Hep zordur toprakta tohum olanı anlatmak… elim kaleme gitmekte zorlanıyor, ya anlatamazsam hakkını veremezsem kaygısı… Ama anlatmalı, anlatmalı ki; ardılları öncü kadını, devrimci duruşu, partiye bağlılığı… Dersimin dağlarında ölümsüzleşen beş kızıl karanfilden Sefagul Kesgin’i tanımalı…
2000 yılında yayın alanında kesişti yolumuz Sefa ile. Kapkara parıl parıl gözleri, mütevazı duruşuyla dikkat çekiyordu ilk bakışta. Sevecenliği, hesapsızlığı ve samimiyeti ile sarmalıyordu hemen karşısındakini. Onun bu özellikleri kitle çalışmalarında da buluyordu yansımasını.
2001 yılında Tokat Turhal’da, İşçi-Köylü Gazetesinin temsilciliğini yapıyordu. Heyecanlıydı… bu bölgede faaliyet yürütüyor olmak onun için önemli ve anlamlıydı. Çünkü eteklerinde faaliyet yürüteceği bu küçük şehrin dağlarında ölümsüzleşmişti KP nin onlarca yiğit evladı ve kadınları ve yine beslemişti sürekli bu kentin çilekeş anaları kavgayı….Tüm bu nedenlerden kaynaklı adı konmamış bir OHAL hüküm sürüyordu bölgede. Köyler boşaltılıyor, köylüler koruculuğa zorlanıyor, halka işkence yapılıyor vs vs faşizmin bildik yöntemleri bu bölgede de alabildiğine pervasızca uygulanıyordu. Ama orda olmak zorunluluktu, çünkü zalimin zulmünü geniş kitlelere duyurmak ve zulme karşı direnenleri anlatmak gerekiyordu.
İnsanlar şaşkındılar ve korkuyorlardı bizden, çünkü düşman sürekli “bunlar teröristtir” propagandası yapıyordu. “Yardım edenin canını okuruz” söylemleri, doğallığında insanların çekinmesine neden oluyordu. Ama halk tanıyor devrimcileri, biliyor esasta teröristin kim olduğunu. İçten içe üzülüyor “işleri hiç kolay değil” diye düşünerek…
Kaldığımız evi ve gazete bürosu için yeri bulmak hiç kolay olmamıştı ama nihayetinde uzun uğraşlar sonucu yer bulunmuştu. Haklı ve meşru olanın önünde hiçbir şey duramazdı ve yine öyle olmuştu. Büromuz Tokat’a bağlı Turhal İlçesinin merkezindeydi. Evimiz ise hemen büronun üstünde. Çalışmalara başlamıştı Sefagül. İlk elden tüm esnafa yayınlar dağıtıldı. Gittiğimiz kimse açıktan konuşmuyor, temkinli yaklaşıyordu ama alttan alta gözleri gülüyordu ve bizi geri çevirmiyorlardı. Henüz açıldıktan iki gün sonra büro basıldı polisler tarafından. Bizimki gözaltında, bir gün sonra bırakılıyor ve tekrar büroda, yarım kalan işlere dalıyor heyecanla.
Bu rutin bundan sonra, gazete büromuz tamamen kapatılana kadar belirli periyotlarla sürekli devam etti. Onlar her seferinde bizi yaka paça, işkence ederek gözaltına alıyorlardı, biz her seferinde direniyor ve gözaltından serbest bırakıldıktan sonra faaliyetimize aynı kararlılıkla devam ediyorduk. Her seferinde Sefa ile gözaltı maceralarımızı anlatıp gülüyor, bir sonraki sefer ne yapacağımız üzerine konuşuyorduk. Sefa hep moral veren, güç veren bir duruş sergiliyordu. Düşman bizimle başa çıkamayacağını anlayınca, bu kez kitlelere yöneldi. Biz gözaltındayken bir duyuyoruz ki, arkamızdan üzülerek bakan tebessüm eden onlarca kişi de, sırf gözdağı vermek için gözaltına alınmış. Üzülüyoruz, ama şaşırmıyoruz. Olabilecekleri kestirmek güç değil, ama biliyoruz nafile çabalar…
Yeniden ve yeniden yılmadan gidiyoruz insanlara, korku duvarları yavaş yavaş yıkılıyor. Sabah kapıyı bir açıyoruz ki, bir çuval odun bırakılmış kapıya, bir başka gün kuşburnu pekmezi, helva, arkasına yeni yapılmış taze ekmek. Gülüyor gözleri Sefa’nın “bize burada bir şey olmaz heri, arkamızda halk var” diyor… Buz kırılmış, yol görünmüştür artık. Etle tırnak gibidir devrimcilerin, Partizancıların kitlelerle ilişkileri, bağları. Baskıya maruz kaldıkça, zorlandıkça daha da güçlenmektedir. Yeter ki kitlelere git, yeter ki onlarla köklü ilişkiler kur. Unutmaz kitleler devrimcileri, bağrına başar her fırsatta.
Sefagül’ün umutla parlıyordu gözleri her seferinde kitle çalışması deyince. Her hafta sonu bir köyde Almus, Keçeci, Zile… gitmedik ilçe bırakmıyor… gittiği her yerde çalacak bir kapı bulmak zor olmuyordu. Zor olmuyor ama her dönüş bir gözaltı yaşanıyor, tehditlerin arkası kesilmiyordu.
Yine bir Almus dönüşü manzara resimleri çekmiş Sefam, tutsaklara yazdığı mektuplara iliştirmek için. Bunu hemen fırsata çeviren Tokat Emniyet Müdürlüğü Sefayı akıl almaz gerekçelerle tutuklamış, büroyu mühürlemişti. Ve “görüyorsunuz teröristlerin sonunu” safsatalarını kentin dört bir yanına yaymaya başlamıştı. Ama bu propaganda ve saldırı da uzun sürmedi. Bir ay sonra Sefa yine Turhal Büronun kilidini açmıştı, sorumluluğunun, davasının ve kavgasının başındaydı yine. Bu durum halk nezdinde de yürütülen devrimci mücadelenin meşruluğuna inancı perçinlemişti. Ve halk görüyordu sadece dağların doruklarında değil, devrimciler eteklerinde de mücadele yürütüyorlar. Gencecik bir kadın tüm inancı ve inatçılığı ile kocaman devlete kafa tutuyordu. Ve Sefagül Kesgin halkın bilincinde ve dilinde “umudun kızıydı” artık.
Evimizi üçüncü, büromuzu ikinci kez taşımış ve bir yılı geride bırakmıştık. Artık halk bizimle daha açıktan ilişkileniyor, kendilerine yönelen kolluk güçlerine “kolaysa git Sefa ile uğraş” diyordu. Çünkü onu artık tanıyor ve güveniyorlardı. Turhallı kapalı kapının arkasına bırakmıyordu artık getirdiğini, açıktan destek veriyordu bize, davamıza…
İnsanın gittiği yeri benimsemesi oralı olabilmesi ve onlar gibi yaşayabilmesi kolay değildir, ama Sefanın bu yönü güçlü ve belirgindi. O bulunduğu alana ve insanına uyum sağlamakta hiç zorlanmazdı. Kahveye oturur İsmet amcayla sohbet eder, tarlada Hatice bibiyle çapa yapar, mutfakta Asiye ile fal bakar, cemde semah tutar, Ayşe kıza hikaye okur ve onların dünyasına giriverirdi. Sonra onlara komutan Ayfer’i anlatırdı, önder Mehmet Demirdağ’ı, Tokatlı Dilek’i, Kemal Türker’i niçin ve nasıl mücadele ettiklerini, ve mücadele etmenin, örgütlenmenin bir zorunluk olduğunu anlatırdı.
Anlatırdı Tokat tütün fabrikasına TİKKO gerillalarının neden eylem yaptığını omuzlarını gere gere, anlatırdı onca emek verdiği, alınteri döktüğü, tarlasından ürününün karşılığını neden alınamadığını….önce dinler sonra dinletirdi kendini. Herkes biliyordu Sefagül Kesgin’i artik.
İki yıl geride kalmış tüm çabalarına rağmen kolluk güçleri yıldıramamıştı Sefayı ve buna dur demek gerekiyordu düşman açısından. Yoksa açılan yolda ilerleyenler çoğalacak, kök salacaktı umudun tohumları. En sonunda buldular yine kendilerince bir çare. Onların buldukları her çare, çaresizliklerinin de göstergesiydi adeta. Bir itirafçının sözde ifadeleriyle Sefa ikinci kez tutuklanmış ve büro süresiz mühürlenmişti. Ama çaba nafileydi Tokat’ın çilekeş halkı tanımıştı bir kez Sefagül’ü, kavgasını ve inancını. O, onlar için umudun kızıydı. Umut asla teslim alınamaz, yok edilemezdi. Tutsak düşse bile, düşünceleri sarıp sarmalıyordu kitleleri. Umut her zaman dimdik ayaktaydı, bundandır ki; Umudun kızı her daim bizimle yürümeye devam ediyor!
Bir Yoldaşı