ve haklının yanında olan özgür basın kanallarından haberdar olduk.
Bizim coğrafyamızda doğayı katleden, insanlığın sonunu getiren sermaye sahipleri korunurken, doğanın özgürlüğü için mücadele edenler ise sürekli baskı altındalar. Öncelikle bize biraz tüm bu tehdit ve baskılara rağmen doğanın özgürlüğü için sürdürdüğünüz mücadelenizi anlatır mısınız?
– Aslında bu tüm canlıların yaşam hakkı ve özgürlüğü mücadelesi bizler için. Etrafımızdaki canlıların yaşama hakkı ve özgürlüğü gasp edilirken bizler özgür olamayız. Bu nedenden ötürü öncelikli olarak kendi yaşam alanımızın etrafında olup biten, direkt kendi gözlerimizle görüp şahit olduğumuz haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı bir mücadele bizimkisi. Barışçıl yöntemlerle yürüttüğümüz mücadelemizi bir sac ayağı gibi üç başlıkta toplayabiliriz. Hukuksal, bilimsel ve eylemsel. Hukukun işlerliği her ne kadar sıkıntılı olursa olsun ‘hukuk yok’ deyip vazgeçmeden sonuna kadar haklarımızı alma konusunda girişimlerimizi devam ettiriyoruz. Konularla ilgili bilimsel araştırmalar yapıp ya da yapılmasını teşvik edip öğreniyor ve bilgileniyoruz. Yaratıcı ve sanatsal eylemlerle de hem doğada hem şehirde insanları bilinçlendirmeye yönelik eylemler organize ediyoruz.
2) Antalya son zamanlarda taş-maden ocakları ve HES yapımları gibi çeşitli doğa talanları ile sık sık gündem oluyor. Siz bu konu hakkında (bizzat orada yaşayanlar olarak) ne düşünüyorsunuz?
– Antalya’da yaşanan doğa kıyımlarının bu coğrafyanın ve hatta dünyanın diğer güzel köşelerinde yaşananlardan aslında hiçbir farkı yok. Doğayı bir hammadde olarak gören küresel boyutta kalkınmacı anlayışın yürüttüğü politikaların saldırısı altındayız. Bu anlayış HES, maden, termik, nükleer, kentsel dönüşüm.. gibi şekillerde karşımıza çıkmakta. Bizim bulunduğumuz vadide bu ilk olarak HES’lerle karşımıza çıktı. Ama doymak bilmeyen bu tüketim anlayışı daha birçok yıkımıyla her an karşımıza çıkabilir.
3- Sizce de bu yaşadıklarınız Ayşe Büyüknohutçu ve Ali Ulvi çiftinin yaşadıklarına benzemiyor mu? Bize biraz bu benzerliğin sebeplerini anlatabilir misiniz?
– Ali ve Ayşe Büyüknohutçu çifti de aynı bizim gibi kırsalda yaşamayı ve etraflarındaki canlıların yaşamını barışçıl ve hukuki yollardan korumaya çalışan insanlardı aynı bizim gibi. Ve aynı bizim ve bizler gibi mücadele edenlerin yaşadığı tehdidi yaşıyorlardı muhtemelen. Bu tarz samimi yaşam ve mücadeleleri daha çok hedef haline geliyor. Çünkü direkt sistemin hammaddesinin üzerine oturmuş onu koruyorsunuz. Milyonlarca liralık rantın ortasında mütevazi bir yaşam ve koruma mücadelesi sizi ormanın ortasında hedef haline getiriyor. Yerinde mücadeleler direkt göz önünde olup mimlenirler. Rahatsız edilip, tehdit edilirler. Korkmaları, kaçmaları ve korudukları yaşam alanını terk etmeleri beklenir. Parayla kandıramayıp, tehditle korkutup kaçıramadıklarını en son çare ortadan kaldırmak durumunda kalırlar. Dünyada bunun örneği artarak devam ediyor. Geçen sene dünya genelinde 200’ü aşkın çok nadide çevreci katledildi. Bir önceki sayı 160 idi.
4- Bildiğiniz üzere katledilen çevreci çiftin katili daha soruşturmada bir yere varılmadan “intihar” etti! Peki, bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
– Konuyu başından beri çok yakından takip etmekteyiz. Ali ve Aysin çiftini ellerimizle toprağa verdik. Ama sadece yaşananları alt alta koyup konudan hiç haberi olmayan herhangi bir insan bile bu gidişat hakkında çok derin şüphelere sahip olur kolayca. Soruşturma devam ederken katilin şirketin azmettiricisi olduğu ile ilgili beyanları, ardından güvenlik nedeniyle başka hapse naklini istemesi ve o nakilin hemen ardından da intihar etmenin neredeyse mümkün olmadığı yeni tip bir cezaevinin tuvaletinde ölü bulunması.. Adı geçen mermer ocaklarından kimsenin konu hakkında sorgulanmaması. Bu sırada tüm sponsorları bu mermer ocakları olan Finike Festivalinin ilk konuğunun mafya lideri Sedat Peker oluşu.. Bunlar ve benzerlerini alt alta koyunca aslında herşeyin ne kadar açık olduğu anlaşılıyor bizim açımızdan. Bundan sonra asıl yapılması gereken Ali ve Aysin çiftinin mücadelelerini devam ettirmek. Onların anısına saygı ile o sedir ormanlarını korumak. Bu konudaki girişimlerin içindeyiz biz de.
5- Son olarak: sizlerde biliyorsunuz ki yaşadığımız coğrafyanın meralarından tutalım da sahillere kadar dört bir yanı talan ve yağma tehlikesiyle karşı karşıya. Buradan doğru vereceğiniz bir mesajınız var mı? Bu talana nasıl dur diyebiliriz?
-Bu bizim ilk gençlik yıllarımızda kendimize sorduğumuz soru idi. Hayata atılmadan önce gerçekten nasıl bir dünya arzuladığımızı ve bunun için bizim neler yapabileceğimizi düşündük hep. Önce kendi yaşamımızı sorguladık. Olabildiğince bu talan kültürüne hizmet etmemek için bir yol aradık. Ne aldığımız plastik şişe sularla su gaspçılarına, ne yediğimiz gıda ile tohum mafyasına, ne tükettiğimiz elektirik ile HESlere, nükleere.. Ne kiraladığımız evler yüzünden inşaat sektörüne ne de tüm bu tüketimlerimizin üretimleri aşamasında yaşanan iş cinayetleri ve doğa katliamlarına dolaylı yoldan hizmet etmek istemiyorduk artık. Banka kartlarından ve faturalardan kurtulmalıydık en baştan samimi bir mücadele yürütebilmek için. Çünkü daha küçük yaşlardan itibaren yaşadığımız şehirde de haksızlıklara karşı tepkiselliğin ve eylemselliğin hep içinde olduk. Ama bir süre sonra dediğim gibi bunu daha samimi bir çizgiye çekmek istedik. Bir yandan sistemi beslerken bir yandan ona karşı olmayı sürdürülebilir bulmadık hem felsefi hem ahlaksal hem de psikolojik açıdan. Onun için kendine yeter bir yaşam kurmak için yola çıktık. Kendi evimizi yapıp, bostanımızı kurup, suyumuzu çıkarıp, kendi enerjimizi üretip olabildiğince bu yıkıcı kapitalist sisteme yaptığımız hizmetlerden çekildik. Bizim bulduğumuz acizane çözüm buydu. Herkesin kendine göre bir çözümü vardır. Ama bize sorarsanız bu talanı ancak ona ortaklık etmeden durdurabileceğimizi söyleyebilirim ancak. Çünkü tüketimimiz ve dayatılmış yaşamsal alışkanlıklarımız yüzünden şirketlere ve hükümetlere bu talanın kapısını aralıyoruz. Her birimiz kendi tüketimini sorgulayabilir başlangıç olarak. Az ya da çok demeden önce kendimizde ve yaşantımızda değişiklikler yaparak. Sonrası samimi bir mücadele zaten, mutlaka kazanılacak olan.