H.Merkezi:18 Ağustos tarihinde yayınlanan “Süryanilerin Mal Varlıklarına El Konulması: Bir Devlet Geleneği Olarak Yağma ve Talan – I” adlı yazının devamıdır.
Katliam, soykırım, yağma ve talan üzerine bir ulus devlet kurulmuş olsa da ulus devletin bekası ve sürekliliği için cumhuriyetin kuruluşundan sonra da aynı şekilde “Türkleştirme” ve asimilasyon politikaları devam ettirildi. Bu “Türkleştirme”; katliamları, zorla göç ettirmeyi, nüfus mübadelelerini, nüfus dağıtmayı, iskân düzenlemesini, asimilasyona, inkar imha politikalarını, şovenizm ve ırkçılığa dayalı uygulamaları kapsıyordu. Türk kimliğinin yaratılması da yine Türk etnik temeline dayalı sermaye sınıfının yaratılıp güçlendirilmesini zorunlu kılıyordu. Türk sermaye sınıfının yaratılıp güçlendirilmesinin hedefindeki topluluklarda her daim “gayrimüslim” olacaktı. Nitekim cumhuriyetin kurulmasından sonra ülkedeki ve dünyada ki siyasi, ekonomik konjonktürün ihtiyaçlara paralel şekillendirilerek devam etti bu sömürü, talan, asimilasyon ve imha politikaları/saldırıları.
Türk ulus devletinin kuruluşundan sonra bu topraklarda kalan Müslüman olmayan azınlıkların sermaye ve varlıklarının talan edildiği, sermayelerin Türkleştirildiği dört büyük saldırı sürecinden daha geçirilir, azınlığa düşürülmüş, bu coğrafyanın Müslüman olmayan kadim halkları.
Bunlardan birincisi 1934 “Trakya Yahudi olayları”dır: Hatırlanacağı üzere “milli iktisat” yaratma projesinin temelleri her ne kadar ittihat ve terakki döneminden itibaren atılmış olsa da TC’nin kurulmasıyla beraber bu projenin önemi daha da arttırılmıştı. Çünkü TC her ne kadar ulus devlet kurma amacına ulaşmış olsa da kendi burjuvazisi halen çok zayıftı. Ve Kemalist harekette Türk komprador burjuvazisini oluşturmak için buna paralel politik adımlar attı. 1929-1930’lu yıllara gelindiğinde ise dünyada patlak veren ekonomik bunalım; iç dinamikleri zayıf ve dışa bağımlı bir ekonomiye sahip olan TC’yi daha fazla etkilemişti. Ve bu krizin etkilerini atlatmak için bir dizi ekonomik önlemler geliştiriliyordu. Birçok ülkede olduğu gibi TC’de “devlet müdahaleleri” yöntemlerine başvurmuştur. Devreye sokulan “devletçilik” TC’de de ekonomik krizin etkilerini aşmak adına uygulanan bir politika haline getirilirken aynı zaman komprador burjuvazisini yaratıp güçlendirmeyi hedefliyordu. 1929-1930 krizinden çıkma ve sermayesini güçlendirmek için her dönem olduğu gibi sömürü ve zorbalığa başvurarak krizin faturası işçi-emekçi halklara kesilmişti. Elbette ki bu süreçte de geriye kalan bir avuç gayrimüslim azınlıklar da payına düşeni alacaktı. Keza 21 Haziran 1934’de çıkarılan “iskân kanunu” bu kapsamda atılan bir adımdı. Etnik kimliğin ve iktisadın Türkleştirilmesinin en etkili projelerinden bir tanesidir. Esasta Kürtleri hedef alan “iskân kanunu” ile ırkçı saldırıların önü iyice açılır. Ve Almanların Yahudi düşmanlığı Türklerde de yankısını bulur. “Trakya Umumi Müfettişliği” bünyesindeki Yahudilere saldırılar başlar. Edirne, Çanakkale, Uzunköprü, Kırklareli, Tekirdağ illerinde topyekûn bir saldırı başlatılır. Bu illerdeki Yahudi işyerlerine, evlerine saldırılır, her şeyleri yağma ve talan edilir. Yahudilerden oraları terk etmeleri istenir. Yahudiler mallarını yok pahasına satarak, kimisi de satamadan tüm mal varlıklarını bırakıp İstanbul’a kaçarlar böylece yağma ve talanla beslenen Türk burjuvazisi zenginliğine zenginlik katarak sermayenin Türkleştirilmesine devam edilir.
Sermayenin Türkleştirilmesinde önemli adımlarından bir diğeri de 1942’de çıkarılan “varlık vergisi”dir. TC egemenleri fiili olarak 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’na dahil olmasalar da savaşın yarattığı etkinin, kıtlık ve yoksulluğun yarattığı savaş ortamından istifade ederek, çıkarttıkları “varlık vergisi” ile bir kez daha sermaye el değiştirerek Türkleştirilmesi sağlanırken aynı zamanda etnik temizlik ve imha politikaları da devreye sokulmuştu.
“Varlık vergisi”nin mimarı Nazi hayranı olan 1942’de başkanlığa getirilen Şükrü Saraçoğlu’dur. Varlık vergisi kanununun amacı ise ekonominin Türleştirilmesi gayrimüslim nüfusun göçe mecbur bırakılarak mal varlıklarına el koymaktır. Bu yasayla Ermeni tüccarlar %232, Yahudiler %179, Rumlar %156 ve Müslüman Türk tüccarlar ise %4,9 oranında vergiye tabi tutulurlar. Vergi ödemeyenler çalışma kamplarına gönderilir. Borçlarına karşılık bütün mal varlıklarına el konulur. Varlık vergisi ile gayrimüslimler daha fazla mülksüzleştirilirken Türk komprador burjuvazisinin bir kez daha sermayesi büyütülmüştür.
Sermayenin Türkleştirilmesinin bir diğer kilometre taşı da 6-7 Eylül olaylarıdır. 1955 İngiliz sömürgesi altındaki Kıbrıs’ta bağımsızlık mücadelesi, Kıbrıs bunalımına sebep olur. Bunalımı çözmek için İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında görüşmeler olur. Türkiye elini güçlendirmek için Türkiye’deki Rumları tehdit olarak kullanır. TC elini güçlendirmek adına bir tertibe başvurur. Böylece TC devletinin planladığı oyun devreye konulur. İlk önce Selanik’deki M.Kemal’in doğduğu evde bomba patlatılır. Böylece Rumlara karşı bir provokasyon ortamı hazırlanmış olur. Ve İstanbul’da Rum azınlığına karşı “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” tarafından düzenlenen mitingle diğer ülkelere gövde gösterisi yapılır. Ardın da gazete ve camilerde Rumlara karşı toplum kışkırtılarak ortam iyice gerginleştirilir. Öncesinden tespit edilen Rumlara ait evler, dükkânlar, hastaneler, okullar, ibadethaneler yüz binlerce kadınlı erkekli gruplar tarafından yağma ve talan edilir. Bu olaylar sonucunda devletin amaçladığı göç başlar. Ve birkaç ay içerisinde Rumların bırakmak zorunda kaldıkları büyük iş yerleri Müslümanlar tarafından devralınır.
1964 yılına gelindiğinde ise halen süren Kıbrıs sorunu üzerinden azınlık milliyet ve uluslara yönelik TC tarafından yeni bir sürgün politikası devreye sokulur. Kıbrıs’ta artan gerginlikle iki ay içerisinde 800 Türk öldürülür. Bunun üzerine 1930 yılında Atatürk ve Verizelas arasında imzalanan “Seyri Seferin anlaşması” 16 Mart 1964’te Türkiye tarafından tek taraflı fesih edilir. Anlaşmanın iptalinden sonra yunan uyruklu iş insanlarının işlerini tasfiye etmeleri istenir. Çıkarılan sınır dışı kararıyla hükümet sınır dışı önceliğini iş insanlarına verir. Celal Başlangıç bu süreci; “hükümet önce Türkiye’de Yunan uyrukluların tapu müdürlüklerindeki işlemlerini durdurdu, ardından bankalardaki paralarını bloke kararı aldı. 1964-1965’in kısa bir döneminde 12.592 kişi sınır dışı edildi. Türkiye’de iş güç sahibi olan bu kişiler arasından Türk uyruğundaki Rumlarla evlenmiş olanlar da vardı. Bu nedenle sınır dışı kararından Türkiye’de yaşayan 30 bini aşkın Rum etkilendi. Bu uygulamayla Rumlar, Türkiye’den umudunu kesti ve kısa sürede “Rum vatandaşlarımızın nüfusu 30-40 binden 5-6 bine indi” diyerek özetler. (Celal Başlangıç “Azınlık Olmak Çok Zor” Radikal 12 Aralık 2005) Böylelikle bir kez daha ülkedeki etnik temizlik ve sermayenin millileştirilmesinde önemli bir adım daha atılırken Türk burjuvazisinin de azınlık milliyetler üzerinden sermayesini büyüttüğünü görüyoruz.
Özetle; tek dil, tek din, tek millet, tek devlet, şiarıyla talan, yağma, inkâr, imha, katliam ve soykırım üzerinden kurulup şekillendirilen faşist TC devleti bu geleneğini hep korudu/korumaya da devam ediyor. Örneklerini anlattığımız süreçler tarihin en keskin belli dönemeçlerini oluşturuyor sadece. Oysa faşist TC’nin örneklere sığmayacak kadar kanlı, yağmacı ve çapulcu bir geçmişe ve geleceğe sahip.
Kuşkusuz dün tekçi politikalarının önündeki engel Ermeniler, Rumlar, Süryaniler vb. “gayrimüslimler”di. Bugün ise Kürtler, Aleviler diğer azınlık inanç ve milliyetler. Ama aynı inkar ve imhaya dayalı katliamlar baskı ve işkenceler devam ediyor. Roboski’de köylülerin bombalanarak katledilmesinden, Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi bölgelerde yüzlerce Kürdün bodrumlarda diri diri yakılıp gömülmesine, katliamlardan geçirilip yerlerinden yurtlarından sürülmesine, yasak, işkence ve zindanlara doldurulmalarına, TOKİ aracılığı ile mal varlıklarının, kültürel miraslarının talanına kadar aynı soykırım geleneği sürüyor. Bugün Süryanilerin mal varlıklarına ve ibadethanelerine el konulma adımı da aynı soygun, asimilasyon ve kırımın parçası olarak görülmeli, okunmalı.
(BİTTİ)