Partizan, 31 Mart Yerel Seçimleri’ne dair “Faşist Partilere Oy Yok! Demokratik Halk Devrimi’nin Görevlerine Sarılalım, Seferber Olalım!” başlıklı bir açıklama yaparak seçim tavrını kamuoyuyla paylaştı. Açıklama şu şekilde;
Türkiye, 31 Mart Yerel Seçimleri’ni rutin ve süreğen krizini aşan ve onun tırmanmış hali olan ekonomik ve politik kriz koşullarında gerçekleştirmektedir. Yarı-feodal, yarı-sömürge yapıya sahip Türkiye’de ekonomik ve politik kriz, yapısal ve süreğendir. Bu, başta işçi sınıfı olmak üzere halk yığınlarına, ezilen ulus, inanç ve cinslere yönelik aralıksız baskı, sindirme ve saldırı olarak dönmektedir. Ancak bu yerel seçimler aynı zamanda sistemin politik krizinin bir sonucu olan “gömlek değiştirme” sürecine denk gelmektedir. Bu durum yerel seçimleri genel seçim havasına sokmakta, egemen sınıf klikleri arasındaki ittifak arayışları yoğunlaşmış bir şekilde hayat bulmakta, genel kampanya ise bu gömlek değişiminin etkileri üzerinde yürümektedir.
Bu seçim, “başkanlık” rejiminin test olacağı, güven oylamasına tabi tutulacağı, bu sürece bir halkanın daha ekleneceği ve gelişmelerin bu yönde seyredeceği bir seçim olacaktır. Ancak bu seçimin sonucu ne olursa olsun faşist diktatörlük politik krizine çare bulamayacaktır. Seçim; egemen sınıfların ittifak şeklinde bloklaşmış iki kliğinin halihazırda yürüyen mücadelelerinin yoğunlaşmış ve odaklanmış bir sürecini içermektedir. Her blok gücünü arttırma, diğer bloğu zayıflatma ve iç parçalanmasını boyutlandırma hesabı yapmaktadır.
31 Mart yerel seçimlerinin hangi koşullarda gerçekleştiği ve bu seçimde doğru devrimci politikanın ne olması gerektiğini doğru tahlil edebilmek için öncelikle Türk hakim sınıflarının içinden geçtiği süreci, ülkedeki ve bölgedeki gelişmeleri ortaya koymak gerekmektedir. Egemen sınıfların politik krizinde, klikler arası savaşım ve mücadele keskinleştiği oranda işçi sınıfına, halk kitlelerine, Kürt ulusuna ve ezilen inançlara yönelik saldırı dalgası boyutlanmaktadır. Halka yönelik sindirme ve faşist politikaları kanıksatmaya yönelik saldırı topyekûn bir karakter kazanmıştır. Bu topyekûn saldırının en fazla yöneldiği dinamik ise Kürt ulusal mücadelesi ve hareketi olmaktadır. Faşist diktatörlük, kesintisiz bir şekilde Kürt düşmanlığı üzerinden yükselen şovenist kampanyalar örgütlemektedir. Faşizmin, emperyalizmin planlamalarına bağımlı olan ve tıkanan Suriye ve Ortadoğu politikası Kürtleri katletme, kazanımlarını imha etme, tırpanlama ve askeri işgal veya işgal tehditleri şeklinde kendisini yeniden biçimlendirmeye çalışmaktadır. Ancak bu, krizi krizle aşmaya dayalı, saldırgan ve “beka sorununa” odaklı yönelim ve yönetim son raddesine yaklaşmıştır.
İşbaşındaki Tayyip-AKP kliği süreklilik içindeki 16 yıllık yönetimlerinin sonbahar günlerini yaşamaktadır. Gelişmeler ise sonbaharın zemheriye dönüşeceği yönünde seyretmektedir. İçeride derinleşen ekonomik ve siyasi kriz, Türk hakim sınıflarının Ortadoğu, özelde de Suriye politikalarıyla arkalanmış olarak önümüzdeki günlerde daha da büyüyecektir. Bugün var olan ve gelecekte karşılaşacağımız tablo, başta Kürt ve Türk ulusu olmak üzere çeşitli milliyetlerden emekçi Türkiye halkı üzerinde faşist devletin sınırsız baskı ve şiddeti, azgın sömürü ve talanıdır. Faşist Türk hakim sınıfları ve onların işbaşındaki kliği, Kürt ulusal demokratik örgütlenmesine ve Kürt ulusal kazanımlarına ne denli düşman olduklarını bütün tarihleri içerisinde fazlasıyla kanıtlamışlardır. Bugün Suriye Kürdistanı’nda yani Rojava’da elde edilen ulusal demokratik kazanımlara da aynı ölçekte düşmanlıkla yaklaşılmaktadır. Emperyalistlerin izni olmaksızın tek bir “drone” dahi uçuracak gerçekliğe sahip olmamasına rağmen yine emperyalistlerin onayını alarak Batı Rojava’yı (Afrin) işgal etmiştir. Bütün muğlaklığına rağmen Trump’un “tampon bölge” söylemi TC için işlerin kötüye gittiği bir vakitte umut ışığı olmuştur. Suriye’de siyasi-askeri güç olarak belirleyici konumda bulunan Rusya henüz bir açıklama yapmadı. PYD önderliğindeki Kürt Ulusal Hareketi TC’nin işgaline izin vermeyeceklerini, savaşacaklarını belirtti. Türk hakim sınıflarının, son anda ibrenin kendilerinden yana döndüğüne dair düşünceleri büyük bir yanılgıdır. Faşist TC devletinin Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’ne, onun silahlı gücünün teminatı altında bulunan Kürt ulusal kazanımlarına düşmanlık dışında bir motivasyonu yoktur. Bu motivasyonla kimi kazanımlar elde etmişlerse de bunlar geçici olup büyük bozgunlarını hızlandırmaktadır.
Ancak bu gerçeklik saldırının dozunun düşmesine değil daha fazla artmasına neden olmaktadır. Bu politik iklimde, legal-demokratik alana yönelik kapsamlı saldırıların yanında, kazanılmış haklar da bir bir gasp edilmektedir. Yine komünist, devrimci güçlere ve özellikle gerilla güçleri olmak üzere tüm silahlı ve illegal cephelere karşı “imha savaşı” sürdürülmekte, faşist diktatörlüğün İçişleri Bakanı “yasa, kural tanımıyoruz” açıklaması ile bu savaşı kumanda etmektedir. Faşist diktatörlük izlediği saldırgan çizgide net ve berraktır. Buna karşı aynı berraklıkta ve netlikte, hiç kuşkusuz iktidarı hedefleyecek bir cürette devrimci çizgi gerekmektedir. Seçimlere gidilen tablo ve ortaya çıkan ihtiyaç buna işaret etmektedir.
SEÇİMLERE NASIL BAKIYOR, NASIL ELE ALIYORUZ?
Partizan, sandıkla demokrasi arasında doğrudan ilişki arayışlarını, sandıkla demokrasinin özdeşleştirilmesini, tarihsel başarılar için sandık çağrılarını politik körlük olarak değerlendirir.
Partizan, seçimler meselesini taktik bir sorun olarak görür.
Partizan, belli durum ve koşullarda seçimlere katılım siyaseti gibi yine belli durum ve koşullarda seçimlerin boykot edilmesi siyasetinin benimsenebileceğini savunur.
Partizan, seçimlerde, politize olmuş koşulları kitlelerde politik iktidar bilincine dönüştürmek, onları devrimci sürece ikna etmek, seçimleri doğru çizgiyi test etmenin alanı haline getirmeyi esas alarak, seçim süreçlerini kitlelere gitmenin, onlara bilinç taşımanın, kitlelerle bağ kurma ve örgütlenmenin aracı yapmayı her durum ve koşulda değişmeyen siyaseti olarak görür.
Ülkemizde seçimler parlamento, Cumhurbaşkanlığı, referandum, yerel yönetimler gibi nedenlere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Tam da farklılaşan nedenlerle her bir seçim arasında ayrım yapmak doğru olandır. Her seçimin özgün niteliğini göz önüne aldığımız gibi içinden geçilen sürecin özellikleri taktik politikaya şekil verir. Belli koşullarda parlamento için adaylarımızla seçime katılma veya seçim çalışması ekseninde oluşturulan program etrafında ittifak yapma vb. durumlar olabileceği gibi seçimleri boykot etmeye dönük taktiklere de başvurabiliriz. Yine yerel seçimlerle diğer bütün seçimler (Cumhurbaşkanlığı, anayasa oylaması, genel seçim vs.) arasında da faşist devlet yapısı içerisinde tuttukları yer ve işlevleri nedeniyle ayrıma gitmek doğru olandır. “Seçim” deyip tümünü aynı torbaya koymak ve her biri için aynı taktik politikayı benimsemek, somut durumu ihmal ederek süreci tahlil etmek, düz bir bakış açısıyla hareket etmek olacaktır. Bu sığ anlayışa düşmedik, bugün de düşmeyiz. Ancak aynı şekilde günümüz özgülünde yerel seçimlere “katılımı” mutlaklaştıran, boykotu ebed müddet devre dışı bırakan idealist ve tek yanlı yaklaşımları da doğru bulmadık, bulmayız.
FAŞİZM DEMOKRASİYLE BAĞDAŞMAZ, DEMOKRASİ SEÇİMLE GELMEZ!
Faşist Türk hakim sınıfları, yarı-feodal, yarı-sömürge koşulların ürünü olarak başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen bütün sınıfların, ezilen ulus, ezilen cins ve inanç kesimlerinin gelişimine, ileri doğru sıçramasına bütün köhne ve çürümüşlüğüyle karşı durmakta, bu kesimleri ezerek bastırmaya çalışmaktadır. Faşizmin “demokratikleşme” sınavı yoktur; o demokratik hak ve özgürlüklerin can düşmanı olduğu ölçüde vardır. Bu nedenle, halkın mücadelesiyle elde edilmiş sınırlı kazanımları saymazsak TC tarihinde demokrasi olmadı, TC bütün tarihini faşist diktatörlüğün kanlı adımlarıyla yürümüştür. Sözümüz her seçim döneminde ağızlarından demokrasiyi düşürmeyen faşist düzen partilerine değildir. Sözümüz parlamentoda sağlanacak asgari çoğunlukla tarihin akışının değişebileceğini; belediyecilikle üretim ilişkilerinin dönüşüme uğratılabileceğini, yeni bir ekonomi ve ilişkiler biçimi inşa edilebileceğini sananlaradır. Bu sanrının demokrat, ilerici, yurtsever ve devrimci yapılar içerisindeki etkisine, yaygınlığına bakınca bulaşıcı bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
Son süreçte revizyonist, reformist ve burjuva-liberal kesimler tarafından seçimlere yüklenen abartılı rol ve misyon, egemen sınıfların yüklediği misyonla birleşerek bir kamuoyu etkisi yaratmaktadır. Bu durum seçimleri kurtuluş kapısı, atılacak oyu ise değiştirme ve “halkın iradesinin tecellisi” şeklinde kabul eden bir zihniyetin oluşmasına yol açmıştır. Özellikle de genel çizgisi devrimci olan hareketlerin bunun etkisine girmekle kalmayıp bu bilincin oluşmasında özne rolü oynaması nasıl bir iddiasızlık ve reformist kuşatmanın içinden geçildiğine işaret etmektedir.
Son süreçte özellikle Tayyip Erdoğan’a yönelik kitlelerin haklı ve meşru öfkesi seçimlerle, sandıkla verilecek bir mücadeleyle sürecin atlatılabileceği, bu şekilde bir değişim ile demokrasinin gerçekleşeceği eksenine dayalı tek yanlı, anayasalcı, sistem içi bir çözüm programına zemin yapılmıştır. Kitlelerin tepkisi ve öfkesi reformist ve tasfiyeci yaklaşımlar tarafından bir manivela olarak kullanılmaya çalışılırken, faşizmi Tayyip-AKP kliğine indirgeyen, çözümü sandığa havale eden bir yaklaşım inşa edilmiştir. Bu durum CHP’nin önderlik ettiği kliğin Tayyip-AKP karşıtlığında kitleleri kendisine yedeklemesine zemin sunduğu gibi reformist-tasfiyeci anlayışların ise CHP ile sürdürdüğü arayışları, yapılan çağrıları ve oluşan beklentileri de sürdürmüştür. Yani revizyonist-reformcu kaldıraç; tasfiyeciliği yükseltmekte, seçimler ise bunun gerçekleşmesinde en kolaylaştırıcı iklimi sunmaktadır.
Bu genel tablonun yanında Kürt Ulusal Hareketi’ne, özelde HDP’ye yönelik içinden geçtiğimiz sürece dair; özelde kayyım saldırısına ve seçilmişlerin tutuklanmasına karşı izlediği politikayla ilgili eleştirilerimiz vardır. Meseleyi sadece faşizmin kayyım saldırısı ya da seçilmişlerin tutuklanması olarak görmüyor, nasıl bir ülkede ve hangi koşullarda yaşadığımızı biliyoruz. Bizce asıl mesele kayyım saldırısı ve seçilmişlerin tutuklanması karşısında izlenecek politikada anlam kazanmaktadır. Özü direniş ve mücadele olan, halkın emeğini, gücünü sahiplenen bir politikanın izlenmediği açıktır. Bu alanlara yüklenen büyük misyonlarla, kazanımların korunması arasındaki ilişki çok orantısız olmuştur. Tayyip Erdoğan halen kayyım saldırısının devam edeceğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Bu saldırıya karşı HDP nezdinde, seçimler, “oy kullanma” çağrısı dışında belirlenmiş bir mücadele ve direniş programını içermemektedir. Kayyımla izlenen “mağduriyet” politikası sandıkta ve belki vicdanda bir karşılığı olan ancak süreci karşılamada bir karşılığı olmayan, halka mücadele etme enerjisi taşımayan, kazanılmış hakları koruma bilinci oluşturup bunu sıçrama tahtası yapan bir yaklaşımı içermemektedir.
SEÇİMLERDEKİ TAVRIMIZ VE YAKLAŞIMIMIZ
Seçimler sınıf mücadelesi içerisinde yeri olmakla birlikte bizimki gibi faşizmle yönetilen ülkelerde son derece talidir. Tarihsel görevlerin “mevzisi” olarak görülen parlamentoda seçilen vekiller susturulur, tutuklanıp zindana atılır; “ulusal sorunu çözmenin”, “sosyal dönüşümü gerçekleştirmenin” aracı görülen belediyelere kayyım atanır, yöneticiler zindana taşınır. Verili koşullar olduğu gibi dururken parlamento, belediye gibi resmi kurumlarla yapılacakların sınırını anlamak için doğrudan deneyimlemek gerekmiyor. Geçmişte Şili’de Allende, ülkemizde Terzi Fikri örnekleri anlamak isteyen için yeterince öğreticidir.
Özellikle bu bağlamda demokratik-devrimci öznelerin sandığı, meclisi, belediye başkanlığını, belediye meclislerini halkın iradesinin gerçekleşmesi, halkın kendisini örgütlemesi olarak kitlelere sunan sınıf uzlaşmacı, kitlelerin en geri kesimine hitap eden yaklaşım hem tehlikeli bir noktaya gelmiş hem de kitlelerin devrimci bilincini kıran, dağıtan ya da muğlaklaştıran bir rol oynamıştır. Tüm bunların hepsi, devrimci ve halk güçlerinin elinde iktidar mücadelesi için en fazla ‘bir’ silah olabilir. Ötesinde “halkın iradesi”, “halkın temsil edilmesi” gibi argümanlar köhnemiş gerici burjuva ideoloji ve politikasının argümanlarıdır ve kitleleri uyutmak için verilen ilaçtır.
Partizan, 31 Mart 2019 yerel seçimlerini genel seçim havasında ve ölçüsünde yoğunlaşmış ancak yerel seçim dinamiklerinin de olduğu bir seçim olarak değerlendirmektedir.
Genel seçim havasındadır, çünkü; geliştirilen ittifak politikaları, egemen sınıf kliklerinin birbiriyle mücadelesi, seçimlerin bu mücadelede bir skor tabelası olarak ele alınması bunu göstermektedir. Sistem kendini yenileyen bir yönelim içinde güçlerini test etmeyi amaçlamaktadır.
Yerel seçim dinamikleri mevcuttur, çünkü; en nihayetinde yapılan seçim, kurulu sistemin bir rutinidir ve siyasal bir gelenek ve ele alış söz konusudur.
Bu bağlamda Partizan önümüzdeki yerel seçimlerde kendi siyasi çizgisi ve anlayışı doğrultusunda gücü olduğu yerlerde adaylar gösterecektir. Bu yerel seçimleri, devrimci çalışmanın araçlarından birine dönüştürecektir. Adaylarının olmadığı yerlerde ise etkin bir boykot çalışması yürütecektir. Partizan, esasta faşist partileri hedef alan, bu gerici düzen partilerinden kitleleri koparmayı amaçlayan bir siyasi çizgi ile süreci örecektir. Ancak reformist, revizyonist çizgide tasfiyeciliği ören ve yanlış bilinç taşıyan siyasi programlara ve anlayışlara karşı da kitleleri uyaracaktır. Bu çizgiye karşı ideolojik-politik temelde mücadele örgütleyecek ve geliştirecektir.
Partizan, yerel dinamikler özgülünde kendi çizgisi ekseninde ittifak arayışları içerisinde olacaktır. Bu bağlamda müttefik güçlerle görüşmeleri ve ilişkileri sürdürecektir. Ancak ‘koşulsuz ve şartsız’ bir biçimde bu güçlerin var olan siyasi çizgi ve yapılarına destek tavrı takınmayacaktır. İttifak ilişkisinin ruhuna uygun olarak, kendi siyasi çalışmasını var edeceği asgari ortak programda ortaklaşmayı kendine ana referans alacaktır. Bu seçimler, halk güçleri içinde yer alan ilerici-demokrat-devrimci adayları ya da reformist-revizyonist-oportünist adayları destekleme tavrını değil bu kesimlerin siyasi çizgisiyle kendi çizgimiz arasındaki farkı belirginleştirdiğimiz ideolojik mücadeleyi de içerecektir. İttifak ilişkisi de bu eleştiri ve mücadele içinde gerçekleşip ortak paydaları bulacaktır, bulmalıdır.
KİTLELERDEN KİTLELERE, DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ’Nİ ÖRGÜTLE!
Türk hakim sınıfları, işbaşındaki Tayyip-AKP kliği ve küçük ortak MHP, arkasına yedeklediği kitleye rağmen ekonomik ve siyasi krizin sürekli güncellediği bir yönetememe sorunu yaşamaktadır. Köyler, şehirler, ilçeler kuşatma altında tutuldu, bodrumlar yakılmış bedenleriyle Kürt halkı ve savaşçılarının mezarlarına dönüştü; seçilmişler tutuklandı, kayyımlar işbaşı yaptı ama yine başaramadılar, Kürt halkına diz çöktüremedi, Kürt ulusal mücadelesini bastıramadılar… Havalimanı direnişçisi işçiler bütün sınıfa ibret olsun diye abluka altında tutuldu, coplandı, tutuklandı, yine başaramadılar… Türkiye işçi sınıfını susturamadılar; direnişler, grevler devam ediyor. Konya ve Ankara’nın, Çukurova ve Trakya’nın, Karadeniz ve Ege’nin köylüleri kah ürünleri için kah yaşam alanları olan doğa için mücadeleye devam etti, ellerinden sopalarını, nacaklarını düşürmediler. Kadınlar ve ezilen inanç grubu olan Aleviler de aynı mücadele tavrını benimsediler ve direnmeye devam ettiler. Ekonomik krizin tüm yükünü emekçi kesimlere yüklemek dışında bir seçeneği olmayan Tayyip-AKP ve MHP faşist bloğunun faşizmi daha bir sivrilteceği gün gibi ortadır.
Başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilen sınıflar, ezilen ulus, ezilen cins ve inanç kesimleri, yıkıma uğratılan doğanın savunucuları, bilinçli ve bilinçsiz ekolojistler ile Türk hakim sınıfları karşıt çıkarlara sahip, birbirinin düşmanı olan öznelerdir. Yerel seçim süreci bu yalın gerçeği kitlelere taşımak, kitlelerle tartışmak için belli olanaklar sunuyor. Olabildiğince enerjik, coşkulu bir seçim çalışması örerek, bütün çalışmaları Demokratik Halk Devrimi’ne, onu gerçekleştirmenin stratejisi olan Halk Savaşı’na tabi kılarak sürece odaklanmalıyız!
Ocak 2019
PARTİZAN